“Üstat, mimar, bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve
duvarları öyle nakş bukalemun eylemiş ki methinde diller kısır, kalem
kırıktır...”
Bu tanımlama Evliya Çelebi’ye (1611-1683) ait... Anadolu’da
Selçuklu mimarlığının “mucizevi” şaheseri “Divriği Ulu
Camisi”ni 1649’da ziyaret etmiş...
Mengücükoğlu Ahmet Şah’ın karısı Behram Şah
ile kızı Turan Melik’in 1228’de yaptırdıkları külliyede ruh
hastalarının su sesi ve “musiki”yle iyileştirildikleri Şifahane de var.
Evliya, ziyaret ettiğinde, Ahlatlı mimar Hürremşah’ın
yönetimindeki Selçuklu ustalarınca “nakş” (nakış) işlercesine yaratılan
“heykelsi” bezemeler henüz 420 yıllıktı.. Şimdi, 780 yıl sonra bile, yorgun ve
yıpranmış olmalarına rağmen her göreni en az Evliya kadar etkiliyor;
“tanımlanamaz” bir beceri ve estetik düzeyiyle “ortaçağ” Anadolu’sunun dünyayı
şaşırtan uygarlığını belgeliyorlar...
Restorasyon kaygıları
Divriği Külliyesi, işte bu nedenle
UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde “çok özel”
bir insanlık değeri olarak yerini aldı. Bakımı, ömrünün uzatılması ve daha
yüzlerce yıl insan aklının ve yaratıcılığının büyüklüğünü gelecek kuşaklara
gösterebilmesi için de nice projeler geliştirildi; girişimlerde bulunuldu...
Ne var ki günümüzün onca gelişkin inşaat teknolojisine ve restorasyon
alanındaki bilimsel ilerlemelere rağmen, “onarım kaygıları”ndan kurtulamadı. Her
yönüyle “eşi olmayan” dünya mirasının, yine tüm ayrıntılarıyla “özgün”lüğüne
zarar gelmesini istemeyenler, “aman!” diyorlar; “restorasyon adına işlenen
kültür katliamlarından biri daha, hiç değilse bu başyapıtta yaşanmasın...”
Bu yaygın endişenin temelinde koruma uygulamalarında izlenen ihale
yöntemlerindeki “yanlışlara ve beceriksizliklere ortam hazırlayan” bilim dışı
kurallar ile bunlar sonucunda ortaya çıkan sayısız olumsuz sonuç yatıyor...
Birçok anıtsal yapımız, restore edildikten sonra, eskisini “andıran” yepyeni ve
“ruhsuz” binalara dönüşüyor. Bu nedenle “Vakıflar Genel Müdürlüğü”nün
kurallarıyla onarıldığında, son yıllarda artan “restorasyonla tahribat”lardan
biri daha olmasından korkuluyor...
Bu “uygarlık zaafı”nın giderilmesinde ilk önemli adımı oluşturacak “anıtlar
için ayrı ihale yasası” hazırlığı, yıllardır sonuçlanmadı. Dahası, hiç değilse
UNESCO listesindeki Divriği Külliyesi’nin sanat tarihi değerini gözeten bir
mimari restorasyona olanak sağlayacak “özel yasa” önerileri, siyasilerin
gündemine girme şansını bulamıyor...
İşte böylesi bir süreçte, 28 Nisan’da İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nin tarihi Taşkışla binasındaki “Mimar Sinan Salonu”nda
açılan “Cennetin Kapıları” fotoğraf sergisi, sadece duyarlılık
yüklü bir belgeleme değil... Belki daha önemlisi, ülkemizin nasıl bir hazineye
sahip olduğunu bir kez daha “fark ettirmek” için mükemmel bir çalışma...
Hürremşah'ın heykeli
Sergi duyurusundaki vurgulamayla; “sıradan bir taş oyma bezemenin çok üstünde
heykelsi yontularının sadece İslam sanatı içinde değil dünya sanat tarihinde de
başka bir benzerinin olmadığı”nı göstermekle kalmıyor; onarım için en güvenilir
yöntemin bulunmasını “yaşamsal” görenlerin “hassasiyetlerini ve haklılıklarını”
da kanıtlıyor. Çalışmanın danışmanı Prof. Doğan Kuban’ın,
“Hürremşah’ın Heykeli” nitelemesiyle birlikte “adeta dokunulmadan müzeye
kaldırılması, Kutsal Emanetler gibi saklanması gereken bir sanat ürünü”
demesindeki “gerçekçi”liği de gözler önüne seriyor...
Fotoğrafları kutlanacak bir özen ve ustalıkla çeken Mimar Cemal
Emden ile sergiyi tasarlayan ve gerçekleştiren mimar Basri
Hamulu, özellikle “yok olma” tehlikesini taşıyan “taç kapı”lara şöyle
dikkat çekiyorlar.
“Bu külliyeyi olağanüstü kılan taç kapıları. Çünkü taşlar geleneksel yöntemle
tek tek işlenip üst üste dizilmemiş; bir heykel gibi yekpare taştan oyulmuş. Bu
yöntem külliyeye aynı zamanda 800 yıldır ayakta kalacak bir sağlamlık da
kazandırmış...”
‘Vakıf Haftası'ndayız
Taşkışla’da 29 Mayıs’a kadar görülebilecek serginin açılışına,
“Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü”nden katılan yoktu.. Oysa
tam da bugünlerde ‘Vakıf Haftası’ (04-10 Mayıs 2009) kutlanıyor
ve Ankara’daki toplantılarda eski eserlerimizin korunması” ele alınıyor!
Davet edildikleri halde, yaşatılmasından sorumlu oldukları bu dünya
şaheserinin “mutlu gün”üne gelmeyen ve “çok özel bir koruma yöntemi”ne
gereksinimi olduğunu kanıtlayanlara “teşekkür” bile etmeyen Vakıflar yönetimine
bilmem ki ne demeli... Üstelik, Vakıflar Haftası’nın davetiyesinde de
Divriği Ulu Camisi Taç Kapısı’nın fotoğrafını kullanmalarına
rağmen...
Cennetin Kapıları dünyayı da dolaşmalı. Öncekiler bir yana, “sonra”kiler
arasında bile ustalık ve yaratıcılıkta “yegâne”liğini koruyan mimarlık
hazinemizin “evrensel”liği kanıtlanmalı...
|