Ona, “Dikili’nin Fidel Castro’su” diyorlar... Sudan,
ekmekten, sağlık hizmetinden, ulaşımdan para almayan bir belediye başkanı,
CHP’li Osman Özgüven... Ama ne hikmetse adliye koridorlarından
kurtulamıyor. Türk-Yunan barışı, ilk onun düzenlediği festivalle konuşulan, 1
Mayıs İşçi Bayramı’nı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ilk kez ‘tatil’ ilan eden
Özgüven’le konuştuk...
Belediye başkanları ilk yıllarını değerlendiriyor. Sizin bir yılınız
nasıl geçti?
- Belediyelerimizin ciddi bir ekonomik çıkmazda olduğu ve merkezi hükümetten
gerekli desteği görmediği aşikar. Bu nedenle programımızdaki projelerimizden,
övünçle, “Şunu yaptık, bunu yaptık” demek kolay değil. Ancak sosyal anlamda tüm
belediyelerimizin, üzerlerine düşeni yaptıklarını görüyorum. Zaten belediyeleri
bir yerel hükümet gibi ele almak gerek. Biz de halktan oy alıyoruz. Tabii ki
denetim anlamında bir bağımlılık olmalı. İyi bir denetimle, kontrol
mekanizmaları işletilerek, belediyeler merkezi hükümete bağımlılıktan mutlaka
kurtarılmalı. Bu anlamda bir yılımızı ele alacak olursak, iki ayrı dava vardı.
İkisi de tam bu bir yılın sonunda sonuçlandı. ‘Son bir yılı adliye
koridorlarında geçirdik’ diyebilirim.
Neredeyse ikinci adresiniz gibiydi...
- Evet... Şekilsel usul eksiklikleri nedeniyle hangi belediyeyi masaya
yatırsanız, yargılamak istediğinizde yargılayabilirsiniz. Önemli olan hataları,
şekilsel eksiklikleri tamamlatmaya yönelik çabalar sarf etmek. İstanbul ve
Ankara büyükşehir belediyelerini ele aldığınızda, biz 10 ton suyu halka ücretsiz
verdik diye yargılanırken, halkın ulaşım hakkını elinden almaya çalışanlar
ödüllendiriliyor. Bu, ne hukukla bağdaşır ne de kamusallıkla...
Bu davalarda kimi zarara uğrattınız ya da nasıl bir kötü niyet
saptandı?
- Davamız, ihaleye fesat karıştırma gerekçesiyle açıldı. Yüzlerce hukukçuyla
görüştüm. Yargı süreci devam ediyor ama, şunu da söylemeden geçmeyeceğim:
Kimseye çıkar sağlanmamıştır. Kamu, belediye zarara uğramamıştır. Bu hizmetlerle
insanların yaşama ve eşitlik haklarını düşündük. Eğitim, sağlık, barınma,
ulaşım, insan hakkıdır. Su, insan hakkıdır. İnsanlar bunlardan vazgeçemezler.
Belediyecilik, ‘sosyal’ yapılmalı. Belediyeleri ticarethane gibi görüp, sudan,
ekmekten, ulaşımdan para kazanmak gibi bir zihniyet, bence belediyecilik
değildir. “Su bir yaşam hakkıdır” dedik, iki yıl yargılandık. Tabii ben su
yüzünden yargılanmayı hep bir onur olarak telakki ettim. Su ticarileştirilemez.
Gelecekte insanlar temiz içme suyu bulamayacak.
Belediyelerin bazı hizmetlerini ticarileştirdiğini mi
düşünüyorsunuz?
- Suyla ilgili ticari baktığınız zaman, belediyeleri de ticarileştirmiş
oluyorsunuz. Belediyeler kamu kurumudur. Okullara suyu bedavaya veriyoruz. Ama,
devletin okullarında su bedava kullanılmasına rağmen, o devlet suyu getiren
enerji parasını ödeyemediğiniz için sizin suyunuzu kesebiliyor. Bu, sosyal
devlet olmayışımızın bir göstergesi. Sosyal devlet olmayınca da, sosyal
belediyeciliği hayata geçirmek o kadar da kolay olmuyor.
Sadece su değil... Başka ücretsiz hizmetleriniz de var değil
mi?
- Her şeye karşın yıllardır eşit sağlık hizmeti de götürüyoruz. Ekmek, uzun
yıllar fırınlardan yarı yarıya, hatta daha ucuza satıldı. Suyun 10 tonuna
kadarından ücret almıyoruz. Bir kişinin bir günde 180 litre suya ihtiyacı var
diye kabul edilir. Bu da ayda 5 ton veya biraz daha fazla eder. O kadar suya
insan para vermeyecek. Yani yaşayabileceği kadar suya. Çünkü üç gün içmediğiniz
zaman ölürsünüz. Yıllardır ulaşımı da ücretsiz götürdük. Bugün de çocuklarımızı
ücretsiz olarak okullarına götürüp getiriyoruz. Bütün bunlar ekonomi
gerektiriyor. Bizi sıkıntıya sokuyor. Bir de “Bu parayı nereden buluyorsun” diye
soruyorlar.
Belediyeler, bazı hizmetleri gerçekleştirememelerine bütçeyi neden
gösteriyor ama sizin yaptıklarınızı görünce, “Demek ki oluyormuş” diyebilir
miyiz?
- Yapmak istediğinizde fevkalade güzel de oluyor. Buralara harcadığımız için,
yapamadıklarımız da yok değil. İşsizlik, başlı başına bir sorun. İstihdam
yaratacak üretim alanları yaratmalıyız. Yaratamıyoruz ne yazık ki. Büyük
ekonomiler gerekiyor. Yaz aylarında nüfusumuz 200 bin. Kış aylarında ise 20 bin.
Yaz ve kış farkını ele aldığınızda korkunç bir olay çıkıyor ortaya. Oysa
devletten kış aylarında vergi paylarından almış olduğumuz ödenekleri alıyoruz
yazın da. Bu o insanlara ne derece hizmet götürebileceğimizin de bir göstergesi.
Ayrıca iktidarlar bir işi çok iyi beceriyorlar. Kendinden yana mısın, değil
misin? Geçen yıllarda iki kez Dikili’de sel felaketi yaşadık. Altyapımız adeta
bitti. Düzeltmek için ciddi para harcadık. Devletten aldığımız yanıt ise,
“Ödeneğimiz yok” oldu.
Sizi Fidel Castro, Hugo Chavez gibi halk kahramanlarına
benzetiyorlar. Onunla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Ben halk kahramanı falan değilim.
Ama tarihteki bazı kahramanlık hikayelerine
benzetilmiş...
- Gerçekten benziyor aslında. Ama çok net olarak söylüyorum; aykırı insan
istenmiyor bu toplumda. Eğer hırsızlık yapsaydım, namussuzluk yapsaydım,
çalsaydım hem çok param olurdu hem de bana dava açmazlardı. Öyle düşünüyorum.
Peki siz hep mi böyleydiniz?
- Elimden geldiği kadar halktan yana politikaların hayata geçmesini savunan
biriyim. Demokrasiyi savunuyoruz ama asla kendisi için demokrasi isteyenlerden
değiliz. Yerel yönetimlerin, kentte yaşayanların doğumundan ölümüne kadar
sorumlu olmaları gerektiğine inanıyorum. Suyla ilgili yargılanırken hep şunu
savunduk: Eğer Türkiye’de ve dünyada suyu bizim yaptığımız gibi tasarruflu
kullanmaya kalkmış olsaydı insanlar, dünya susuz kalmazdı. Jeotermal enerjiyi
getirdik. Dolara bağlı olmayan öz enerjimiz. Oysa eğer doğalgaz getirmiş
olsaydık devlet bize yardım ederdi.
Yine de vazgeçmeyeceğim dediğiniz yeni projeler var mı?
- Yargılamalar ve cezalardan fırsat bulursak... Yeni projelerimiz tabii
ki var. Az önce söz ettiğim jeotermal. Yaklaşık bin konut ısıtıyoruz. Bütün
okulları ısıtıyoruz. Yakında da bütün Dikili’yi ısıtmayı amaçlıyoruz. Ancak
ekonomik zorluklar, prosedürler karşımıza çıkıyor. Yakında jeotermal nedeniyle
de yargılanırsak hiç şaşmayın. Çünkü kendi imkanlarıyla, devletin bir tek kuruş
yardımı olmadan jeotermal getiren bu kadar az nüfuslu bir kent daha yok.
Memurlarımın da ceza almasına üzülüyorum
Tüm bu yaşadıklarınız aldığınız cezalar, yargılamalar sizi nasıl
etkiliyor? Üzülüyor musunuz?
- “Üzülmüyorum” desem inanacak mısınız? Tabii ki üzülüyoruz. Bu haksızlığa
tabii ki isyan ediyoruz. Ama benim üzüntüm hiçbir günahı olmayan memurlar...
Onlar da 5’er yıl ceza aldılar. Geldi, oturdu, ihalede bulundu sadece ve beş yıl
ceza aldı. Böylesine bir hukuk düzeni olmamalı diye düşünüyorum. Tabii ki hukuk
olmasa biz de olmayacağız. Hukuka, yargıya ben hala inanıyorum. Yargı bunu
düzeltecektir. Düzelecek. Ama, kendimden çok kendi memurlarıma üzülüyorum. Bunu
çok net söylüyorum; Dünya genelinde üç tane belediye gösterilse, “Bu
belediyelerde para geçerli değildir” diye, bir tanesi Dikili’dir. Yirmi yıldan
beri de o memurlarıma, kendime güvendiğim kadar güveniyorum. Zaten işin içinde
para olsaydı yargılanmazdık.
|