İzmir Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz haftasonu bir “Kültür Çalıştayı”
düzenleyerek, “İzmir’i uluslararası bir kültür, sanat ve tasarım metropolü
hâline getirmeyi amaçlayan, katılımı ve yönetişimi gözeten” bir projenin ilk
adımını attığını ilan etti. Bu amaçla İzmir’den ve İzmir dışından 100’den fazla
kültür yöneticisi, tasarımcı, sanatçı çalıştaya davet edilerek İzmir’in
Akdeniz’de Barselona, Marsilya, Venedik, Roma, Atina, Selanik, İskenderiye,
Beyrut gibi kentlerle nasıl işbirliği yapabileceği, nasıl ortak projeler
geliştirebileceği tartışıldı. İzmir’in bir metropol olarak gelişmeye yönelik
birçok avantajı olsa da son zamanlarda İstanbul ve Ankara karşısında bu
özellikleri arka planda kalmış durumda. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu ve ekibi, bu durumun farkında. Özellikle siyasetin kentler üzerinden
yeniden yapılanmakta olduğunun ve kültürün günümüzde eskisinden farklı bir rol
oynadığının bilincinde.
Toplantı, İstanbul’da koruyamadığımız gaz fabrikalarının bir eşi olan,
restore edilerek, bir kültür ve sanatsal etkinlik merkezine dönüştürülmüş
Gazhane binasında yapıldı. Toplantıyı Büyükşehir Belediye Başkanı ile birlikte
İlhan Tekeli ve Serhan Ada yönettiler. Toplantıda ilk dikkatimi çekenler
şunlardı: Benzerini İstanbul’da görmediğim ölçekte bir katılım vardı. Toplantı
öncesinde İzmir’in kent yönetiminin yapılanması, kültür kurumları,
üniversiteleri ve halkın sanatsal etkinliklere erişimini de irdeleyen, çoğu
yerde eksikliklerin ve nelere ihtiyaç duyulduğunu da özetleyen bir rapor
dağıtılarak, katılımcılar bilgilendirildi. Doğrusu ilk defa bir kent yönetiminin
kuşe kağıda basılmış “çalıştık, yaptık, verdik” diyen basmakalıp böbürlenme
broşürlerinden farklı, kentin durumunu, gelişmeleri analiz eden bir rapor
gördüm.
Başarılı ve güleryüzlü bir buluşma
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı bizim bildiğimiz politikacılara benzemiyor.
Toplantının açılışını yapıp sonra alışılageldiği biçimde “çok yoğun gündemi
nedeniyle” başka programlara koşmadı. İlk dakikasından son dakikasına kadar
bütün konuşmaları, tartışmaları izledi. Her fırsatta mikrofonu alıp kendisini
öne çıkarmadı. Gene “neler neler yaptık” diyen bir beylik açılış konuşması
yapmak yerine kendisini katılımcılar konumuna yerleştiren bir biçimde
fikirlerini sergiledi. Üstelik de toplantıda alışageldiğimiz lacivert elbiseli,
yalnızca erkeklerden oluşan ağır bürokratlar da yoktu. Gözüm onları bir yerlerde
ararken belediyenin bu çalıştayını düzenleyen üst düzey yöneticilerinin iki
kadın olduğunu fark ettim. Onlar da bildiğimiz kadın bürokratlara
benzemiyorlardı. Ayrıca bu devasa çalışmada -nasıl İstanbul Bienali’ni İKSV’de
genç bir kadro düzenliyorsa aynen öyle- gönüllü gençler görev almıştı. Öyle
olduğu için de mükemmel bir organizasyon yapılmıştı. Neredeyse katılımcıların
her biri ayrı ayrı yerlerden gelmelerine rağmen, 100’den fazla kişiyle ayrı ayrı
temas kurulmuştu, büyük bir rahatlık içinde toplantı mekânlarına
ulaştırılmışlardı. Yoğun bir gündem olmasına rağmen, başarılı bir organizasyon
ve renkli aralıklarla bütün katılımcılar keyifle toplantıları izlediler.
Çalıştaydan ne çıktı?
Çalıştay gruplarında çok ayrıntılı tartışmalar yaşandı. Farklı görüşlerden,
uğraş alanlarından kişiler biraraya getirildi. Birkaç ortak konuya değineyim:
Önemli meselelerinden biri kamusal bir işlev olarak kültürün günümüzdeki yeni
rolüne yapılan atıflardı. Tasarlama, biçimlendirme düşlerinin itirazlarla
karşılaştığı günümüzde, kamunun kültüre bakışının da değiştiği gözlemlendi.
Kamunun neredeyse kültürü özel alana havale ettiği ancak bu gelişmenin nasıl
sorunlar yarattığına dikkat çekildi. Bu gelişmenin hem de çok tehlikeli
olabileceği söylendi, kamunun kültür ve sanat alanından çekilmesi ve bu alanın
özel aktörler tarafından doldurulması açısından. Çünkü bu durumda sanatın
seçkinlerin, zenginlerin bir ayrıcalığı haline geleceği veya kitleleri de
pespaye ürünleri tüketmeye yönlendireceği, ayrıca kamunun rolünü yeniden
değerlendirmek için bir fırsat sunduğuna işaret edildi. İzmirliler durumun
farkındaydılar. İzmir Fuarı’nın geçirdiği dönüşüm örnek gösterildi. Fuar
alanının yeniden biçimlenmesinde kültür eskisinden farklı bir rol oynayabilir
mi, kampüsleşme projesi nasıl sakıncalar yaratabilir, bunlar tartışıldı.
Sorunu tartışmak için iyi bir karışım
Çalıştay, kültürün özel alana sıkışmasına karşı neler yapılabileceğini ele
aldı. Yerel yönetimin bütünlük sağlayarak, yani katılımla konuya ilişkin bir
politika geliştirerek, merkezi ve yerel otoriteler ile birlikte hareket
etmesinin yolları tartışıldı. Çalıştayın katılımcıları arasında çok farklı
gruplar vardı: Sanatçılar, işadamları, sponsorlar, kültür yöneticileri...
Doğrusu bu sorunu tartışmak için çok iyi bir karışımdı.
Kültür insanları ile kamunun ilişkisi irdelendi. Kültür insanlarının yalnızca
çalışmaları planlarken, danışmanlık yaparak değil, kamu yönetimlerinin
uygulamalarda kültür aktörleri ile işbirliği yapması, alıştığımız gibi
organizasyon şirketlerine, kâr amaçlı hizmet üreticilerine değil, uzman
kuruluşlara iş devretmesi gerektiği söylendi. Neyin iyi sonuç verdiği, neyin
çalışmadığı gözler önüne serildi. Belediye yöneticileri yaptıkları kültür
merkezleri ile böbürlenmek yerine, icraatlarının kültür insanları ile birlikte
sorgulanmasını istediler. Eleştirileri ilgiyle dinlediler. Sanatın ne sunulursa
tüketmek zorundasınız mantığı ile üretilmesini değil, katılımla geliştirilmesi
ele alındı. Kamunun çoğulculuğu gözetmek için arayüzler oluşturmasına işaret
edildi. Çalıştay’ı düzenleyen bu gönüllü genç ekibi kutluyorum. Darısı başka
kentlerin başına.
|