Beklenen Marmara depremi nedeniyle gerek
İstanbul’da ve gerekse çevre illerde yaşayanların
tedirginlikleri her kesimce bilinmektedir. Çeşitli deprem senaryolarına göre 7.2
büyüklüğündeki bir deprem İstanbul’da en az 50 bin kişinin can kaybına ve 150
milyar dolar civarında bir ekonomik kayba sebebiyet verecektir. Ne bu can
kaybını, ne yaşanacak acıları, ne de bu büyüklükte bir ekonomik kaybı
göğüsleyebilecek durumda mıyız? 1999 Marmara depreminde yaşadığımız bunca
felaketten sonra yeni bir depremde yaşanacak böyle bir acı manzara nedeni ile,
yüzümüz hem kendi toplumumuza hem de yabancılara karşı kızarmayacak mı?
Bu kadar büyük bir can kaybının ve milli ekonomimize indirilecek böylesine
büyük bir darbenin sorumlusu kim olacak? Deprem riskini azaltabilmek için bugüne
kadar irili ufaklı birçok yararlı çalışma yapılmıştır. Ana arterlerdeki bazı
viyadükler ile yetersiz de olsa bazı okul ve hastaneler güçlendirilmiştir. Ama
erişilen son durum yetersiz ve yürekler acısıdır. Dilerseniz bazı istatistiklere
birlikte göz atalım:
İstanbul’da 1.3 milyon bina var. Güçlendirilen bina sayısı yüzde 1’i geçmez!
İstanbul’da 3 bin okul var. Sadece 271’i (yüzde 9’u) güçlendirildi.
İstanbul’da 635 özel ve kamu hastanesi ile 415 sağlık ocağı var. Sadece 48
hastane ve sağlık ocağında (yüzde 5’i) güçlendirme yapıldı.
İstanbul’da 2 bin 473 kamu yönetim binası var. Sadece 847’si (yüzde 34’ü)
güçlendirildi.
İstanbul’da 128 öğrenci yurdu var. Sadece 1’i güçlendirildi.
Türkiye’de 15 milyon bina var. Bunların yüzde 55’i kaçak, yüzde 60’ı yirmi
yaş üzerinde ve depreme karşı güvensiz.
Bu acı gerçeklere bakarak söyleyebileceğimiz tek söz ‘İstanbul uyuyor!’dan
başka ne olabilir? İstanbul 1999 Marmara depremlerinden bu yana geçen on bir
yılda uyumamış olsa idi, bırakın mal güvenliğimizi ve ekonomimizi, can
güvenliğimize büyük bir tehdit oluşturan yukarıdaki tablo, böylesine karanlık ve
başarısız olur muydu?
‘Çıkmaz sokak’
İnsanın aklına gelen ilk öneri şu oluyor: “Deprem yönetmeliğine göre
dayanıksız olan tüm kamu ve özel sektör binalarını derhal güçlendirelim!” İlk
bakışta makul ve tek çıkar yol gibi görünen bu öneri, aslında “çıkmaz sokak” ve
akıldışı olmaktan öteye geçemeyen bir düşüncedir. Çünkü, İstanbul’da bulunan
yaklaşık 1.3 milyon binanın, daha doğrusu 3.5 milyon dairenin yüzde 95’i demek
olan yaklaşık 3.3 milyon daire, deprem yönetmeliğimize göre güvensizdir. Bu
“güvensiz” dairelerin bulunduğu binaları güçlendirebilmek için, daire başına
ortalama 8 bin dolar masraf varsayımı ile tüm İstanbul için 26.4 milyar dolara
ve 25 senelik bir inşaat zamanına ihtiyaç vardır. Ne bu para, ne de bu zaman
bulunabilir! Hukuksal ve lojistik sorunlar da cabasıdır. O halde, akıldışı ve
“çıkmaz sokak” demek olan bu güçlendirme önerisini terk etmekten başka çare
yoktur!
Risk yönetiminde öncelik, mal güvenliği yerine can güvenliği olarak seçilir
ve can kayıplarının genelde daima “komple göçen” binalardan kaynaklandığı
varsayılırsa, izlenecek tek doğru yolun, sadece hiçbir binanın “komple
göçmesine” izin vermemek olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. İşte bu
nedenle, bir binanın “komple göçme” niteliği taşıyıp taşımadığını tayine yarayan
hızlı değerlendirme yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemler arasında en etkili
ve bilimsel isabet derecesi en yüksek (yüzde 95) olanı P25 Metodu’dur. Bu metot
ile, yaklaşık bir saat içinde ve 800 TL gibi düşük bir maliyetle betonarme bir
binanın “Göçer mi?” veya “Göçmez mi?” olduğunu, yüzde 95 bir kesinlikle tahkik
etmek kabildir.
Bir binanın göçme nedeni olarak kısa kolon; yumuşak kat; farklı seviyede
döşemeli çarpışma; kolon, perde ve yığma duvarların yetersizliği; kolon veya
perde süreksizliği; yatayda döşeme süreksizliği; çıkmalar, sıvılaşma, heyelan,
büyük oturma, korozyon, beton kalitesi, etriye noksanlığı gibi hususlar göz
önüne alınmaktadır. Eğer bir binanın depremde “komple göçecek” nitelikli olduğu
anlaşılırsa, yapılacak şey, daha doğrusu takip edilecek yol şudur: Binanın ya
yıkılıp yeniden yapılması gerekir veya usulüne uygun güçlendirilmesi için mal
sahibine bir süre (mesela 2 yıl) verilir. Bu süre sonunda bina yıkılıp yeniden
inşa edilmemişse veya usulünce güçlendirilmemişse, bina polis marifeti ile
iskândan arındırılır ve mühürlenir. Böylece “göçecek” nitelikli binalar, bir
bina stoku içinden söküp atılmış olur. Sonuçta, hiçbir bina “komple” göçmeyeceği
için, pratik olarak can kaybı da olmaz! Bina taraması yolu ile, betonarme veya
yığma bir binanın depremde “göçüp” “göçmeyeceği” niteliğinin sağlayacağı
yararlar, aşağıdaki bilgi notunda özetlenmiştir. (Açık Pencere - Melih Aşık,
07.02.2010 Milliyet)
Haiti Olmamalı
Haiti depremi sonrası ABD bu ülkeye asker indirince, Mine Kırıkkanat’ın
romanı “Bir Gün Bir Gece” gündeme geldi... Hani o, bir deprem sonrası
ABD’nin Türkiye’yi işgal edeceğini öngören roman... Profesör Semih Tezcan ise
böyle düşünenlere tepki gösteriyor: - Böyle bir ilişki kurmak aptalca, diyor,
Amerika bize ‘Depreme hazırlanmayın’ mı diyor?Ve ekliyor:“Aklımızı başımıza alıp
derhal, hemen, yarın sabahtan başlayarak, depreme hazır hale gelmeye bakalım...”
Peki, ne yapalım? Binaların muayenesi pahalıya geliyor. Üstelik binanın onarımı
gerekirse bunun için de para yok. Semih Tezcan’ın formülü basit: “Kamu ve özel
binalar dahil, tüm bina stokunu P25 Yöntemi ile tarayarak, ‘göçer’ nitelikli
binaları bulup fişlemeli ve sadece bu ‘göçer’ nitelikli binalar iskândan
arındırılmalı, yıkılmalı veya usulünce güçlendirilmelidir.”
Nedir bu P 25 metodu?“P25 metodu ile bir betonarme binanın beton
kalitesi, hiç beton karot numune alınmadan, hiçbir tahribata meydan verilmeden,
ultrason aletleri ile belirlenmekte, binanın ‘göçer’ ‘şüpheli’ veya
‘göçmez’ nitelikte olduğu bir saatlik bir çalışma sonunda ve bilgisayar
ortamında tayin edilmektedir.”
Peki fiyatı? “Daire sayısı ne olursa olsun, bina başına P25 testi yaklaşık
800 TL’dir.” Eğer, İstanbul’a bir deprem gelir ve 50 bin can kaybı olursa, bunun
sorumlusu kim olacaktır? Marmara depremlerinde 18 bin üzerindeki can kaybının
sorumlusunu bulabildik mi? Bir “günah keçisi” müteahhitten başka hapse giren
oldu mu? Devletin deprem yönetmeliği, deprem bölgeleri haritası yetersizdi!
Kimse devleti suçlayabildi mi?
Devletin kontrolünde olması gereken ‘yapı denetimi’ diye bir şey yoktu. Kimse
devleti suçlayabildi mi? Kalitesiz beton dökülürken devlet nerede idi? Kimse
devleti suçlayabildi mi? Eğer, devlet (veya onun adına yerel yönetimler) her
türlü önlemi almış idi ise, niçin 1975’ten beri yürürlükte olan deprem
yönetmeliğindeki bina tasarım kriterleri bir gecede (1998) yüzde yüze yakın
arttırıldı?
Ne tuhaftır ki, halen (2010) yürürlükte olan deprem yönetmeliğimizde de
ölümcül hatalar mevcuttur. Zayıf ve yumuşak kat kriterleri ve yaptırımları eksik
ve yanlıştır. Yüksekliği 20 katı geçmeyen binalardan usulünce hazırlanmış bir
zemin raporu istememek gibi gülünç bir kusuru vardır. Deprem bölgeleri
haritasındaki hatalar giderilmek üzere, bir gecede İstanbul’un yarısı 2. derece
deprem bölgesinden 1. dereceye çevrildi. Ülkede yapı denetimi yerel yönetimler
tarafından usulünce ve gereğince yapılıyordu da 4708 sayılı ‘Yapı Denetimi’
Kanunu niye çıkarıldı? Görülüyor ki, en büyük eksiklikler ve görevini gereğince
ve layıkı ile yapmayanlar devlet ve/veya onun çeşitli kademelerindeki
organlardı. Ne çare ki, hâkimlerimiz, önlerindeki yasalar çerçevesinde devleti
suçlayamadılar. Ölen öldüğü ile kaldı. Suçlu bulunamadı.
Biz iddia ediyoruz ki, gelecekteki bir İstanbul depreminde 50 bin kişi
ölürse, suçluyu yine bulamayacağız. Çünkü, ölüme sebebiyet verme nedenlerini
ortadan kaldırma sorumluluğu bulunan kişi ve kuruluşları belirleyip görevlerini
tarif etmediğimiz için hâkimler yine hiç kimsenin yakasına yapışamayacaktır. Suç
var, suçlu yok! İşte, bu açmazdan ve ikilemden kurtulmanın tek yolu, bir yasa
tasarısı hazırlayarak sorumluyu ve dolayısı ile potansiyel suçluyu tarif
etmekten geçer.
Toptan göçecek ve ölüme neden olabilecek kamu ve özel sektör binalarını
tarayıp bulma görevi ve sorumluluğu, konu can güvenliği olduğu için, anayasaya
göre doğrudan devletin ve onun adına yerel yönetimlerindir.
6 Nisan 2009 tarihinde İtalya’nın L’Aquilla şehrinde meydana gelen 6.3
büyüklüğündeki bir depremde bina enkazı altında 300’den fazla insan hayatını
kaybedince, L’Aquilla eyalet savcısı “toplu ölüme sebebiyet vermek” suçu ile
önce deprem profesörlerini tutuklamış ve mahkemeye sevk etmiştir. Tutuklanan
profesörler, esas suçun, depremden önce tüm binaları tarayarak “göçecek”
nitelikli binaları bulup ortaya çıkarmayan yerel yönetime ait olduğunu iddia
etmişler ve kendileri yerine, yerel yönetim liderlerinin tutuklanmasını
sağlamışlardır.
Prof. Dr. Semih S. Tezcan / Boğaziçi Üniversitesi Öğretim
Üyesi
|