12 Haziran seçimleri için siyasi
partilerin yayınladığı seçim bildirgelerini çevre ve ekoloji
açısından incelemek için özelikle enerji ve
iklim başlıklarına bakmak gerekiyor. İsterseniz seçimin galibi
olmaya aday AKP'yle en büyük rakibi CHP'ye ve
bu seçimlerdeki alternatif ses olan Emek, Demokrasi ve Özgürlük
Bloğu'na bakalım. Nükleere karşı çıkışıyla ilgi çeken Has
Parti'ye de bir göz atalım.
Ekonomik büyüme saplantısıyla AKP
AKP'nin nükleer enerji konusundaki "vaatkar" tavrı biliniyor. Fukuşima'ya
rağmen nükleer santral yapma konusundaki inadından vazgeçmeyen iktidar partisi,
yeniden iktidara gelirse "büyük ekonomi" programının bir parçası olarak 2023'e
kadar Mersin Akkuyu ve Sinop'ta toplam 10 bin megavat gücünde 8 nükleer
reaktörün inşasına başlanacağını ve ayrıca 5 bin megavat gücünde 4 reaktör daha
inşa edeceğini "müjdeliyor".
AKP'nin enerji politikasına dair diğer vaatleri arasında 2023'e kadar
Türkiye'nin su potansiyelinin tamamına yakınını enerji üretiminde kullanmak da
var. Kömür konusunda da elini korkak alıştırmamış AKP. Afşin Elbistan ve Konya
Karapınar havzasındaki yerli kömürleri kullanarak 18 bin 500 megavatlık kömürlü
termik santral ve ithal kömür veya doğal gaz kullanan 8 bin megavat daha termik
santral programda yer alıyor. AKP'nin enerji yatırımı vaatleri içinde rüzgar
enerjisi kurulu gücünü 20 bin megavata çıkarmak ve güneş ve jeotermal enerjiye
yatırım yapmak da var. Ancak nükleer ve kömüre dönük bu aşırı eğilim, 2023'de
120 bin megavat olacağı iddia edilen kurulu gücün (şu anda 50 bin megavat
civarında) içindeki fosil yakıt payının iddia edildiği gibi azalmayacağı ve
nükleerci saplantının da dünyadaki olumsuz gidiş yok sayılarak devam ettirildiği
anlamına geliyor.
Aşırı nükleercilik bir yana, AKP'nin enerji politikası Türkiye'nin kişi başı
sera gazı salımını 2023'te Avrupa ortalamasının çok üzerine, en az 12 tona
çıkarmak anlamına gelecek. Bu da en büyük 10 ekonomiden bir olmanın gereği
olarak görülüyor olabilir. Peki ya küresel ısınma? Bu konuda AKP sadece ne
dediği belli olmayan "Kyoto ve Cancun hedeflerini tavizsiz sürdürmek" gibi bir
cümle kurmuş. Sera gazı emisyonlarını ikiye katlayarak iklim politikası yapmak
nasıl olacak belli değil. Türkiye bu politikalarla iklim politikalarında 2020'ye
kadar Kanada-Japonya-Avustralya inkar hattına eklenir ve böylece onlara göre
herhalde büyük "gelişme" kaydetmiş olur.
Bütün su potansiyelini kullanmak gibi delice bir HES sevdasının yaratacağı
doğa yıkımının sonucu ise Türkiye'deki ekoloji mücadelelerini daha da
güçlendirmek olabilir. Ancak vadilerin, akarsuların, doğanın bu kadar vahşice
yok edilmesine olumlu yanından bakabilmek mümkün değil.
AKP'nin seçim programında çevre adına yazılan ve ağırlıklı olarak şehircilik
politikalarını ilgilendiren her şey, sınırsız büyüme ideolojisinin etkisinde.
Demiryoluna ağırlık verirken akıllarına önce hızlı trenin gelmesi, yaşanabilir
kentler deyince hemen yanına "marka şehirler"i yapıştırmaları ve yapılan toplu
konut sayısını vermeleri çevreden neyi kastettiklerini gösteriyor. Çevre
politikasını sadece daha büyük mühendislik projeleri ve daha devasa yatırımlar
olarak gören bir anlayışı daha fazla irdelemek belki de gereksiz.
Utangaç nükleerci CHP
CHP ise daha detaylı olarak ele alınmayı hak ediyor. Ancak CHP'nin enerji
politikası da AKP'den pek farklı değil. Hatta iki partinin de kelimesi
kelimesine aynı taahhütte bulunması ve 2023'de yenilenebilir enerjinin payını
yüzde 30'a ulaştırmayı vadetmesi manidar. Öte yandan 12 yılda %30'a çıkmasını
öngördükleri yenilenebilir enerjideki artış hızının aslan payını, yenilenebilir
enerji olarak gördükleri HES'lerin almasını planladıklarını açıkça
söylemiyorlar.
CHP'nin bildirgesinde HES'lerden açıkça bahsedilmese de, yeni yayımlanan
iklim raporunda "Bu çerçevede hükümetin hidrolik enerji kaynaklarının yüzde 100
kullanılmasını öngören hedefi uygulamadan kaldırılacaktır" gibi ekoloji
hareketleri açısından umut veren bir cümleyi "Önümüzdeki dönemde yapılacak
hidrolik enerji yatırımlarının çevresel ve sosyal etkileri ve enerji üretim
verimlilikleri yatırım öncesi yapılacak etki çalışmalarıyla incelenecektir" gibi
kapıyı açık bırakan bir cümle izliyor. Doğrusu bunun HES'lere karşı yükselen
mücadeleyi tatmin edebilecek bir yaklaşım olduğu söylenemez.
Ana muhalefet partisinin, Fukuşima sonrası nükleer karşıtlığı bu kadar
yükselmişken (son anketlere göre halkın %64'ü nükleere karşıyken) nükleer
santral yapmayı bir seçim vaadi olarak benimsemesi ise iyice ilginç.
Nükleer karşıtı camianın bir kısmı CHP'yi umut olarak gördüğü için etrafta
eleştiri olarak CHP'nin seçim programında nükleer enerjiye açıkça karşı
çıkmadığı söyleniyor. Oysa karşı çıkmak bir yana, CHP bize açıkça en iyisinden
bir nükleer santral kurmayı vadediyor. Şu cümlelerden başka ne
anlaşılabilir?
"Ulusal bir strateji dahilinde, maliyetlerinin düşeceği ve işletme
güvenliğinin artacağı beklenen yeni kuşak nükleer reaktörlere odaklı, teknoloji
üretiminden atık yönetimine kadar her aşamada söz sahibi olacağımız bir nükleer
politika izleyeceğiz. Nükleer teknolojide en yüksek güvenlik kıstaslarını
gözeterek, yeni kuşak reaktörlere odaklanan, teknoloji transferini içeren
çalışmaları gerçekleştireceğiz."
Burada tek karşı çıkış varsa, (o da açıkça söylenmeden) Rusya'yla yapılan
Akkuyu anlaşmasına olabilir. Akkuyu'ya nükleer santral kurulmasını ise
referanduma sunacağını söyleyen CHP seçim programında olası bir refrandumda evet
mi, hayır mı vereceğini de belirtilmiyor. Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu Silifke
mitinginde iktidar olurlarsa Akkuyu'ya nükleer santral kurmayacaklarını
söyledi. Ancak CHP'nin dün yayımlanan iklim raporunda durum yine karışık.
Raporda nükleer hararetle savunulmasa da, yine tam olarak reddedilmiyor ve kapı
bir hayli açık bırakılıyor. Hem de nükleer karşıtı politika açısından çok
tehlikeli bir kapı bu: CHP son teknoloji olması, teknoloji transferi sağlaması
ve güvenlik konusunun ciddiyetle ele alınması halinde nükleere açıkça yeşil ışık
yakıyor (halkın tercihi kısmı ise yine müphem). İsterseniz CHP'nin iklim
raporundaki ilgili bölüme bakalım:
"İklim politikasında nükleer enerji bir öncelik değildir. Öncelikle
çevre-dostu yenilenebilir enerji kaynakları etkili bir şekilde kullanılacak
yatırım tercihleri rüzgar, güneş ve bio-kütle gibi Türkiye'nin potansiyel olarak
zengin olduğu kaynaklar üzerinde yoğunlaşacaktır. Nükleer enerjinin yüksek
yatırım maliyetleri ve yatırım kaynaklarının sınırlılığı, kolaylıkla üretim
kapasitesine eklenebilecek yenilenebilir enerji yatırımlarını engelleyebilir.
Nitekim hükümetin mevcut nükleer enerji yatırım planları toplam elektrik
üretiminin % 5'inin nükleerden sağlanmasını öngörmektedir. Türkiye'deki rüzgar
ve güneş enerjisi potansiyeli kullanılarak bu hedefe daha ucuza ve daha güvenli
ulaşılabilir. (...) Bu nedenle nükleer enerji seçeneği, halkımızın tercihleri
referandum yoluyla dikkate alınacak şekilde ele alınacaktır. Karar alma
aşamasındaki en kritik nokta, Türkiye için güvenilirliği en üst düzeyde olan son
teknolojilerin, ulusal teknoloji transferi de gerçekleşecek şekilde,
kullanılmasıdır.
Japonya'da Mart ayında meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki deprem ve neden
olduğu tsunami, Fukushima'da bulunan dört nükleer santralın çevre ve insan
sağlığına ciddi tehdit oluşturacak şekilde büyük hasar görmesine neden olmuştur.
Bu üzücü örnekte eski üretim ve güvenlik teknolojilerinin risklere karşı
direncinin yeteri kadar güçlü olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle nükleer
enerji politikaları tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de güvenlik merkezli bir
şekilde gözden geçirilmelidir. Japonya örneği sonrasında hükümetin başbakan ve
ilgili bakanlar seviyesinde ortaya koyduğu tavır, hayati önem taşıyan güvenlik
konusunun ciddiyetten ve bilimsel olmaktan uzak bir şekilde ele alındığını
göstermekte olup büyük kaygı yaratmaktadır."
CHP iklim politikasında da, hem seçim bildirgesinde, hem de iklim raporunda
fazla umut vermeyen, bir hayli ortadan bir üslup benimsemiş. Aslında bugüne
kadar bu konularla hiç ilgilenmeyen bu partinin bir iklim raporu yayımlaması
bile önemli görülebilir. Ancak seçim bildirgesinde öncelik verileceği söylenen
yerli kaynaklar arasında kömürün olmadığını kimse iddia edemeyeceği ve
iklim değişikliğiyle ilgili bölümde kömürün "temiz yakma teknolojileri" ile
kullanımından dem vurulması, iklim değişikliği konusunun henüz pek
anlaşılamadığını gösteriyor.
CHP, geçtiğimiz aylarda ekoloji ve doğa koruma hareketinin en önemli gündem
maddelerinden biri olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısına
da seçim bildirgelerinde değinmiyor ve çevre korumaya ayrı bir bölüm ayırmasına
rağmen konuyu her partinin söyleyebileceği genel sözlerle geçiştiriyor.
Bütün bunların yanı sıra CHP enerji, iklim ve çevre konularını ısrarla
sürdürülebilir kalkınma çerçevesi içinde ele alıyor. Yani en klasik stratejiyi
uygulayıp "sürdürülebilirlik", "yeşil ekonomi" gibi kavramların içini
boşaltıyor. Aslında AKP kadar büyüme odaklı bir ekonomi anlayışını (nasıl
olacağı konusunda pek bir şey söylemeden) çevreye zarar vermeden yapacağını
iddia etmek, artık pek inandırıcı bir söylem değil. Kalkınma ideolojisinin
kendisini ve büyüme saplantısını sorgulamadan ne iklim, ne de enerji politikası
yapılabilir. Ama bunu da sosyal demokrat bir partiden beklemek galiba biraz
iddialı oluyor.
Karşı duruşuyla Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu
Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu, iktidar hedefi olmadığı için daha çok
'neye karşı olduğunu' açıklamış durumda ve bloğun seçim bildirgesi ekoloji
mücadelesi veren kesimleri tatmin edebilecek karşı duruşları içeriyor. Nükleer
enerjiye, siyanürlü madenciliğe ve HES'lere net bir dille karşı çıkılıyor.
Bloğun çevre ve ekoloji politikalarında özelleştirmeye karşı bir duruş da net
bir şekilde görülüyor. Elektrik üretiminde ve ormanlık alanlardaki
özelleştirmeler bu bölümde ele alınıyor.
Ancak Bloğun çevre, doğa ve ekoloji başlığı ne yazık ki son derece kısa,
detaysız ve sadece ekoloji mücadelesi verenleri tatmin etmeye yönelik
hazırlanmış gibi duruyor. Üstelik iklim değişikliği de ortada yok. İklimden
bahis bile açılmayan bir seçim bildirgesi hazırlayabilmiş olması Bloğun en büyük
eksisi.
Nükleere karşı, ama iklim değişikliğinden bihaber Has
Parti
Nükleer karşıtları açısından en şaşırtıcı çıkışlardan biri Milli Görüş
geleneğinden gelen ama daha özgürlükçü ve sol perspektife doğru açılma
iddiasında olan Has Parti'den geldi. Has Parti hem mevcut büyüme ve kalkınma
modeline eleştirel yaklaşmasıyla, hem de nükleer enerjiye net bir şekilde karşı
çıkmasıyla, meclise giremeyecek partiler arasında da olsa farklı bir açılım
sağlamış durumda. Has Parti'nin bildirgesindeki nükleer enerjiye ilişkin
cümleler şöyle:
"Nükleer santrallerin tarihinin ise insan, hatta tüm canlıların varlığını
tehdit eden kazalarla dolu olduğunu biliyoruz. En son Japonya'da depremden zarar
gören Fukuşima nükleer santralinden yayılan radyoaktif tehlike dünyanın büyük
bir bölümünü hala tehdit etmektedir. Sadece kazalar değil nükleer santrallerin
ürettikleri tehlikeli radyoaktif atıklar da canlı varlığı için tehdit
oluşturmaya devam etmektedir. (...) Partimiz, insanlık için büyük bir tehdit
olan nükleer santrallere karşıdır. Çünkü nükleer teknolojinin aslı barışçıl
değil savaşçıldır. "Hata payı" kitlesel ölümler ve kalıcı hastalıklar olan bir
teknoloji kabul edilemez. İktidarımızda Türkiye'de nükleer santral
kurulmayacaktır. Ayrıca, partimiz dünyadaki nükleer enerji karşıtları ile
dayanışacak, nükleer santrallerin kapatılması ve sayıları on binleri bulan
nükleer silahların ortadan kaldırılması için çalışmalar yapacaktır."
Ancak aynı Has Parti enerji politikalarında "millici" geleneği sürdürüyor.
Enerji politikalarına ilişkin en önemli eleştirileri dış kaynağa bağımlılığın
oluşturduğu Has Parti "Son derece bakir olan denizlerimizdeki petrol ve doğal
gaz aramaları faaliyetlerine hız verilecek, Akdeniz'de Kıbrıs Adası civarlarında
bulunduğuna kesin gözle bakılan rezervler konusunda Türkiye'nin menfaatlerinin
korunması için gerekli çalışmalar yapılacak" gibi cümlelerle fosil yakıtlara
gayet açık, yerli petrol aramaları konusunda ise ısrarlı bir politika belirlemiş
görünüyor. Seçim bildirgesinden anlaşıldığı kadarıyla Has Parti iklim
değişikliği diye bir şeyin varlığından da haberdar değil.
|