azan Azeri son çalışmaları ile 24 Aralık 2008 - 20 Ocak 2009
tarihleri arasında Karşı Sanat Çalışmaları’nda. Sergi, pazar günleri hariç 11.00
- 19.00 saatleri arasıda ziyaret edilebilir.
Gerek yerleştirme, gerek fotograf ya da video; veya pentür olsun, Nazan
Azeri’nin işlerinin merkezinde giysi ve giyinmek duruyor; örtmek eylemi de
denilebilir. Bütün kıvrımları, gölgesi, sıcaklığıyla bizi sarmalayan, bütün
kullanılmışlığıyla; cennetten dünyaya kovulmanın(!) elmayı dişlemenin getirdiği
utancın simgesi kumaş sanki... Ki o ısırılan örtünme öncesi “günahkar”
elma, Azeri’nin gravürlerine konu olmuşken. 2004 tarihli Sürüklenme adını
taşıyan video ve performans işlerinde Nazan Azeri, kumaşla kurulan gerilimli bir
ilişkinin izini (ve hafızasını) sürmeye devam ediyordu. Güvenli barınaklarımız,
evlerimizin odalarından, mahrem dehlizlerden, koridorlardan, naftalin kokusuyla
sıcacık (ama aynı zamanda yabancılık kokan) gardroplardan taşan giysiler.
Çekilen, sürüklenen, bir tür prangayla “istenen” gönüllü bir tutsaklığı da
imleyen kumaşlar. Bizim çektiğimiz ama aslında çoğu zaman bizi sürükleyen
parlak, yumuşacık kumaşlar. Elbise ve kumaş sadece büyük utanmayı gizleyen bir
nesneden ötedirler.
En başta kadınlık, ev, giysi, giyinmek, sahte mutluluk, masum tekinsiz
bebekler, bitmeyen ev emeği, yabancılaşmayı davet eden nesneler.... Evet Nazan
Azeri, çok yakınımızdaki insanlık durumumuzun içinde dolaştırıyor bizi.
Sanatçı, kavram ağırlıklı yerleştirmeden, fotoğrafa ve videoya uzanan geniş bir
hat çizerken, son çalışmalarıyla boya katmanları ve tualle şaşırtıcı bir farklı
hatta geçiveriyor. Onun deyimiyle dil ötesi, ancak malzemenin ve fırça izininin
hissetireceği bir yöne.
Örtemeyen adlı sergisinde yine kumaş ve giysi var Nazan Azeri’nin. Ama daha
önceki anlayışından farklı bir yöne evrilmiş halde. Siyah beyaz, dalların
harelendiği, fırçanın özgür koşuğunun hissedildiği, hatta bir Zen hissiyatının
ve minimalizminin olduğu bu tualler, kavramsaldan öte bir yere uzanıyor. Nazan
Azeri, annesinin gelinliğinden yola çıkarak büyük boy tualler boyamış. Dallar
arasında kıvrılan, bazen çırpınan; hatta bazen sadece yaprak olmuş resimler
bunlar. Gözü içine çeken ve çini mürekkebinin doğaçlamasını andıran grafik
etkiler veriyor; ince ince işlenmiş ağaç dalları. Kavramsalın mesafesi ve
ironisi yok bu işlerde. Hatta tam tersi yoğun bir duygusallık(pathos) ve
bağlanma dikkati çekiyor. Yüzyılın başına ait bir gelinlik, bütün kuşatıcılığı
ile üstümüze eğiliveriyor; bir anne şefkati ile; ya da çırpınması ile...
Orman, dallar, ağaç gövdeleri Batı sanatında 18. yüzyıl romantizmiyle beraber
yoğun metafor taşır duruma gelmişlerdir. Caspar David’in cılız, yapraksız ağaç
gövdeleri, hüznün ve ölümün çağrışımlarını ve sonsuzluğu, geçiciliği
anlatıyorlardı. Nazan’ın işlerinde, siyahi de olsa fışkıran dallar, bakanı
sarmalarken, hüzün ve ölümle birlikte şefkatli bir fısıltı da yayılıyor.
Nazan son
çalışmalarıyla fırça ve boyanın eşlik ettiği, kavramın kuşatamayacağı, “dil
ötesi” bir yöne uzanıyor, bunu derinden hissediyoruz...
|