Ne biçim bir ülke burası diye şaşmaktan kendini alamıyor
insan... Bir gün bulutların üzerinde uçuyorum, ertesi gün dipsiz kuyuların en
dibine yuvarlanıyorum. Kimi kez aynı gün, aynı zaman dilimi içinde ikisi
arasında gidip geliyorum...
Antik kent Afrodisias’ta yaşadığım olağanüstü bir günü
düşünüyorum. Olağanüstülük sadece muhteşem sanat tarihi ve kültür mirasından
kaynaklanmıyordu. Olağanüstülük en çok, en çok, bir avuç insanın çılgınca
azmiyle canla başla çalışıp, olanaksızı olur kılmalarından kaynaklanıyordu...
Aydın’a bağlı Geyre’de ben bu mutluluğu
yaşadığım sırada, Sapanca’da ulusal kürek takımında yarışan
kürekçilere, “vay siz burada nasıl şortla dolaşırsınız” diye sille tokat
girişiliyordu!
Türkiye bir tane, bir ikincisi yok. Ama Türkiye’de birbirinden farklı o kadar
çok Türkiye var ki... Nasıl öğreneceğiz bir arada yaşamayı, bir arada
yaşayabilmeyi?..
Afrodisias’a dönüyorum: Geçen hafta sonu Afrodisias antik kentinde müzeye ek
olarak Sebasteion-Sevgi Gönül Salonu açıldı.
Ara Güler yolunu kaybedince
Afrodisias’ı dolaşıyorum: Agora, Odeon, Hadrian Hamamı derken bir ara karşıma
Sevgili Ara Güler ıkıverdi. Sarılıp kucaklaşırken dayanamayıp şöyle dedi: “Ben
olmasaydım, şimdi nah burada dolaşıyor olurdun!”
Ara Güler doğru söylüyordu. O olmasaydı, değil ben, hiç kimse buralarda
dolaşıyor olamazdı belki de... En iyisi baştan anlatayım:
Sene 1958. Ara Güler, “Hayat Mecmuası” için Keban Barajı’nın
açılışına gider. Dönüşte gecikir. Hava kararır. Aydın Valiliği’nden aldığı
arabanın sürücüsü yolu kaybettiğini itiraf eder. Sonuç: Gördükleri ilk ışığa,
karşılarına çıkan ilk köye girerler.
Köy kahvesinde Ara şaşkına döner: Masanın ayağı, iskemlenin arkalığı harika
mermer yontudur... Sorduğunda “köyde daha bunlardan çooook var” yanıtını
alır.
Ertesi sabah bütün o yontuların, “çook var”ların fotoğraflarını çekecek, bu
fotoğraflar Batı dergilerinde yayımlanacaktır...
Dünyanın öbür ucunda New York’ta genç bir Türk bilim adamı Prof. Dr.
Kenan Erim bu fotoğrafları görür, uçağa atlayıp Türkiye’ye gelir. Geliş
o geliş. 1961 yılından ölümüne dek tüm yaşamını bu antik kente adayacaktı...
(Öyküyü, Cengiz Bektaş’ın “Afrodisias” kitabından
özetledim.)
Kenan Erim, dünyanın her yanından insanların dikkatini buraya çekip bir
yandan maddi katkı sağladı, bir yandan kazıları sürdürdü... Yıllar geçtikçe
ortaya çıkanlar, arkeoloji dünyasını sarsıp durdu. Çünkü Afrodisias neolitik
çağdan başlayarak önce bir yerleşim merkezi; MS 2. yüzyıldan sonra da kâh dinsel
merkez, kâh Karya’nın başkenti, ama asıl önemlisi 600 yıl boyunca çevredeki
zengin mermer kaynakları nedeniyle, güzel sanatlar merkezi oldu. Buradaki ünlü
heykelcilik okulu yüzyıllar boyunca sanatçıları buraya çekecekti!
Bizim Ara Güler’imizin bir akşam vakti yolunu kaybetmesi boşuna değil
yani!
Sevgi Gönül Salonu
Prof. Erim zamanında, Afrodisias’ta ortaya çıkarılan eserler, buradaki
hazinenin çok küçük bir parçasını oluşturuyor. Bunların sergilenmesi için
kurulan müze, 1979 yılında hizmete girmiş ancak eserlerin büyük bir çoğunluğu
depolarda tutuklu kalmıştı...
Afrodisias’a gönül verenler Kenan Erim ve arkeologlarla sınırlı değildi.
Sevgi Gönül’ün öncülüğünü ve başkanlığını yaptığı Geyre Vakfı, 80’li yıllardan
başlayarak seferber oldu. Bir avuç insan olağanüstü bir çabayla kolları sıvadı,
yurtiçinden ve yurtdışından buraya finansman sağladı. Yaratıcı güç, emek, alın
teri ve en çok da düş güçlerini işleterek maddi ve manevi katkı için amansız bir
çaba sürdürdüler. Geyre Vakfı’nın tüm etkinliklerine Yapı Kredi destek
verdi.
Cengiz Bektaş ustalığı
Sevgi Gönül göremedi. Ancak geçen hafta sonu açılan salona onun adı verildi.
Aslında salon demek doğru değil. İlkine ustalıkla bağlanmış ikinci bir
müze...
Kenan Erim döneminde ortaya çıkarılan Sebasteion ya da İmparatorlar
Tapınağı’nın eşsiz kabartma heykelleri, yersizlikten bugüne dek depolarda
duruyordu. Geyre Vakfı, bunların sergilenebileceği alanı mimar Cengiz Bektaş’tan
istedi.
Cengiz Bektaş burada “mücevher” niteliğinde bir iş çıkarmış. Hem çok yalın,
hem çok işlevsel, hem de mükemmeli yakalayan bir tasarım. Görkemli merner
röliyefler, yapının iki yanı boyunca, öyküleri, özellikleri, katkıda
bulunanların adlarıyla sergileniyor. Geçmişine ihanet etmeden sergileniyor...
Zemindeki camdan, kentin çok daha gerilere giden dokusunu görebiliyorsunuz...
Kaynağına göz kırparak sergileniyor... Bir kabartmadan ötekine ilerlerken, o
mermerin kaynağına, Babadağ’a siz de camdan bakabiliyor ve hayranlık
duyabiliyorsunuz... Geleceğe işaret ederek yarının çizgilerini de barındırarak
sergileniyor...
Afrodisias’a bu eşsiz gezim Odeon’da Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ve
flütüyle bizlere unutulmaz anlar yaşatan Bülent Evcil’in konseriyle taçlanırken
emeği geçen, katkıda bulunan herkese şükran duyuyordum.
Afrodisias orada, sizi bekliyor. Gidin görün!
|