Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Mimarlık
Fakültesi’nce 11-12 Haziran’da düzenlenen “Planlama ve Mimarlık
Alanının Son On Yılı Sempozyumu”nda yaklaşık 30 bildiri sunuldu.
Çoğunun ortak saptaması şöyle özetlenebilir: “Siyasette muhafazakârlık,
ekonomide imar rantı öne çıkarken kentlerimizin şehircilikten, yapılarımızın da
mimariden uzaklaştıkları bir süreç yaşanıyor...”
Yani şu çok övünülen “değişim”, plansızlığı; “dönüşüm” de kimliksizliği
yaratıyor... Bunlarla yükselen “muhafazakâr”lıksa kentsel değerleri “muhafaza
etmeme”yi hızlandırırken yaşam kaynaklarını bile tüketen bir imar düzeni
körükleniyor...
O kadar ki “kentsel dönüşüm” uygulamalarında “yeni” yapılaşmanın “bol
kazanç”la birlikte “ideolojik” güçlenmeye hizmet edebilmesi için, “göstermelik”
bir “tarihi mimari”(!) bile yaratılıyor...
Prof. İlhan Tekeli bu “kitch” mimariyi yaygınlaştıran
“muhafazakâr” yöneticilerin kentlerimizle oynama hakları olmadığını,
demokrasinin toplumsal değerleri yok etme yetkisi yaratamayacağını söylerken
“son yılların gözdesi kentsel dönüşüm” için de şunu ekliyordu; “...örneğin yeni
bir Osmanlı mahallesi kurma adına, tarihi çıkara alet eden ve geçmişin kötü
taklidiyle kazanç hedefleyen projelere karşı çıkılmalıdır.”
‘İmar pazarı’ yetkileri
Sempozyumda tartışılan güncel gelişmelerden biri de imar yetkilerinin merkezi
yönetime alınarak/verilerek, kentlerin bütüncül planlanabilmesi hedefinden
giderek uzaklaşılmasıydı.
Prof. Dr. Hakkı Önel, bunun “vahim” örneği olarak
Özelleştirme İdaresi’nin “satacağı kamu arazilerine ayrıcalıklı yapılaşma
olanağı sağlama” yetkisini gösterirken dedi ki: “Hem de imar kurallarına
uymayabileceği, yani şehirciliği, mimarlığı umursamayabileceği yasada yazıyor…
Kamu hem de kamu alanlarında kenti göz ardı edebilir mi?”
Nitekim YTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekai
Görgülü’nün açış konuşmasında ve oturumlardaki değerlendirmelerde
özellikle “imar yetkilerinin hükümete bağlı kurumlarca üleşilmesi” süreci için
de özetle şu vurgulandı: “Her isteyenin kendi beklentisine uygun yapılaşmayı
kendi vereceği imar kararıyla gerçekleştirmesini öngören bir yetki karmaşasıyla,
ne kentleri esenliğe çıkartacak planlama sağlanabilir; ne de özenli ve tarihsel
saygınlığını geliştiren bir mimari yaratılabilir...”
‘Yasa’yla eşzamanlı
Sempozyumun yapıldığı mekânın girişinde “alışılagelmedik” bir görüntü vardı.
Akademik etkinliklerde -eğer siyasi konuşmacılar yoksa- pek rastlanmayan
“medya”mız bu kez kapıda bekliyordu! Derken, “ayaküstü” sorularından, oturumları
izlemek yerine neden “dışarıda” konumlandıklarını anladık...
Aynı gün gazete haberlerinde, “kıyı belediyelerin imar yetkilerine el koyma”
yasa teklifi vardı. Muhabirler, kapıdan çıkan plancı ve mimarlara sordular:
“Sizce bu yasa, kıyı belediyelerine CHP’li başkanların seçilmesine bir misilleme
mi?”
Hocalar “YÖK” nedeniyle “siyasi yorum” yapamayacaklarından, teklifin
“dönemsel karakteri”ni vurgulamakla yetindiler: “Son 10 yılda imar düzeni
paramparça yapıldı. Artık kentlerimiz, belediyelerin yanı sıra TOKİ’nin, çeşitli
bakanlıkların ve kimi yatırımcıların, ‘kendi arazilerindeki yoğunluğu
kendilerinin belirlediği’ imar yetkileriyle yapılaşıyor. Bu bilim dışı karmaşa
şimdi de kıyılarda yaşanacak...”
Nitekim gazetelerdeki haber de şöyleydi: “Sahil şeridinde kalan yerlerde imar
ve ruhsat yetkilerinin, belediyelerden alınıp Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
bırakılmasına ilişkin kanun teklifi TBMM Başkanlığı’na sunuldu...”
Peki, AKP Manisa Milletvekili Recai Berber ve arkadaşlarınca
verilen teklifin haberleriyle “İmar yetkisi yerel yönetimlerde olmalı, ama
bilimsel ve demokratik denetimle kullanılmalı” denen YTÜ sempozyumun “eşzamanlı”
olmaları ne anlama geliyor?
YTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı’nın bu müthiş “önsezisi” ne kadar
değerliyse, aynı yasanın “planlamada yerel sorumluluklara öncelik veren” koskoca
Kentleşme Şûrası’nın hemen arkasından gündeme gelmesi de o kadar
“ürkütücü”...
Yaklaşık 6 ay boyunca, 300 uzmanımızın farklı komisyonlarda çalışarak
ürettikleri raporlar, daha geçen ay “Şûra Genel Kurulu”nda kararlara bağlanmışı
Bayındırlık Bakanlığı’nca gerçekleştirilen şûra, hem ayrılan zaman hem de
muazzam organizasyonu ve onca bütçesiyle “imar” konusundaki en geniş katılımlı
ve en kapsamlı “ulusal fikir geliştirme çalışması” idi.
Genel kurulun açış konuşmasını “Türkiye’nin Ortak Aklı” pankartı altında
yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül özetle demişti ki: “Şûrada
geliştirilen düşünceler, öneriler ve kararlar, kentleşme politikalarımızı
belirleyecek, yeni düzenlemelere ışık tutacaktır...”
İşte bunların başında da “imar yetkilerinde plan disiplinine bağlı ve
katılımcı karar süreçleriyle yaşama geçecek yerellik” geliyor. Nitekim Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da şûra sonuçlarını biliyor olmalı
ki “kıyılarda inşaat ruhsatını bile bakanlığın vermesi”ni öngörebilen yasa
tasarısı için “bu sadece bir öneri” diyerek şunu eklemiş: “İmarda çok
başlılıktan, bütüncül bir yaklaşıma geçmek gerekiyor.”
Şimdi insan sormadan edemiyor; şu “imar meraklısı” AKP milletvekillerinin,
Kentleşme Şûrası’ndan, hatta Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından nasıl haberleri
olmaz?
Ya Bayındırlık Bakanlığı’nın?...
Tarihe geçtiği söylenen şûra kararlarına uyulmasını sağlamayacaksa, yüzlerce
uzman, aylarca neden çalıştı; onca masraf neden yapıldı?..
YTÜ’deki sempozyumda Kentleşme Şûrası’nın neden göz ardı edildiğine de şöyle
açıklık getiriliyordu: “Şehirciliğin, imar rantının aracı değil, sağlıklı
kentleşmenin çağdaş bilimi olduğunu; mimarlığın da yağmanın değil, uygarlığın ve
insanca yaşamın sanatı olduğunu kavrayabilecek yönetimlerin özlemi
içindeyiz...”
|