Yıl başından bu yana piyasalarda “krizden” çıkış
sürecinin başladığına, tünelin ucunda ışık belirdiğine ilişkin bir kanı
güçleniyordu. Geçen hafta doların döviz piyasalarında yaşadığı “mini şok” ve ABD
işsizlik verilerinde beklenmedik artış, bütçe açığının GSMH’nin yüzde 10’una
ulaşması, tünelin ucunda belirenin, o ünlü deyişteki gibi “bir başka trenin
ışıkları” olabileceğini düşündürdü.
Yüzde 9.8 ve artıyor
Anımsarsanız, 2007-2008 döneminden, depresyon tartışmaları yeniden
başladığında, ileri sürülen ölçütlerden biri de işsizlik oranının iki haneli
düzeylere yükselmesiydi. Geçen hafta açıklanan ABD işsizlik verileri, beklenenin
çok üstünde çıkarak yüzde 9.8’e vurunca, bu konu yeniden gündeme geldi. Fed
Başkanı Bernanken’nin “Ekonomik toparlanma sürecek, ama 2010 yılında işsizlik
oranı yüzde 10’a yakınlaşabilir” sözleri oldukça anlamlıydı. Anımsarsanız bu
adam, ABD ev piyasasında “kriz” başlayınca, önce, “önemli değil yerel bir sorun”
demiş, sonra, yayılmayacak, resesyon yumuşak olacak filan diye devam etmişti.
Sonunda hem yayıldı, hem de dünya ekonomisi 1930’lardan bu yana en şiddetli
daralmayı yaşamaya başladı. Bu kez de işsizlik yüzde 10’a yaklaşır diyorsa,
gerçekte acaba ne düzeyde diye düşünmek gerekiyor.
The Asia Times yazarlarından, “tutucu” ama “bilge” ‘Spengler’in geçen hafta
sunduğu veriler (06/10/09), ABD’de işsizlik, oranının, gerçekte çoktan yüzde
20’ye ulaşmış olabileceğini gösteriyordu. “Yok daha neler!” demeden önce şu
verilere gelin birlikte bakalım. ABD’de eylülde işini kaybedenlerin sayısının
175 binde kalması bekleniyordu, ama sayı 263 bin oldu. Böylece resmi işsizler
toplam 15.1 milyon kişiye ulaşıyordu. “Spengler” buna, isteği dışında, yarım gün
veya daha az çalışmaya zorlanan 9.2 milyon kişiyi, geçen ay iş aramaktan
vazgeçen 2.2 milyon kişiyi, iş bulmaktan umudunu kaybettiği için piyasadan
çekilen üç milyon uzun dönemli işsizi ekliyor (2.5 milyona ulaşan tutuklu
nüfusunu nedense hesaba katmıyor); böylece gerçek işsizlik oranının yüzde 20’ye
ulaştığına dikkat çekiyor.
Spengler’in aktardığı ve toplumsal istikrar açısından risk oluşturacak işsiz
nüfusun ABD’de ne kadar tehlikeli bir düzeye ulaştığını gösteren bu verilerin,
ekonomistleri, Obama yönetimini kaygılandırmaya başladığı kesin. Gerek
korumacılık eğilimlerinin güçlenmesinin, gerekse üçüncü bir teşvik paketinden
söz edilemeye başlanmasının arkasında da işte bu kaygılar yatıyor. Bu yüzden
geçen haftanın ikinci yarısına, dolarda yaşanan mini “şok”tan daha çok, ekonomik
büyüme, işsizlik tartışmaları damgasını vurdu. Bu tartışmaların içinde, Prof.
Stiglitz, ekonominin daha da kötüleşeceğini savunuyordu. Morgan Stanley’den
ekonomist Richard Berner, IV. üç aylık dönemin çok sallantılı geçeceğini, bu
yüzden “iki dipli” resesyon kaygılarının canlandığına işaret ediyordu. The
Economist’in, “Hava boşluğu mu yoksa ikinci dalış mı?” başlıklı yazısı da
özellikle işsizlik verileri, sanayi üretimindeki artış eğiliminin yumuşaması
üzerinde duruyordu (08/10/09). Financial Times’ın aktardığına göre HSCB CEO’su
Geoghagen, “resesyonun iki dipli olacağına o kadar eminmiş ki, bankanın kredi
hacmini arttırma planlarını bir süre için askıya almaya karar vermiş”
(10/10/09). Prof. Krugman da, “çıktı açığının” (potansiyel üretimle, gerçek
üretim arasındaki fark, atıl kapasite) halen 2 trilyonla 3 trilyon dolar
arasında olduğuna işaret ediyor, ekonominin toparlanması işsizliğin azalmaya
başlaması için yeni bir teşvik paketinin gerekli olduğunu söylüyordu. (Market
Watch, 09/10/09)
Yeni paket lazım ama…
Yıllardır ABD kredi sistemi dünya ekonomisini dolar likiditesiyle doldurdu,
bu finansal hareketler, aynı hızla ABD ekonomisine geri dönerek ABD borsasını,
tüketicisinin alım gücünü, ithalatı besledi, uluslararası dengesizlikler denen
durumu, kredi köpüğünü yarattı. Dolar “rezerv para” olduğundan, değer kaybetmeye
devam etse bile, bu süreç uzun süre devam etti, hatta kredi köpüğünün
patlamasıyla başlayan mali şok içinde yatırımcılar, açık kapamak, sığınmak için
dolara yönelince, dolarda bir değerlenme bile yaşandı.
Ancak 2008 başındaki 132 milyar dolarlık, bu yıl başındaki 787 milyar
dolarlık teşvik paketleri, 2008 sonunda devreye giren 700 milyar dolarlık banka
kurtarma paketi, bu arada GSMH’nin yüzde 10’una ulaşan bütçe açığı, piyasalarda
doların geleceğine ilişkin kaygıları güçlendirdi. Rezervlerini dolarda tutan
BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri, petrol ihracatçıları, dolara
alternatif yeni bir rezerv paranın gerekli olduğundan söz etmeye başladılar.
Böylece, “mali şok”, resesyon, giderek doların uluslararası statüsünü tehdit
etmeye başlıyordu. Soros’la birlikte Quantum Fonu’nun kurucusu Jim Rogers’a göre
dolarda “yapay bir yükseliş yaşanmıştı. Şimdi bir döviz krizinin zamanıydı”.
Rogers, “Ya bu sonbahar da ya da 2010 sonbaharında bir döviz krizi yaşayacağız”
diyordu (Bloomberg 11/05/09); “ABD Hazine kâğıtlarında da yakında patlaması
kaçınılmaz bir köpük oluşmuştu”. (Reuters, 10/10/09)
Bu koşullarda dolar, marttan bu yana yüzde 14 değer kaybedecek, geçen hafta
da Robert Fisk’in The Independent’da aktardığı bir dedikodu ile sarsılarak
perşembe günü 14 ayın en düşük düzeyine inecekti. Aynı gün altının onsu 1.056
doların üzerine çıkacak, şubat ayında 35 dolar olan petrolün varil fiyatı 75
dolara kadar yükselecekti. Metallerin, minerallerin fiyatlarında da benzer bir
gelişme izleniyordu.
Fisk, Körfez ülkelerinin, Çin ve Rusya ile, petrol ihracatında doları
kullanmaya son vermeye yönelik gizli bir toplantı yaptıklarını ileri sürüyordu.
İlgili ülkeler, hemen bu haberi yalanladılar. Cuma günü Bernanke, gerektiğinde
faizleri arttıracağız dedi; piyasaları sakinleştiler. Ancak cumartesi günü medya
Fed yönetiminin faiz arttırımının zamanlaması konusunda, ikiye bölündüğünü
aktarıyordu.
Doları korumak için yapılacak bir operasyon (örneğin faiz artışı), ekonominin
krizini derinleştirecek, işsizliği arttıracak. Doların düşmeye devam etmesi, ABD
ihracatını desteklemeye, kimi sektörlerde istihdamı korumaya devam edecek, ama
dolardaki değer kaybının bir çöküşe dönüşmesi riskini arttıracak. Diğer taraftan
dolardaki zayıflama, yüksek işsizlik ortamında, ABD işçi sınıfının tüketim
düzeyini doğrudan etkileyen ithal mallarının fiyatlarının, dolayısıyla
yoksullaşmanın artmaya devam etmesi anlamına geliyor.
Bu koşullarda yeni bir teşvik paketi, bütçe açığını, dolar likiditesini
arttıracak, doları daha da kırılganlaştıracak, rekabetçi devalüasyonları gündeme
getirecek, korumacılık eğilimlerini güçlendirecek, uluslararası “düzeni” daha da
bozacak. ABD yönetimi doları korumayı seçerse, içerde depresyon olasılığı,
siyasi risk (sonunda dolara olan güvensizlik) artacak. ABD’de ekonomi
politikasındaki bu açmaz, “kriz”den çıkışın aslında ne kadar uzak olduğunun bir
başka göstergesi değil mi?
|