Ayasofya’nın altındaki yaklaşık
1700 yıllık sırların, efsanelerin peşine düşen belgeselci
Göksel Gülensoy, iki dalgıç ve dört mağaracıyla bugüne kadar
girilmemiş mekânlara ulaştı. Dalgıçlar, sarnıçların Yerebatan
ve Topkapı Sarayı’yla bağlantılarını araştırdı. Mağaracılar
Tekfur Sarayı’ndan, Adalar’a uzandığı rivayet
edilen gizli geçitleri bulmaya çalıştı. Çekimine 1998’de başlanan belgesel,
bütçe, resmi izinler ve müzede sürdürülen restorasyon çalışmasının çıkardığı
engeller nedeniyle ancak tamamlanabildi. 50 dakikalık “Ayasofya’nın
Derinliklerinde”, sonbahardan itibaren uluslararası yarışmalara
katılacak.
Dev kubbenin altında, ana salonun zeminine gömülü sarnıç kapaklarından önce
girişe yakın olanı açıldı. Çevresindeki betona bakılırsa, uzun zamandır
kullanılmamıştı. Ayasofya Yıllıkları, 1945’te zemindeki suyun
boşaltılıp araştırma yapılmasına karar verildiğini, ancak sarnıçlardaki suyun
azalmadığını, motorun yanmasıyla bu işten vazgeçildiğini yazıyordu. Yani,
kapaklar 64 yıl sonra ilk kez açılıyor, tarihte ilk kez zemine bir dalgıç
iniyordu. Saat sabahın 9.30’uydu, su sıcaklığı aralık ayının da etkisiyle 6
dereceye düşmüştü. Sarnıca kameraman Engin Aygün ve ardından
fotoğrafçı Ozan Çokdeğer indi. Bir hafta önceki ön keşif
çalışmasında, ucuna ip bağladıkları kamerayı suya sarkıtmış, geçide benzer
bölgeler görmüşlerdi. Kapak, dalgıç tüpünün geçemeyeceği kadar dardı. Bu
nedenle, 50 metrelik hortum hazırlanmıştı. Geçitler binanın derinlerine
uzanıyorsa, dalgıçlar burada nargile sistemiyle hortumdan soluk alarak
ilerleyecekti.
İlk kapağın altındaki sarnıç 12 metre derinlikteydi. Ozan Çokdeğer, dibe
yaklaştığında kürek sapını andıran, ağacın damarlarını bile görebileceği kadar
iyi korunmuş iki kalın sopaya rastladı. Dokunduğu anda toza dönüştüler. Ardından
bir kova çıktı karşısına. O da dokunur dokunmaz tuz buz oldu. Bunların dışında
bir hayvan iskeleti vardı zeminde. Yaklaşık 50 dakika sarnıç duvarlarını
inceleyip, su üstüne çıktı.
Heyecan yaratan fotoğraf
Araştırma ekibinin dalış için sadece bir günlük, yani 8 saatlik çalışma izni
vardı. Hızla, kubbenin merkezine daha yakın olan ikinci kapağa yöneldiler.
Müzenin eski müdürlerinden Erdem Yücel, yönetmen Göksel
Gülensoy’a yıllar önce eski bir fotoğraf göstermiş, bunun Ayasofya’nın
temellerinde çekildiğini söylemişti. Fotoğrafta, Yerebatan Sarnıcı’nı andıran
suyla dolu bir mekânda bot içindeki araştırmacılar görülüyordu. Sismik
araştırmalar da büyük salonun altının boş olduğunu göstermişti. Ön inceleme
sırasında ikinci sarnıca kamera sarkıtan ekip, kapağın iki metre altında,
binanın merkezine ve çıkış kapısına uzanan iki geçit saptayınca heyecanlanmıştı.
Bu geçitler Yerebatan’dan, Topkapı’ya kadar uzanabilirdi.
Kutsal su mataraları
Dalış amiri Levent Karataş ve acil durum dalgıcı
Kenan Ergüç, kameraman ve ardından fotoğrafçıyı iple ikinci
sarnıca indirdi. Önce dibe kadar indiler. Balçıkla kaplı zemin aşağılara doğru
gidiyordu. Sanki, çöküntüyle kapanmıştı. Dizlerine kadar balçığa batan
Çokdeğer’in ilk gözüne çarpan, 1917 tarihli 10 civarında asker matarasıydı.
İşgal yıllarında kutsal sudan almak isteyen İngiliz askerleri düşürmüştü
bunları. Ardından Ayasofya’yı aydınlatan dev avizelerdeki kandillerin camları
çıktı. Biraz daha karıştırınca, eline bir zincir geldi. Ucunu çektiğinde, iki
halkayla karşılaştı. Prangalı bir tutsağın hayatı muhtemelen burada sona
ermişti. Bu düşünceyle ürperen Çokdeğer’in, gittikçe bulanan suda en son gördüğü
vitray benzeri, 7 renkli bir camdı. Bulduğu objelerden birkaçını daha net
görüntülenmesi amacıyla sarnıç dışında bekleyenlere iletti. Bunlar daha sonra
tekrar suya atıldı. Taş örülü duvardaki, kapatılmış geçitleri de inceleyen,
görüntüleyen iki dalgıç yaklaşık 50 dakika sonra sarnıçtan çıktı. Doğruca
bahçedeki seyyar röntgen aracına gidip, film çektirdi. Yönetmen Gülensoy’un
talebi üzerine, Sağlık Bakanlığı’nca görevlendirilen aracın personeli,
dalgıçların vücudunda herhangi bir yabancı cisim bulunmadığına dair rapor tuttu.
Bakanlık bulguların yerinde bırakılması, yapıda iz bırakacak herhangi bir
değişiklik yapılmaması koşuluyla çekim izni vermişti. Bu nedenle kapalı geçitler
de zorlanmamıştı.
Ayasofya’nın ana salonundan girilen tünellerdeki araştırma ve görüntüleme
çalışmasını ise Yaman Özakın yönetimindeki Boğaziçi
Üniversitesi Uluslararası Mağara Araştırma Derneği (BUMAD) üstlenmişti.
Dört tecrübeli mağaracının, dalgıçlar gibi, araştırma ve çekim için 8 saati
vardı.
Yeraltında 283 metre
Kasklarına profesyonel kameralar yerleştirilmişti. Önce
İGDAŞ ekibi geçidin girişinde zehirli gaz ölçümü yaptı. Tehlike
yoktu. Ardından dört kişilik ekibe gaz dedektörleri verildi. Aşağıya sarkıtılan
mağaracılara Ayasofya Müzesi Başkanı Doç. Dr. Haluk Dursun da
katıldı. İlk ayak bastıkları salon koridor gibi uzundu, sütunlarla
güçlendirilmişti. Buradan Sultanahmet Meydanı ve Topkapı Sarayı yönüne, yaklaşık
70 santim yüksekliğinde, taş örülü iki tünel uzanıyordu. 5. yüzyıldaki güçlü
Bizans İmparatoru II. Teodosios’un halka görünmeden
Ayasofya’dan Tekfur Sarayı ve Hipodrom’a geçtiği tünel bu olmalıydı. Mağaracılar
iki ekibe ayrılıp, zıt yöndeki tünellere girdi. Tuğladan kemerlerle
güçlendirilmiş tüneller 50 metre sonra ikiye ayrılıyor, bir kolları kubbenin
altına doğru ilerliyordu. Bu uçlar kapanmıştı. Yaman Özakın ve
Emrah Çoraman, lazer yardımıyla ölçüm yaptı, kroki çıkardı.
Pelin Kurt ve Aydın Menderes, Topkapı Sarayı
yönünde ilerlemeyi sürdürdü. Menderes, önce 25 santim yüksekliğindeki bir
tünelden sürünerek, ilerledi. Taşların arasından, ışığın sızdığı bir noktaya
rastlayınca kalem kamerasını buradan dışarı çıkardı. Avluya ulaşmıştı. Geri
döndü, bu kez daha dar bir başka bölümden sürünerek geçip, iki metre
yüksekliğinde, yaklaşık beşer metrekarelik iki odaya ulaştı. Çevrede kemikler,
testi kırıkları vardı. Kaynaklara göre Ayasofya’ya 13. yüzyıla kadar sadece bir
kişi gömülmüştü: Çocuk Aziz Antinegenos. 200 yıl sonra ise
Patrik Athanasius defnedilmişti. Muhtemelen ulaşılan oda bu iki
kişinin mezarıydı. Ve Ayasofya zeminindeki 283 metrelik tünellerdeki keşif
turunun en heyecan verici bulgusu bu odaydı.
Göksel Gülensoy (Yönetmen) / Altı, üstünden daha heyecan
verici
1990’da Semavi Eyice’nin öğrencilerinden, dostum Doç. Dr. İhsan Tunay beni
Ayasofya’da gezdirmiş, birbirinden ilginç efsaneleri anlatmıştı. Sayesinde bu
yapıya tutkuyla bağlandım. 1992’de efsanelerin ışığında yapıyı anlattığım
“Ayasofya” belgeselini çektim. San Sebastian, Tampere ve Ankara film
festivallerinde ödül aldı. Bu şevkle, Ayasofya’nın sırlarını saklayan tünel ve
sarnıçlar üzerine ikinci filmin çekimine başladım. Doç. Dr. Haluk Çetinkaya’nın
danışmanlığında, zemindeki gizemi araştırdım. Bence Ayasofya’nın altı, üstünden
çok daha heyecan verici. Üçüncü filmimde, Apsis’in altındaki iki odanın izini
sürmek istiyorum. Ayasofya’nın ilk papazının eşyalarıyla gömüldüğü, Topkapı
Sarayı’na tünelle bağlandığı söylenen oda daha önce derinlemesine
araştırılmamış.
Doç. Dr. Haluk Dursun (Ayasofya Müzesi Başkanı) / Müze birkaç yıl
kapatılıp, kapsamlı bir restorasyondan geçirilmeli
1935’ten bu yana yerli ve yabancı araştırmacılar Ayasofya’da incelemeler
yapıyor. Yine de birçok özelliği henüz bilinmiyor. Belgesel ekibi bence çok
önemli iki bulguya ulaştı. Kaynaklarda papaz mezarı olarak geçen odaları
keşfettiler ve sarnıçlar hakkındaki şehir efsanelerinin doğru olmadığını ortaya
çıkardılar. Bu bulgular arkeolojik açıdan da incelenmeli. Aslında Ayasofya, bir
süre ziyarete kapatılıp kapsamlı bir taramadan geçirilmeli. Türkiye’nin tüm
restoratörleri toplanıp, hızla mozaiklerinin ve diğer bölümlerinin bakımı
yapılmalı. Ayrıca İstanbul’a Klasik İstanbul ya da Doğu Roma Medeniyeti Müzesi
kurulmalı ve bu yapıdan çıkanlar bu müzede sergilenmeli.
Pelin Kurt - Aydın Menderes (BUMAD üyesi mağaracılar) / Tarihin
içinde yürüdük
Boğaziçi Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gören Pelin Kurt (21) ile İTÜ Gemi
İnşaat Fakültesi mezunu Aydın Menderes (26), BUMAD’ın etkinlikleri kapsamında
birçok mağara keşfi yaptı. Ancak “Ayasofya’nın Derinliklerinde” belgeseli için
ilk kez bir tarihi binanın dehlizlerini keşfe çıktılar. 1.60 metre boyundaki, 55
kilo ağırlığındaki Menderes, dar geçitleri aşma konusundaki mahareti nedeniyle
ekibe seçilmişti. “Öyle dar geçitlerden geçtim ki, başımı yan çevirip sürünmem
gerekti. Ama ilk kez tespit edilen papaz mezarlarına ulaşınca bu çabaya değdi”
diyor Menderes. Kurt ise daha önce Zonguldak’taki maden ocakları gezisinden bu
tür ortamlara hazır olduğunu, yine de gaz zehirlenmesinden endişe ettiğini
söylüyor.
Ozan Çokdeğer (Dalgıç, fotoğrafçı) / Tünelin çökmesinden
korktum
Aslında inşaat mühendisiyim. Mağaracılık ve dalgıçlık hobim. Türkiye’nin tüm
önemli kara ve denizaltı mağaralarına girdim. Bu iş önerildiğinde, tarihi bir
mekâna dalacağım için heyecanlandım. Ancak hava kabarcıklarının basıncıyla
tüneller çökebilir, soğuk suda hipotermi tehlikesi yaşayabilirdim. Sarnıçlara
yedek el tüpüyle indim. Neyse ki sorun yaşamadım. Fakat sarnıçlardaki objelerle
bu kadar yıldır ilgilenilmemiş olması beni üzdü. Kapakların açılıp, kapsamlı bir
çalışma yapılması gerekiyor.
Ses Yetkin Dikinciler müzik Cahit Berkay’dan
“Ayasofya’nın Derinliklerinde” belgeselinin yapımı 11 yıl
sürmüştü. 1998 Kasımı’nda NTV için yapımına başlanmış, ancak maliyeti bütçeyi
aşınca kanal projeden çekilmişti. 2001’e kadar kendi kaynaklarıyla çekimi
sürdüren Göksel Gülensoy, parası tükenince yurtdışına gitmiş, 2007’ye kadar
çeşitli TV kanallarında çalışıp para biriktirmişti. Dönüşte de gereken izinleri
alıp filmi geçen ay tamamlandı. Cahit Berkay müziğini besteledi, Yetkin
Dikinciler metni seslendirdi. Film ekim ayında Antalya Film Festivali’nde
gösterime çıkacak. Daha sonra uluslararası yarışmalara katılacak.
|