Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Medaim Yanık: En önemli hedefimiz mimarların dikkatini çekmekti.
|
/P>
MedaimY: Tamamen gerçek bir şeyden bahsediyoruz. Enterasandır, psikiyatri hastanelerinin ilk örneği 1030’lu yıllarda Bağdat’ta görülüyor. İngiltere’nin ilk psikiyatri hastanesinin kuruluşu ise yaklaşık 300 yıl sonrasına tarihleniyor. 1800’lü yıllarla birlikte, ‘asylum’ olarak adlandırılan büyük psikiyatri hastaneleri oluşturulmaya başlanıyor. Bunların ortak özelliği, şehrin dışında, 2000’den fazla yatağın olduğu, kendi kendilerine yetecek bir yapıda olmaları. Bu yapılanmanın iki farklı gerekçesi var. Birinci yaklaşım, psikiyatrik sorunların stres ve çevresel faktörlerden kaynaklandığı ve dolayısıyla hastaları pozitif, kontrollü bir yapıya taşımak. Diğer yaklaşım ise hastaları toplum için bir risk olarak görmek ve onları toplumun dışında tutmak; ki aslında bir uzaklaştırma girişimi. Foucoult, bu açıdan bakar ve 'büyük kapatma' der. Zamanla birlikte hepsinde de ortak sorunlar oluşmaya başlamış. Girenin neredeyse bir daha çıkmadığı hastaneler oldukları için, hepsi çok kalabalık hale geliyor. Bu da ciddi hijyen sorunlarını beraberinde getiriyor. Ayrıca insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Çünkü çok kalabalık yapı, kötü muameleyi de kendi içinde barındırıyor. Bunlar, aslında bizzat kendileri hastalık üreten gerekçeler. Kişiyi toplumdan izole etmiş oluyorsunuz, böylece onun sosyal yeteneklerinin hepsi devre dışı kalmış oluyor.
İngiltere’nin önünü çektiği yaklaşım ise 'toplum merkezli psikiyatri modeli' ile 'hastane temelli model' arasında bir denge kurmak. Çünkü hastalığın doğası, psikiyatri hastanelerini ya da en azından psikiyatri ünitelerini zorunlu kılıyor. Ayrıca bu hastalıklar nadir görülen hastalıklar değiller. Şizofreni yüzde 1 görünüyor; kesitsel olarak 0,5 ile çarparsak Türkiye’de yaklaşık 300 bin şizofreni hastası olduğunu düşünüyoruz. Bunun varyantlarını da düşünürseniz, hizmet vermemiz gereken 700 bin kişilik bir kitle var. Hastalığın özellikle alevlenme döneminde, hastaları ya da çevreyi korumak için süreli bir kısıtlanma gerekiyor. 10 – 20 günü kapsayan bu işlevi de hastane yerine getiriyor. Hastanede tutulma süresi eskiden dünyada altı ay iken, şimdi örneğin Bakırköy’de 22 gündür. Hedeflenen, bu süreyi olabildiğince kısaltmaktır, çünkü bir kişinin özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz.
|

MesutT: Aslında bu anlamda uzun bir gelenekten
bahsediyoruz.
Bu büyük hastanelerin sayısı, Amerika’da ve özellikle Avrupa ülkelerinde
hızla artıyor. Örneğin İngiltere’de 1950 - 60 yılları arasında 150 bin yatak
kapasitesi oluşuyor. 1960’lı yıllarla birlikte ‘asylum’ler eleştirilmeye
başlanıyor ve özellikle İtalya ile başlayan süreçle birlikte ‘psikiyatri ve
psikiyatri hastaları için özgürlük’ kavramları ortaya çıkıyor. Söz konusu büyük
hastanelerin ortadan kaldırılmaları ya da küçültülmeleri tartışılmaya
başlanıyor. 'Toplum psikiyatrisi modeli' dediğimiz ve Türkiye’nin de şimdi
geçmeye çalıştığı küçük hizmet birimlerinin oluşturulması yaklaşımı önem
kazanıyor. 150 bin olan rakam, zaman içinde 30 binler seviyesine indiriliyor.
İtalya ve Finlandiya’nın uygulaması ise psikiyatri hastanelerini kapatarak,
genel hastaneler içinde kliniklere dönüştürmek oluyor.