Rüzgarın esmediği günlerde İzmir’in üzerine kabus gibi çöken hava
kirliliğinin ulaştığı vahim durum açık bir şekilde gözle görülür hale geliyor.
Henüz saat 17.00 sıralarında, arabanın derecesi hava sıcaklığını 14 olarak
gösteriyorken, kıyıyı bir duvar gibi çevreleyen apartmanların bacalarından çıkan
simsiyah duman gökyüzünü hızla boydan boya kaplıyor. Batmaya yakın bu saatlerde
güneşin kızıl ışıkları bu kara dumanın ardından zar zor görülebiliyor; henüz
güneş batmamış olmasına karşın gökyüzü kararıyor; koyu bir sis bulutuyla
kaplanmış denizin gökyüzüyle birleştiği ufuk çizgisi seçilemez hale geliyor.
Arabanın içinde olmamıza karşın havayı zehirleyen kükürt dioksit genzimizi
yakıyor. Bu kabus, Sahil Yolu boyunca devam ediyor; Narlıdere’yi de etkiliyor.
Sahilevleri’ni geçip kenti iyice arkamızda bıraktığımızda hava biraz daha
solunabilir hale geliyor. Bu ferahlık, Güzelbahçe’ye ulaşınca sona eriyor ve
kirlilik yeniden kendini gösteriyor. İnsanda kentten bir an önce uzaklaşma
isteği uyandıran kirlilik neredeyse elle tutulur bir hale geliyor. İzmir,
gözümüzün önünde kendi yarattığı dumanda boğuluyor.
Kıyas...
Doğalgaz şebekesi, giderek kentin daha geniş bir bölümünde ulaşılabilir hale
geldi. Dışa bağımlı bir enerji kaynağı olmasına karşın diğer yakıtlara kıyasla
daha ucuz ve daha önemlisi temiz bir yakıt özelliği taşıyor. Ancak ondan daha
ucuz yakıt olarak kömür ön plana çıkıyor. Anlaşılan İzmirliler, kapılarının
önlerine kadar gelen doğalgazı kullanmak yerine kömür yakmayı tercih ediyorlar.
Belki doğalgaza geçmek için ödemeleri gereken masraftan kaçınıyorlar belki de
kömürü yerli ve ucuz bir yakıt olarak kabul ediyorlar. Nedeni ne olursa olsun,
büyük olasılıkla kullanılan kömürün kalitesinin düşük olmasından kaynaklanan bir
kirlilik sağlığı tehdit edici boyutlara ulaşmış durumda. Üstelik, bu durum
sadece gecekonduların yoğun olduğu yerleşim bölgelerinde görülmüyor; belki de
daha yoğun bir şekilde kıyı kesiminde; yani daha üst sosyo-ekonomik kesimin
yaşadığı, daha temiz enerji kaynağı kullanmak için biraz fark ödemeyi göze
alması beklenen bir gelir grubunun yaşadığı bölgelerde de görülüyor. Bu kesim,
anlaşılan denize nazır bir apartmanda yaşarken, denizin kirlilikten
görülemeyecek bir hale gelmesini önemsemiyor.
Rüzgar esmediğinde, İzmirlilerin günahları ortaya dökülüyor; havayı feci bir
şekilde kirletiyorlar, hem de hava o kadar soğuk bile değilken. Kıyıyı bir kale
duvarı gibi kaplayan yüksek apartmanlar, hem arkalarında yaşayanları İzmir’in
imbatından yoksun bırakıyorlar hem de onları havanın işlemediği bu duvarların
arasında dumanlarıyla boğuyorlar.
Kirlilik her yerde
Sadece apartmanlar mı suçlu? Kentin çeperlerinde pıtrak gibi çoğalan
sitelerin içinde gruplaşan devasa büyüklükteki lüks villalarda yaşayanlar o
kadar para harcadıktan sonra sanırım biraz tasarruf etmek düşüncesiyle ısınmak
için katı yakıtlı kaloriferleri tercih ediyorlar. Baca gazı arıtmalarının
olmadığını, yarattıkları kirlilik gösteriyor. Yani artık sadece kent merkezinde
değil, düşük katlı ve yaygın yapılaşmanın olduğu yerleşim bölgelerinde de
kirlilik artıyor.
Bir zamanlar İzmir’in hava kirliliğinin önlenmesi için üniversiteli uzmanlar
şu önerilerde bulunmuşlardı; yerli ve ucuz bir yakıt olan kömürü kullanmak
kaçınılmaz ise hiç değilse kömürün kalitesini yükseltecek işlemler yapılmalı.
Yani bunun yolu yöntemi var; kömürün kirlilik yaratma potansiyelini düşürmek,
kaliteli kömür kullanmak, bacalarda arıtma kullanmak. Ancak bunları denetleme
sorumluluğu duyan herhangi bir kuruluş bulunmadığından olsa gerek, isteyen
istediği saatte ve istediği sıcaklık derecesinde, düşük kaliteli kömür
kullandığı kaloriferleri yakarak gökyüzünü siyaha boyuyor. Bir başıboşluktur
gidiyor.
Kirlilik önlenmediği sürece, rüzgarın esmediği her gün, İzmir kara bir
dumanın içinde gözden kayboluyor ve insanlar kendi yarattıkları dumanda
boğuluyorlar.
|