Bugün başkentteki pek çok kentsel sorunun nedenleri, gereğince yapılmamış
(yapılması işe gelmemiş) bir şehir planlamasında aranmalıdır. Küreselleşme
sürecine bağlı olarak kentleri birer rant merkezine dönüştürme yolunda ilerleyen
neoliberal politikalar, kentleri, planlamanın sağlayacağı bütüncül yapının çok
uzağına götürerek daha çok ekonomik kaygıların göz önünde bulundurulduğu parçacı
bir anlayışa sürüklemektedir. 1980’li yılların başında yerelleştirilen planlama,
bugün “bu kavramın yerini kentsel dönüşüm yasalarına” bırakmasına kadar
uzanmıştır. Kamu yararı, kültürel ve çevresel değerler, bu “yasaların” uygulama
alanı dışında bırakılmış, söz konusu süreç ile hem toplumsal ve sosyal açıdan
hem de kent bütünlüğü olarak parçalanmış bir başkent olma noktasına gelinmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti başkentinin şehir planlamasına ilişkin gelinen noktada
kaybettikleri düşünülüğünde; Başkent Ankara’ya verilen Avrupa Ödülü kimi, hangi
sebeple sevindirmelidir? Ödülü alan Anakent Belediyesi'ni uygulamakta olduğu
toplumcu, katılımcı yerel yönetim için mi? Yoksa başkentte her geçen gün
yükselen sürdürülebilir bir kentsel yaşam kalitesi için mi? Ya da Başkent’te
yaşayan insanların, birer kentli olarak sahip olmaları gereken kentli
haklarından aslında haberdar bile olmadıkları için mi?
Başkentte bugün, ulaşım, çevre, kentsel dönüşüm projeleri, Toplu Konut
İdaresi (TOKİ) konut uygulamaları veya kültürel mirası koruma dendiğinde, Avrupa
başkentlerine kıyasla, çok farklı şeyler anlaşılmaktadır. Örneğin:
Ulaşım denildiğinde insan değil araç, toplu taşıma denildiğinde, Avrupa
başkentlerine kıyasla, Ankara’daki çok daha pahalı toplu taşım ücret tarifeleri,
AB ölçütlerine uymayan araçların kullanımı için her gün bir yenisi yapılan katlı
kavşaklar, viyadükler ve alt-üstgeçitler, metro denildiğinde on yıllardır
bitmeyen ve bazıları hiç başlamayan hatlar;
Çevre denildiğinde, Avrupa başkentlerinde kişi başına düşen sadece aktif
yeşil alan 26 metrekare iken, kentlisine duyulan saygıyla doğru orantılı olarak
Ankara’da kişi başına düşen (pasif alanlar dahil) sadece 14,91 metrekare yeşil
alanlar,
Kentsel dönüşüm projeleri denildiğinde, rant sağlamaktan öteye gitmediği
görülen, bu amaçla hayata geçecek bir projenin kentsel olarak gerçekten neyi,
kim için, hangi koşullarda, neye dönüştürmeyi hedeflediği anlaşılmayan
projeler;
TOKİ denildiğinde, başkentte atılan okların yine hedefini şaşırdığı
“özellikle doğal, ekolojik, kültürel değerleri açısından yasalarla korunmaları
öngörülen bölgelerdeki, bütün bu unsurları göz ardı eden yer seçimleri ve keyfi
ve denetimsiz imar yetkilerinin getirdiği sonuçlar”;
Mimari denildiğinde, Avrupa başkentlerinde, yapılaşmayla hedeflenen estetik
kaygı ve bunun sağlayacağı kentsel uyum, başkente gelindiğinde, cadde ve
bulvarlar dahil olmak üzere en çok da Kızılay ve Ulus kent merkezlerindeki
binalar üzerinde bulunan sayısız ticari tabelanın örnekliği kaygısızlık ve
uyumsuzluk,
Kültürel mirası koruma denildiğinde, yeni yapılaşma ile koruma arasında
kurulamayan denge, bu plansızlığın talihsiz örneklerinden yalnızca biri olan,
Kızılay meydanı ve tarihi Ulus Kent Merkezi’nin önce bozulan geleneksel
dokuları, sonrasında ise caddelerin otoban haline getirilmeye çalışılması akla
gelmektedir.
Ey kentli tüket, yalnızca tüket
Günümüzde hizmet diye başkentlilere sunulan, küreselleşen sermayenin
karşılanması gereken ihtiyaçlarıdır ve bu süreçteki insana ilişkin temel hedef;
kapitalizmin kendine yaratacağı yepyeni tüketiciler olacaktır. İnsanlar gibi
planlamalarda metalaştırılarak kentlerde üretim ve tasarruf yerine tüketim,
kendine yeni yollar bulacaktır. Kim bilir, tüm bunlardan kentliler dışında
kimler, ne fayda sağlayacaktır? İnsanı kuşatan tüketme güdüsü, Ankara’da hangi
ihtiyacı karşıladığı asla anlaşılmayarak her gün bir yenisi inşa edilen
alışveriş merkezleriyle beslenmeye devam edecek, kentin fiziken ayrışarak,
denetimsizce büyümesi sürecektir. Kent içinde oluşan yeni kentçiklerle ekonomik
parametreler düzleminde sosyal ve kültürel ayrışmalar yaratılarak, kentli
birbirinden, kentli merkezlerinden kopartılmaya devam edilecektir...
Başkentte başa gelenler şaşırtıcı değil
Bugün Ankara’da, ilk yağmur damlasında sıkışan trafik, su basan altgeçitlerde
mahsur kalan arabalar sürpriz değildir. İnsanlardan (yayalardan) çok, özel
araçların özgürlüğünü ilan ettiği bir başkentte, enerji açısından her gün daha
fazla bağımlı hale gelmek tesadüf değildir. Yeşil alanlarla, kimliksiz yapıların
yarış bile edemeyeceği bir kentleşme asla hesapsız değildir. Avrupa ödüllü
Ankara’da, kaynak, enerji, ulaşım, toprak alanlarında yapılan her israfın
nedeni; ileriye dönük, sürdürülebilir korumayı ve kalkınmayı birbirinden ayrı
düşünemeyen, ekolojik ve insan odaklı olmayı hedefleyen bir planlamanın
başkentin yerel yönetimi için mevcut olmayışından başka bir şey değildir. O
halde, yerel yönetimlerin yegâne amacı, kente ve kentlilerine hizmet etmek ise
ve bunu gerçekleştirebilmek için gerekli olan bahsettiğimiz bu bütüncül
planlamayı uygulayabilmek için;
Başkentin asıl sahibi olan kentlilerinin katılımıyla, ilgili üniversitelerin,
meslek odalarının, kamu kurum ve kuruluşların bilimsel katkı ve desteklerini
almak,
Madem hedef Avrupa normlarında bir başkent olmak;
Planlı bir kentleşme yolunda atılması gereken adımlar için önemli rehberler
olan; Avrupa Kentsel Şartı, Avrupa Sağlıklı Kentler Ağı, Europa Nostra gibi
teşviklerden Başkent Ankara için artık “görünür, gerçek faydalar” edinmek,
atlanmaması gereken önemli noktalardır. Zira başkentlinin neye ihtiyacı olduğu
aslında son derece açıktır... “Başkentli çocuk, kadın, erkek, engelli, hasta,
yaşlı veya sağlıklıdır, o halde her haliyle hak ettiği öncelikle insanca
yaşamaktır”.
|