Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Kendini ve Kentini Yönetmenin Politikası

Türkiye’de belediyeler özellikle 1980’lerden sonra kentsel üretimi arttıran özerk kamu kurumları olmaktan çok sermayenin akışını yönlendiren ve sermayenin büyütülmesine hizmet eden birer hizmet şirketi kimliğine bürünmüşlerdir. Neo-liberal cinnetin birer taşeronu olmaya gönüllü aday olmuş, kendine yakın sendika ve kitle örgütlerini besleyen,

Radikal Gazetesi
Kendini ve Kentini Yönetmenin Politikası

‘Varoşları dolduran milyonlarca insanın karın guruldamasını devrimin ayak sesi sanmıştık. Oysa o insanlar açtı …’

‘Kendini yönetmek kenti yönetmektir; kenti yönetmek ülkeyi yönetmektir’ sempatik ve fazlasıyla demokratik bir slogan olmasına rağmen yüzyılın bütün kafa karışıklığına toslamakta ve iktidarın tuzağına her an düşecekmiş gibi durmaktadır. ‘Demokrasi denilen şey, totaliter ve asla demokratik olamayacak bir dünyanın önümüze sunduğu en tehlikeli tuzaktır. Aynı dünya, ondan çok önceleri bize güven ve samimiyetin tehlikesini de öğretmişti.’ Çünkü sahici ve saf bir demokrasi iktidara talip olmaz; iktidarı zorlar ve değiştirir. Geçen yüzyılın devrim tarihi, iktidar istemini barındıran en meşru ve en insani hareketlerin bile milyonlarca cinayetiyle dolup taşmıştır. Merkezi yönetim ile yerel yönetim arası gerilimlerin tarihi ilk imparatorluk toplumlarına dayanmasına rağmen özellikle 20. yy demokrasi tarihinin en önemli figürlerinden biri olmuştur. Sisteme alternatif hareketlerin yönlendirdiği yerel yönetim pratikleri toplumsal mücadelenin değirmenine su taşımakla kalmaz hareketin meşruluğunu, temsiliyet gücünü ve kitleler nazarında sindirilme sürecini hızlandırır. Fakat aynı yerel yönetimler, bir taraftan devletin işini kolaylaştırırken öbür taraftan devlet aygıtının en büyük korkularından biri haline de gelebilir.

‘Parlamento uzaktır; ona erişmek zordur; fakat Hakkari Belediyesi Hakkari'nin tam ortasındadır’ diyen bir seçmen gözüyle baktığımızda bile mutlak erk ve mutlak iktidar prensibi üzerinden ilerleyen totaliter devletler ve onların merkezi yönetim aygıtları, kendi muhalifleri tarafından iyi yönetilen her belediye ve aktifleşmiş her kitle örgütünü devletin itibar kaybı olarak kabul ederler. Çünkü ‘zulüm ve faşizm megolomandır.' 1970’ lerde Türkiye toplumu tarihi boyunca ilk kez bu kadar ciddi bir yerel demokratik ve özerk siyaset dinamiği geliştirmişken hemen ardından başlayan ve 12 Eylül kıyımına meşruluk kazandıran büyük kitlesel katliamlar ve ardından şapkasını alıp kaçmakla ünlenen Süleyman Demirel'in ‘Maraş’ı bırakın Fatsa’ya bakın’ demesi çok manidardır. Ülkenin başbakanı ‘Diyarbakır, Batman ve Tunceli'yi istiyorum’ derken aslında bilinçaltından şunu sayıklamaktaydı: ‘saydığım bu üç il kendini iyi yöneten iller; bu benim yüce devletimin tartışmasız gücü ve kudretine ve benim megaloman totaliterliğime zede düşürmektedir; tez elden yok edile!' ‘Maraş'ı bırakın; Fatsa'ya bakın' diyen bir Başbakan ile halka hitap ederken Diyarbakır Belediyesi için ‘bu pisliklerden kurtulun’ diyen başka bir Başbakanın benzer tepkileri bu ülkede demokratik anlayışın ve farklıyı hazmetme kültürünün otuz yılda ne kadar büyük bir aşama kaydettiğinin de resmidir. Legal Kürt siyasetinin iki önemli aktörü olan Vedat Aydın ve Mehmet Sincar'ın katledilmesi şanlı devleti temsil eden namlulardan çıkmış büyük mesajın işaret fişeğiydi: ‘Haddini bil! Hizaya gel! Demokrasi bir yere kadar!’

Türkiye’de belediyeler özellikle 1980’lerden sonra kentsel üretimi arttıran özerk kamu kurumları olmaktan çok sermayenin akışını yönlendiren ve sermayenin büyütülmesine hizmet eden birer hizmet şirketi kimliğine bürünmüşlerdir. Neo-liberal cinnetin birer taşeronu olmaya gönüllü aday olmuş, kendine yakın sendika ve kitle örgütlerini besleyen, çalışanlarının ücretlerinden kısıp dışarıdan mal ve hizmet satın alan ticari yapılara dönüşmüşlerdir. Öbür taraftan kollektif tüketim mallarının pazarlandığı -Konya Büyükşehir Belediyesi hala Konya il merkezinin ekmek piyasasına büyük oranda hükmetmektedir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara dershaneciliğinde bir numaralı isimdir- şirketlere dönüşen belediyeler, vurgunun, talanın, adam ve cemaat kayırmanın ve kadrolaşmanın merkezleri haline gelmişlerdir. Kentsel gelişim projesi adı altında gözünü aşırı toprak rantına dikmiş orta ve büyük sermaye gruplarının rant arayışlarına hizmet eden bir kurum olmaktan öte kenti boydan boya ulusal ve küresel sermayenin birer yatırım cennetine dönüştürmüşlerdir. Bir yazarın deyimiyle ‘yarışmacı yerellik' ve ‘en iyi benim’ anlayışı iki mahalle bakkalının daha fazla müşteri kapmak için bütün kurnazlıklarını sergiledikleri bir parodiye dönüşmüştür.

Yerinden yönetim sistemi, eğer güçlü bir demokratik, eşitlikçi ve devrimci tavırdan beslenmiyorsa tıpkı merkezi yönetimin teknokratik bakışına ve bürokratik yapılanmasına benzer bir yapılanma inşa etmek zorunda kalır. Son kertede merkezdeki yönetici elitlerle gelip aynı protokollerde devletin halksız demokrasine dahil olmakla kalmaz, devletin en resmi yüzünün bir temsili olmaya da mahkum olur. Merkezi yönetimin kuşatıcı ve çoğu kez tehditkar baskısına karşı durabilecek en önemli direnç noktalarından biri kuşkusuz yerel yönetimlerdir. Fakat halka rağmen demokrasi sayıklamasını hala terk etmeyen elitist bir merkezi devlet aygıtı nasıl demokrasiyi halk kitlelerine fazla görmüşse elinden geldiğince yerel yönetimlerin her demokratik ve özerk kalkışmasını sınırlandırmaya da çalışacaktır. Bu durumda yerel yönetimler söz konusu sınırlandırmayı aşacak, o sınırları zorlayacak ve yarattığı alternatif kentsel politikasıyla yerel demokrasiyi hayata geçirecek bir katılım kültürü oluşturmanın koşullarını yaratmak zorundadır. Bizler yerel yönetimleri gerçekten anlamak istiyorsak yerel yönetimlerin devletten görece özerk olduklarını hatta büyük oranda devletin bir parçası olduğunu kabul edip devlet aygıtının yerel yönetime dair benimsediği yaklaşımı, devlet ile yerel arasındaki tarihsel gerilimi ve yerel yönetimlere devlet tarafından biçilen misyonu fazlasıyla kurcalamak zorundayız. Son yıllarda 50'ye yakın belediyenin bir araya gelmesiyle şekillenen kent konseyi şeklinde örgütlenmiş Yerel Gündem 21 oluşumu, yerel ve merkezi yönetimlere karşı gelişen kitlesel tepkinin emilip manipüle edildiği, milyonlarca insanın asli ve birincil sorunları yerine yapay ve hatta gereksiz sorunları gündemleştiren bir yapı olmanın ötesine geçmemiştir. Çünkü söz konusu oluşum, puro içen ve viskiyi mideye boca eden bir sürü patronun hükmettiği, öbür yandan demokratik ve katılımcı makyajı sağlamlaştırmak için beş tane emekçinin konseyde sos olarak bulundurulduğu bir oluşumdur. İçinde halk yoktur; içinde halk olmayan bir yerellik, halkın dışında herkesin halk adına konuşma yetkisine sahip olduğu, muazzam döşenmiş ofislerde yapılan bol kahkahalı bir toplantı demokrasisidir.

Döl yatağı neresi olursa olsun her siyaset, zamanla kök salmaya çalıştığı yerin tarihsel, sosyolojik ve kültürel kodlarına göre şekillenir. ‘Bir şeylere biçim vermeye çalışırken zamanla o şeyin biçimini alırız' şeklinde tuhaf bir döngünün içinde dönüp duran bir Kürt legal siyaset geleneği önümüze çıkmaktadır bu gün. Bugün koca parlamentoda tek başına dişe dokunur muhalefet yapan DTP, bir yandan sistemin en hassas yerlerine vurup statükoyu zorlarken, sistemin kendini sorgulamasını dayatırken -ki TİP pratiğinden beri Türkiye parlamentosu böylesine sistemi zorlayan bir parti görmemiştir diyebiliriz aynı partinin merkezi yönetimi ve onun yerel temsilleri gelmiş oldukları siyasal geleneklerden, biz doğulu kavimlerde en iyi makyajın bile bir türlü gizleyemediği ve suratlarımızın tam ortasında kara bir çıban gibi duran feodalliğimizden ve özellikle bir dönem aynı devrim alanına yürüdüğümüz Türkiye Sol Hareketinden fazlasıyla etkilenmiştir.

İnsan yaşadığı yere benzer tanımı eksiktir; çünkü insan bin yıl birlikte yaşadığı her hangi bir toplumsallığa bırakın benzemeyi onunla ayırt edilemez sürüyle özelliğe sahip olur. Hamaset, popülizm, hizipleşme, güçlü aşiretlere dönem dönem yaslanma, lider kültüne sonsuz bağlılık, örgüt fetişizmi, ayrıcalık isteği, bölgecilik, yerel şovenizm, kayırma ve kollama gibi benzeşik ama alabildiğince negatif durumlar Ortadoğu'nun bin yıllardır süren toplumsal geleneğinden kaynaklı ve bu gün en önemli zihinsel çarpıtma örnekleri olarak önümüzde durmaktadır. Kürt coğrafyasının belli yerlerinde Bedelcilik Siyaseti neredeyse Belediyecilik Siyasetinin üzerine çıkmıştır. ‘Ben daha çok bedel ödedim en çok ben istiyorum tavrı’, köylü fırsatçılığı ile kentli lümpenliğin birleşmesiyle oluşmuş bir infilak anıdır. Tıpkı aşiretsel bağlar gibi örgütsel bağların da çelik halatlarla birbirine bağlandığı bir toprak parçasında yerinden yönetim, öz yönetim, kendini yöneten kentler, dillendirmeleri insanların entelektüel zihinlerinde uzak ama sıcak ihtimaller olarak görünmektedir.
Bu ülkede dar vakitli siyasetle çok şey hal edilmeye çalışıldı; sonrasında kurucu unsurların yüzlerine gözlerine bulaşan sistemin adına salahane demokrasisi dedi şairler.. Demokrasinin bütün kültürel, ekonomik ve siyasal alt yapısı hazırlanmadan demokratik cumhuriyetler ilan eden bu ülke hala ne tam olarak cumhuriyettir ne da tam olarak demokratik. Her şeyden önce yurttaş bilincinin ve demokratik yaşamın evrilen ve kendi mecrasında olgunlaşmaya çalışan tarihi ve kültürel bir süreç olduğu unutuldu. Erken iktidar olma ve erken boşalma hastalığı bu toplumun başına gelmiş en büyük hastalıklardır diyen şairin muzipliğini bir tarafa bırakırsak, yarım kalmışlığın, kesintili süreçlerin, müdahale ve manipülasyonun sancısını en iyi bilen toplumlardan biri Türkiye toplumudur.

Türk'ün yüz yıldır çektiği sancının aynısı bu gün Kürd'ün de böğrünü zorlamaktadır. Tepeden dayatmacı ve jakoben bir siyaset mi? Halk kitlelerinin iradesine dayalı bir temsiliyet mi? Bu ikilem ve çelişki yerel yönetimlerin demokrasiyi, katılımı, çoğulculuğu ve yerinden yönetimi iktidarların sevimlilik efekti olmaktan çıkarıp bir yaşam tarzı haline getirebildiği gün bu topraklarda yeniden yaratılabilir. Bu ne kadar uzak bir ihtimal gibi görünse bile. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Türkiye siyaset arenasının en güçlü, en kayda değer öznesi yine Kürt demokratik ve siyasal muhalefetidir.

Siyasal bir temsil gücü olan yada kültürel bir kimliğin taşıyıcılığını yapan bir yerel yönetimin sadece siyasal ve kültürel referanslarla kitleleri bir arada tutabilmesinin belli zaman limitleri vardır. Kültür ve ideoloji toplumu birbirine bağlayan bir zamktır; fakat zamkın eskiyip birleşen parçaları ayrıştırdığını da çokça görmüşüzdür. Acılı ve kederli mahalleler, kentin kenarına serpiştirilmiş ve devletin en soğuk suratını en iyi bilen, köyü yakılmış, çocuğu vurulmuş, karın tokluğuna bile çalışabilecek bir iş bulamayan, açlığını ve sefaletini hiç bir şekilde gizleyemeyen milyonların elbette ki insani, demokratik ve siyasal beklentilerini taşıyabilecek basiretli siyasal bir sözcünün varlığı şarttır. Fakat öbür tarafta bu insanların ciddi boyutlarda eğitim, adaptasyon, ekonomik ve sosyal kurumsallaşmalara ihtiyacı vardır.

Oy depoları sayılan kenar mahalleler günün birinde belediyelere yürüyüp ‘benim siyasal ya da kültürel taleplerimin sözcüsü oldun kabul; fakat su akmıyor, yollar çamur ve hiçbir gündelik yaşam pratiği olmayan binlerce okula gitmeyen gencim sokakta tespih sallayıp sokak arşınlamakta.' dedikleri zaman onlara cevap olabilecek bir yerel yönetimin alt yapısını şimdiden oluşturmak siyasal taleplere cevap olmanın bile ötesine geçmiş bir önceliktir. Öbür yandan sadece varoşa oynayan, varoş siyaseti üzerinde yoğunlaşan bir algılayış tarzı, kent sakinlerini küstürmekle kalmaz, hareketin eşitlik ve demokratik anlayış kültürünü yerle bir eder. Sadece yoksulların girebildiği ve kent sakinlerinin diğer kısmına kapatılmış bir mekanda zamanla Amerikan türü bir getto faşizmi türemeye başlar.

DTP belediyelerinin ‘kentimizi ve kendimizi yönetiyoruz’ şeklinde sloganlaştırdığı yaklaşım demokratik katılım ilkesine kuşkusuz sağlam bir göndermedir. Fakat söz konusu belediyelerin büyük bir çoğunluğunun ortak tüketim ve üretim hizmetlerini halka sunma, şehir olanaklarının kamuya kazandırılması, yoksul insanların barınma ve alt yapı sorunlarını çözme konusunda yeterince başarılı olduğunu iddia edemeyiz. Yarışan belediyeler yerine kenti yaşanabilir kılan ve demokratik kentler sloganı çok daha anlamlıdır. şeffaf belediyecilik, kent konseyleri, demokratik kent platformları, sosyal katılımcı, çok kültürlü, ucuz ve ulaşılabilir kent olanakları sunan, kaynak yaratan, mekansal ayrışmayı değil, mekansal kaynaşmayı demokratik ve eşitlikçi bir ölçü olarak kabul eden, herhangi bir yurttaşın tabelasına bile baktığında ‘patronların, ağaların ve sadece yoksulların değil; şehrimizin belediyesi' diyebileceği yerel yönetimler, bu ülkenin merkezi yönetimlerinin yani kudretli devletin yüz yıldır başaramadığını ya da başarmak istemediğini başarabilir. Ülkeyi yaşanmaz kılan merkezi yönetimleri utandırma adına bile olsa kenti yaşanır kılabilirler.

http://www.yapi.com.tr/haberler/kendini-ve-kentini-yonetmenin-politikasi_67316.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!