Erdinç Varlıbaş, 32 yaşında genç bir işadamı...
Londra’da 24 Eylül’de gerçekleştirilen 2010 Avrupa
Gayrimenkul Ödülleri Yarışması’nda Varyap Meridian’la
5 ödül birden almış projenin baş aktörü. Türkiye’nin ilk yeşil projesi olma
özelliğini taşıyan Varyap Meridian genç işadamı için yeterli olmamış, sanatı da
mimariyle entegre etme projesini hayata geçiriyor. Contemporary
İstanbul’a bu yıl ikinci kez sponsor olan Erdinç Varlıbaş’la çağdaş
sanatı ve projelerini konuştuk....
- Genç ve başarılı bir işadamı olarak sizi tanıyalım...
- Bugün inşaat ve gayrimenkul sektöründe önde gelen firmalardan bir
tanesiyiz. Çok prestijli projeleri hayata geçiriyoruz ama bunları yaparken
aslında rafine ettiğimiz unsur insan. Bu açıdan yola çıktığımızda ister istemez
ticari düşünceden sıyrılıp, daha çok estetiğe, fonksiyonelliğe, teknolojiye
kayar hale geliyorsunuz. Türkiye’nin ilk Yeşil Projesi Varyap Meridian.
Türkiye’de standart kibrit kutusu gibi binalardan sıkıldık. Gelecekte enerjinin
çok daha değerli, çok daha önemli olacağı aşikâr. Tüm dünyada üretilen bütün
enerjinin yüzde 30’unu binaların tükettiği gerçeği var. Demek ki biz
binalarımızı düzeltirsek veya yeni yapılacak binaları daha enerji tasarruflu
hale getirirsek aslında var olan problemi büyük ölçüde ortadan kaldırmış oluruz.
Dolayısıyla yeşil binalar dünyada daha önemli olacak.
- Paris, Londra ve New York gibi şehirlerde önemli projeler ya da
önemli mimari yapılar mutlaka sanatla ilişkilendiriliyor. Sizce Türkiye’deki
mimari yapılanma neden sanattan ayrı?
- Kültürel bakış açımızın eksik olduğunu düşünüyorum. Türk kültüründe
özellikle Cumhuriyet döneminde estetiğe önem verilmediğini düşünüyorum. Mimari
olarak farklı yapıları gördüğümüzde gözümüz bedenimize artık daha fazla hükmeder
hale geliyor. Dolayısıyla estetikten ve sanattan yoksun anlayışla inşa edilmiş
yapılara biz karşıyız.
- Siz projelerinizi sanatla nasıl ilişkilendireceksiniz?
- Yapmış olduğumuz her projede mimariye çok önem veriyoruz. Ama bu hiçbir
zaman bulunmuş olduğu ortamdan kendini soyutlayan ve o bölgeden tamamen kopuk
yapılar veya bir anlayış olmuyor. Mimari birinci önceliğimiz oluyor. Bunun
haricinde sanatı entegre etmeye çalışıyoruz. Çağdaş sanatın iyi örneklerini veya
temsilcilerini mimari ekiplerimizle birleştirip işin başından beri beraber
çalışmalarını sağlıyoruz. İnsanların evlerine, işlerine girerken veya alışveriş
mekânlarına girerken ilk başta bir sanat eseriyle karşılaşmasını bekliyoruz.
Orada alacağı duyguyla orada geçireceği vaktin daha güzel olacağını düşünüyoruz.
Seçkin Pirim yeni dönem başarılı heykeltıraşlardan ve onunla çalışmayı çok
seviyoruz.
- Çok genç bir koleksiyoner adayısınız. Sizin sanata ilginiz nasıl
başladı?
- Benim çocukluğumdan beri içimde olan bir heyecan vardı. Ama bu sanat
dallarının herhangi birisiyle bire bir ilgilenemedim. Ama o eksikliği sanat
camiasında yapılan işlerin güzelliğine bakarak tamamlamaya çalıştım. Firma
olarak çalışma sistemimizde dünyanın belli başlı şehirleriyle ve oradaki
kuruluşlarla yakın ilişkimiz var. Londra’ya, Paris’e, Tokyo’ya, New York’a
gidiyoruz. Sanatın en önemli merkezlerinden bir tanesi Londra’yla benim kişisel
bir bağım var, ister istemez etkileniyorsunuz. Her şey Tate Müzesi’yle başladı.
Londra’daki çevrem sanat konusunda oldukça güçlü. Onların da biraz katkılarıyla
önce Tate’de genç patron olarak sanata destek vermeyi düşündüm. Daha fazla
sergilere, açılışlara, sanatçıların yapmış olduğu davetlere gider, eserleri daha
detaylı inceler hale geldim. Bu konuda dünyadaki önemli sanat fuarları Art
Basel, Art Miami gibi fuarlara katılarak bilgimi pekiştirdim diye düşünüyorum.
- Dünyada birçok şehir özel kültürel binalarıyla tanınır. Opera,
sanat merkezi ya da müzeleriyle... Türkiye’de ne yapılsa dikkat
çekerdi?
- Türkiye’de kesinlikle simge bina olmalı. Simge bina şeklinde büyük bir
tiyatro salonu, büyük bir konser salonu ve bununla entegre edilmiş geniş çaplı
müze ve çağdaş sanat müzesi özellikle sergi ve fuar alanlarından oluşan büyük
bir komplekse ihtiyacı var. Ben olsam İstanbul’un en güzel yeri Boğaziçi’nde
denizle bütünleşip boğazın o güzelliğiyle birleşip, mimari açıdan da fark
yaratan yapı şekilde tasarlardım. Sadece bir bina da değil bunun gibi birçok
yapının Türkiye’de yapılması lazım.
- Türk çağdaş sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türk çağdaş sanatı özellikle son birkaç yıl içerisinde uluslararası
platformda çok ses getirdi. Bu sefer onu keskin bir şekilde gözlemleyebiliyoruz.
Ama benim şahsi olarak hedefim piyasasını oluşturmuş sanatçılardan ziyade bu
alana daha yeni genç sanatçıları çıkarmak ve onları desteklemek. Örnek verecek
olursak Ercan Akın, Arzu Akgün, Seçkin Pirim, Kutlu Ataman, İrfan Önürmen
beğendiğim ve benim de koleksiyonumda yerleri olan sanatçılar. Bunların sayısını
daha da arttırmak istiyoruz.
- İlk aldığınız eser nedir? Ne etkiledi sizi?
- Art Basel’i gezerken Ivan Navarro’nun Pause adlı eseriyle karşılaştım. Bir
şey almaktan ziyade daha çok gözümü, bakış açımı geliştirici bir ziyaret olarak
düşünmüştüm orayı. Ama inan ki daha fuarı gezmeye başladığımın 10. dakikasında
karşılaştım o eserle. “Pause”, ara ver diyordu. Ve ben onun karşısında 15 dakika
bakakaldım. Zaten bir şeyi sevip sevmemeniz aslında kurmuş olduğunuz duygusal
bağla alakalı. O bağı kurabiliyorsanız o sizin için güzeldir ve iyidir. Ve hiç
beklemeden o eseri aldım. Arkasından Rauschenberg çok dikkatimi çekti; Julian
Opie’nin kendine has bir tarzı var, ondan eserlerim var. Genç sanatçılardan
Şilili fotoğraf sanatçısı Margarita Dittborn’un fotoğraf ve fotomontaj işlerine
gördüğüm an vuruldum.
- Koleksiyonunuz da gittikçe gelişiyor, bununla ilgili projeniz var
mı?
- Benim için sanat eserleri hiçbir zaman sadece ticari beklentiyle ilerde
daha çok değerlenir diye düşünüp aldığım eserler değil. Tamamıyla kendi
beğenimi, ruhumun bir parçasını besleyen nesneler gibi düşünün. Dolayısıyla
bunları paylaşmak benim için öncelikli. Onun için şu anda öncelikli hedefim;
ofisimde ve evimde bunları en azından sergileyebildiğim kadar, arkadaşıma, eşime
dostuma veya işyerinde ilişkide olduğumuz insanlara gösterebilmek. Ama bunun bir
adım ötesindeki hedefim bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak ele alıp bir
çağdaş müze yaratmak.
|