2010’e ait büyüme rakamları bir süre önce açıklandı. Öngörülen orana yakın
olmak üzere büyüme yüzde 8.9 olarak gerçekleşti. Büyüme için bu oran oldukça
yüksek bir rakam. Ancak büyümedeki bu büyüklüğün kriz sonrasında gerçekleşmiş
olması, rakamın büyüsünü ortadan kaldırıyor. Eğer bu rakam kriz veya ekonomik
istikrarsızlıkların olmadığı bir dönemde olmuş olsaydı, iktisatçılar rakamları
ortaya çıkaran nedenleri analiz etme konusunda bir heyecan duyabilirlerdi. Böyle
bir analiz yapılmayacak olmasının nedeni, bu gibi yüksek büyüme oranlarının
küçülmelerin devamında beklenen bir durum olması. Kriz sonrasında gözlemlenen
yüksek büyüme oranı, krizin çok ağır geçtiğinin bir göstergesi olarak da
değerlendirilebilir. Bir analoji yapmak gerekirse, yere hızlı çarpan top hızlı
geri teper. Buna iktisat biliminde “iş çevirimi” denilir. Eğer yüksek büyüme
hızlı bir küçülmenin eseriyse, büyümenin nedenine bakmaktan daha çok krizin
etkisinin ne kadar süreceğine ve ekonomilerin küreselleştiği bu dönemde ulusal
ekonomide yarattığı tahribata yoğunlaşmak daha anlamlı olacaktır.
Krizden en çok etkilenen
Küresel krizin olumsuz etkisinin olumluya döndüğü tarih, Temmuz 2009. Resmi
rakamlara dayanarak oluşturulan Dünya Bankası verilerine göre 2009’da 77 ülke
küçüldü. En çok küçülenler arasında Türkiye 33. sırada. Ancak ilk 32 ülkenin
14’ü eski doğu bloku ülkesi, sekizi topu topu 3 milyon civarında nüfusa sahip,
ekonomik olarak küçük Afrika ülkeleri ya da ada ülkeleri. Geriye kalan
ülkelerden biri Meksika, diğerleri ise ekonomik olarak gelişmiş dokuz Avrupa
ülkesidir. Ancak hesaplamalarda GSYH rakamlarının kullanılıyor oluşu, bu rakamın
ülke sınırları dışındaki elde edilen geliri içermemesi ve söz konusu dokuz
ülkenin küresel sermaye içindeki payının yüksek oluşu gözönünde
bulundurulduğunda, Türkiye’nin Avrupa’da krizden en çok etkilenen ülkelerden
biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer taraftan Türkiye Ortadoğu ülkeleri
arasında, BAE dışında kriz döneminde küçülen tek ülke. İşte bu yüzden açıklanan
büyüme rakamının yüksek oluşu heyecan verici değil.
Krizin tahribatını ortaya koyan bir diğer gösterge de Türkiye’nin toplam
gelirinin dünya toplam geliri içerisindeki payında meydana gelen değişim.
Türkiye’nin dünya geliri içindeki payı 2004’ten bu yana düşerken, şu anda
1997’nin gerisinde. 2007 krizinden sonra ise hem AB ve hem de Ortadoğu
ülkelerinin toplam geliri içindeki payı, çok hızlı bir düşüş sergiledi. Aynı
dönemde, Ortadoğu ülkelerinin toplam gelirine yapılan oranlara bakıldığında
Türkiye’nin oranı yüzde 24’e düşerken, İran yüzde 22’ye yükseldi.
Kriz hiç olmasaydı
Kriz değerlendirmelerinde yapılan en önemli hatalardan bir tanesi, krizden
önceki üretim seviyesinin yakalanmış olmasının, krizin etkisinin bitmesi olarak
algılanması. Küreselleşen ekonomiler döneminde bu yaklaşım doğru değil. Kriz
öncesi, sonrasıyla karşılaştırıldığında, aradan geçen zaman faktörü hesaba
katılmayınca iki rakamın aynı olması bir yanılsama yaratır. Bu yanılsama, krizin
etkisinin devam ettiğini görmeyi engeller. Uygulanması gereken en uygun yöntem,
kriz sonrası gelir seviyesini, krizin hiç olmaması durumundaki olası gelir
seviyesiyle karşılaştırmaktır.
Dünya Bankası’nın yayınladığı sabit fiyatlı GSYH rakamlarından elde edilen
büyüme oranlarına göre, Türkiye’nin 2002-2007 yılları arasındaki ortalama
büyümesi yaklaşık olarak yüzde 4. Bu değer, 2001 kriziyle mevcut kriz arasındaki
dönemin oranlarının ortalaması. Eğer son ekonomik kriz hiç yaşanmamış olsaydı,
2008’de GSYH 1 trilyon 52 milyar 667 milyon TL civarında olacaktı. Ama krizden
ötürü bu rakam 1 trilyon 19 milyar 217 milyon TL olarak gerçekleşti. Aynı
şekilde, kriz olmamış olsaydı, 2009 senesi için öngörülebilir gelir 1 trilyon 94
milyar 377 milyon TL iken, bu değer 971 milyar 436 milyon TL olarak gerçekleşti.
Normal koşullarda, öngörülebilir değer ile krizde gerçekleşen değer arasındaki
fark, krizin etkisidir. Krizin etkisinin yok olması da bu farkın kapanmasıdır.
OECD’nin Türkiye için öngördüğü büyüme oranlarına göre söz konusu farkın ne
kadar sürede kapanacağı öngörülebilir. Beklenen büyüme oranları 2010, 2011 ve
2012 yılları için sırasıyla yüzde 8.5, yüzde 5.3 ve yüzde 5.4. 2013’ten sonra
ekonomi sürekli olarak yüzde 10 gibi yüksek bir oranda büyüse bile, krizin
etkisi 2016’da ortadan kalkar. Daha düşük büyüme oranlarında bu sürenin çok uzun
olabileceği düşünüldüğünde, işin ciddiyeti daha da anlaşılmış olur. Bu
hesaplamalar, kriz öncesinde en düşük ve kriz sonrasında en iyi performansa göre
yapılmıştır. Bu oranlara ulaşılmaması, süreyi 2016 yılının çok ötesine iter. Bu
analizden çıkaracağımız kestirme sonuç şu: Türkiye gelecek 5-10 yılda da mevcut
krizin etkisiyle uğraşmak durumunda kalacaktır.
Propaganda
Krizin varlığına rağmen, krizin olmadığına dair bir propaganda, sanıldığının
aksine çok ciddi tahribatlara neden olabilir. Çünkü böyle bir söylem
geliştirmek, karar verme sürecinde yer alan bireylerin söylemi inandırıcı bulma
riskini de beraberinde getirir. Böyle bir riskin ortaya çıkmasıyla da
alınabilecek tedbirlere ülkenin bütün unsurlarının katkıda bulunması engellenmiş
olur. Krizin kendisinden kaynaklanan düşük fiyatlara bağlı geçici reel gelir
artışının ve değerlenen TL’den ötürü ucuzlayan ithalat girdisinin, sağlam bir
ekonomik yapı ve uygulanan akılcı politikaların bir sonucu olduğu şeklindeki
algılama, vurgulanan tehlikenin ana nedenidir. Çünkü yatırımcılar bu söylem ve
gözlemlerin yarattığı yanılgıyla, mevcut durumun ekonomik dengelerin doğal bir
sonucu olduğu fikrinden hareketle, geleceğe yönelik yatırım ve istihdam
planlamaları yaparken bağlayıcı kontratlara imza atarlar. Ayrıca gerekli finans
kaynaklarından yararlanmayı da bu söyleme göre belirleyebilirler. Tasarruf
sahipleri ise, sürekli yüksek reel gelir sağlayacak bir yapının içinde
olduklarını düşünerek harcamalarını artırabilirler. Bu davranışların tümü ülkede
kısa süreli büyüme balonu yaratır. Dış dünyada, krizden ötürü alınan tedbirler
değiştiğinde bu durum tersine dönebilir ve Türkiye kendisini ertelenmiş yeni bir
bunalımın içinde bulabilir.
Ramazan Sarı / Prof. Dr., ODTÜ
|