İki ya da üç milyon kez deklanşöre basan bir parmak, sürekli kompozisyon
kuran bir beyin... Objektife düşen onlarca ünlü; Nâzım Hikmet, Picasso, Dali,
Chagall, Abidin Dino, Sophia Loren, Bertrand Russell... Onlarca olay; 6-7 Eylül,
Filistin kampları, Afrodisias Harabeleri, Orhun Kitabeleri... Bunlar arşivinin
yüzde biri. Ara Güler, geçen
hafta 81. yaşını kutladı. Hediyesi hazırdı: “Foto
Muhabiri Ara Güler”. Fotoğraf Evi’nin yayımladığı
Nezih Tavlaş’ın hazırladığı kitap, Türkiye’nin de 80 yılına
tanıklık ediyor...
Her şey, 16 Ağustos 1928’de başlıyor, saat 6’yı 16 geçe... 1915’te
Şebinkarahisar’dan sürülen Dederyan sülalesinden sağ kalan tek kişi olmasını
İstanbul’a eğitim almaya yollanmasına borçlu Dacat ile Mısırın köklü
ailelerinden birinin kızı Verjin’in bebekleri oluyor. Adını, “Yakışıklı Ara”
olarak bilinen Ararat Kralı Ara Geghetsik’ten alıyor. Göbek adınıysa dedesi
Mıgırdıç’tan. Fotoğrafla ilk kez, Beyoğlu’ndaki stüdyolarda tanışıyor, babası
her fırsatta fotoğraflarını çektiriyor. Güler soyadına 1934’te kavuşuyor. İkinci
Dünya Savaşı’nda, 11’inde, ağaçlarda geziniyor. Kavrayamadığı savaştan değil de,
karatmadan, karanlıktan korkuyor. Çok okuyor, yazıyor. Haber Akşam Postası’nda
Mahkûm adlı öyküsü yayımlanıyor. Getronagan Ermeni Lisesi’ne kaydoluyor.
İlkokulunun aksine sınıfında kızlar var. Böylece hafta sonu partileri, okul
kırmalar, kızlarla İstanbul’un arşınladığı yıllar başlıyor.
Ta ki babası İpek Film Şirketi’nin sahibi İhsan İpekçi’nin yanına “çırak”
verene kadar. Artık önünde daha geniş bir dünya var, sinema. Babasının hediye
ettiği film gösterme makinesini yükleniyor, sokak sokak gezip, filmler
gösteriyor. Devamsızlıktan üç sene sınıfta kalması da, iki kere ölümden dönmesi
de bundan. Tiyatroya yöneliyor. Muhsin Ertuğrul’un Tiyatro Mektebi’nde ders
alıyor. Ne oyuncu olmak istiyor, ne de sahnede gözükmek. O, dünyayı hazırlayan
adam olmak istiyor. Onun için de dünyayı görmesi gerektiğini biliyor. 20’sinde
yazdığı “Bir Garip Yılbaşı Gecesi” oyununu, Yeni İstanbul gazetesinin
yarışmasına gönderiyor, 422 öyküden yayımlanmaya değer 30 eser arasına
giriyor.
22 yaşında. Babasının verdiği parayla, Tünel’de fotoğraf malzemeleri satan
Kalimeros’un dükkânından ilk fotoğraf makinesi Rolleicord II’yi alıyor. Kararını
verdi; gazeteci olacak. Her amatörün yaptığı gibi gördüğünü çekiyor; sudaki
yansımaları, güneşin denize değişini, tekneleri... Gazeteciliğe, Ermeni
gazetelerinde başlıyor, fotoğrafları da ilk Jamanak’ta yayımlanıyor. İlk
röportajı, Kumkapı balıkçılarıyla; meşhur karelerinden “Sabah ışığında limana
dönüş”ü de o zaman çekiyor. Yeni İstanbul’da muhabirliğe başlıyor. Askerlik
gelip çatıyor, Çorlu’da yedek subay. Döndüğünde, Hürriyet’te çalışmaya başlıyor.
Göbek taşındaki Tennessee Williams fotoğrafını da o zaman çekiyor. Ünlü tiyatro
yazarının adını Hilton’un defterinde görünce arayıp, kendini tanıtıyor kırık
dökük İngilizceyle. Williams, Türkiye’de bir gazeteci tarafından tanınmanın
mutluluğuyla fotoğraflarını çekmesini kabul ediyor. Sonrası, bir meyhane,
Williams’ın isteğiyle hamam gezisi ve göbek taşındaki Williams fotoğrafı...
Artık Hayat Mecmuası’nda. Anadolu’yu karış karış geziyor, röportaj yapıyor. Âşık
Veysel’e misafir oluyor.
Tarih, 6 Eylül 1955. Azınlıkların işyerlerine saldırılıyor. Babasının
eczanesine koşuyor. “İlkyardım hastanesine dönmüş. Camları kırarken yaralananlar
da dükkânımızda ilkyardım için. Tek yıkılmayan dükkân babamınkidir Beyoğlu’nda”
diyerek anlatıyor o günleri.
Sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da ilgiyle izleniyor. Time, Stern, Life
için de çalışıyor. 1959’da British Journal of Photograhy Year Book’un dünyadan
seçtiği yedi yıldız fotoğrafçıdan biri oluyor. Dönemin en önemli fotoğraf
dergisi Camera’nın editörü Romeo Martinez’le Paris’te tanışıyor. Camera,
1962’nin Şubat sayısını Ara’ya ayırıyor. Aynı yıl Almanya’daki Leica Photography
dergisince Leica Ustası ilan ediliyor. Etkilendiği diğer isim, fotoğrafın Emile
Zola’sı olarak nitelediği Magnum Ajansı’nın kurucusu Cartier Bresson’la da
tanışıyor.
|