17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Kocaeli
depreminin ardından her enkazın başında duyulan soruydu: “Orada
kimse var mı?”
Sabaha karşı, 03:02’de ve 7,4 şiddetinde gerçekleşen deprem, 45 saniye
sürerek, merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olmasına rağmen ülkenin büyük
kesiminde hissedilmiş ve yakın çevresindeki yerleşim yerlerinde yıkımlara ve can
kayıplarına neden olmuştur. Yaşanan 45 saniyelik felaketten sonra, birçok can
ağır betonlar altında bu cümleyi duymayı beklemiş, bazıları duyabilmiş,
bazılarına ise bu ses hiç ulaşamamıştır.
Kocaeli, Yalova, Adapazarı ve kısmen İstanbul'u da etkileyerek, özellikle
kentsel yerleşmelerde önemli hasarlara neden olan depremin yol açtığı yıkımın en
önemli muhataplarından biri, kente göçle gelen düşük gelirli gruplar olmuştur.
Türkiye’nin kentsel gelişmesinin kırılma noktalarından biri olan ve 1950’li
yıllardan itibaren izlenen sanayileşme politikaları ve sermaye birikim süreci,
nüfusun mekânda yeniden dağılmasına ve büyük kentlere doğru göçün artmasına
neden olmuştur. Yaşanan yoğunluklu göç karşısında devletin kentsel alanlara
sınırlı müdahalesi, kentleşme sürecinin daha fazla yerel toplulukların
inisiyatifine bırakılması ile sonuçlanmış ve kentin yeni sahipleri, konut
sorununu kendi imkânları ile çözmek zorunda kalmışlardır. Bulunan çözüm ise
kendi konutlarını, yani gecekondularını yapmaları şeklinde olmuş [i] ve bu
dönemlerde ortaya çıkan gecekondular zamanla ilçe ölçeğinde büyüyerek ve
apartmanlaşarak, işgal edilmiş yerleşim yerlerinden düşük ve orta gelirli sınıf
için standart yerleşim alanlarına dönüşmüştür.[ii]
Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Marmara Bölgesi’nin de yaşadığı bu
tür kentsel gelişme modeli, Marmara Depremi’nde yalnızca Kocaeli’de, 35.839
konut ve 5.478 işyerinin ağır hasar alıp yıkılmasına neden olmuştur.[iii] Resmi
rakamlara göre yaklaşık 15 bin kişinin hayatını yitirdiği, 30 binden fazla
kişinin yaralandığı deprem, bölge insanı üzerinde fiziksel etkilerin yanı sıra
psikolojik etkiler de yaratmış ve depremzedelerin zihinsel, duygusal, fiziksel
ve sosyal olarak verdiği tepkilerin temelinde barındıkları konutları kaybetme
korkusunun olduğu belirlenmiştir.
Depremden sonra barınma
Kocaeli ilinde depremde çok sayıda konutun yıkılması ve ağır hasar görmesi
sonucu, barınma sorunu öncelikli çözüm getirilmesi gereken konuların başında
gelmiş ve deprem sonrası bölgenin yeniden yapılanması için yürütülecek
faaliyetlerin sorumluluğu Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na verilmiştir.
Bakanlık, ortaya çıkan konut sorunu için kısmen kendi evini yapana para yardımı
yapılması ile ağırlıklı olarak devlet eliyle konut üretilerek kullanıcılara
verilmesi doğrultusunda bir yaklaşım benimsemiştir. Öncelikle hak sahipliğinin
belirlenmesi yapılmış ve depremden önce evi olup da depremde evleri yıkılanlar,
birinci derecede hak sahibi sayılmıştır. Bakanlık tarafından, deprem sonrasında
mağdur olmuş hak sahiplerinin yerleşmesi amacıyla 27 ayrı alanda kalıcı deprem
konutları üretilmiş ve depremzedeler bu konutlara yerleştirilmiştir. Ancak evi
olmayan ve deprem bölgesinde kiracı konumunda yaşayanların sayısına ilişkin
bilgiler olmadığı için, Bakanlık tarafından onların kalıcı konut sorunlarının
nasıl çözüleceğine ilişkin herhangi bir politika geliştirilmemiştir. Bu nedenle
hak sahibi olmayanların sayıları ve o bölgede neden ikamet ettikleri konusunda
bilgilere sahip olunmadığından deprem bölgesinde yaşayanların tümünün
ihtiyaçlarının Bakanlık tarafından dikkate alındığını söylemek zordur.[iv]
Arızlı ve acıların puanlanması
Arızlı Irak Kızılay konutları, Bakanlığın üretmiş olduğu kalıcı deprem
konutlarının dışında, Irak devletinin vermiş olduğu şartlı hibe ile yapılan
konutlardır. Irak Kızılay’ının yardım bedelini devretme şartlarından biri,
yardımın depremzedelere konut yapımı için kullanılması olup, konutların yapım
aşamasında kimlere dağıtılacağı konusunda karar verilememiştir. Valilik yaptığı
çalışmalar sonucunda konutların, depremde can kaybı olan, Kocaeli ilinde oturan
ve yasalara göre hak sahibi olmayan kiracılara, yani depremden önce kiracı
olduğu için deprem konutlarından ev almaya hakkı olmayan depremzedelere tahsis
edilmesine karar vermiştir; ama sorun bununla bitmemiş, hak sahibi olmayanlar
arasında eleme yapmak için puanlama sistemi getirilmiştir. Gazetelere ilan
vererek evler için başvuru toplayan valilik en çok can kaybı olandan en az can
kaybı olana doğru sıralama yaparak evleri başvuruda bulunan depremzedelere
dağıtmıştır; yani konutlarda yaşayanların söylemiyle acılarını
puanlamışlardır: “3 ay içerisinde gazetelere ilanlar verildi. Puanlama
sistemi orda başlıyor. Birinci derecede yakınını kaybetmiş olmak ve Kocaeli’nde
kaybetmiş olmak. En az içimizde 2 ile 17 ölüsü olan insanlar yaşamakta ve ben
çok iyi biliyorum ki kimsesi kalmamış tek başına yaşamını sürdürmeye çalışan
insanlar var. Birinci dereceden yakın, anne, baba, kardeş, çocuk yani birinci
dereceden yakın, öbür türlüsü zaten elemeler yapıldı biz oraya alınırken muazzam
elemelerden geçtik. Yedeklere düşenler oldu. Birinci dereceden yakın olmayanlara
hayır dendi. Anne, baba, kardeş olmalı dendi yani böyle bir şartı vardı. Bunun
adına da o zaman puanlama sistemi dediler yani acıları puanladılar” (Çisem Uğur,
09.01.2010).
Konutların bitiminden sonra Irak Kızılay’ı ile yapılan protokol gereği, bir
tören düzenlenerek evlerin açılışı yapılmış ve konutların depremzedelere tahsis
edildiğini gösteren belgeler dağıtılarak Irak heyetine, yapılan yardımın
protokole uygun olarak harcandığı gösterilmiştir. Ancak Arızlı konutlarında
oturanlar için sorun bundan sonra başlamıştır.
Irak tarafından yapılan hibe Türkiye Kızılay Derneği’ne oradan da Kocaeli
Valiliği’ne devredilmiştir. Konutların yapımından sonra, Başbakanlık Kriz
Yönetim Merkezi, Kocaeli Valiliği’nin talebi ile konutların mülkiyetini İl Özel
İdaresi’ne tescil etmiştir. Kocaeli Valiliği İl Özel İdaresi, mülkiyetine geçmiş
olan ve hibe olarak yapılan konutları, çoğunluğunu dar gelirli ailelerin
oluşturduğu depremzedelere kira sözleşmesi ile vermeye karar vermiştir. Kira
sözleşmeleri İl Özel İdaresi’nin kararı ile beş yıllık süre için yapılmış olup
depremzedeler konutlara yerleştikten bir sene sonra valilik tarafından, memur
lojman aidat tarifesine göre hazırlanan kira sözleşmeleri ile karşı karşıya
kalmışlardır;
“2001 yılında girdik hemen akabinde bir sene sonrası belli yaptırımlar
başladı. Valilik tarafından siz kiracıydınız ev hakkınız yok dediler. Oysa
elimizde protokolümüz vardı, bunlar depremzedeye yapılmalı ve hibe edilmeli,
hediye edilmeli şeklinde. Irak heyeti geldiğinde tapu verir gibi bir şeyler
verdiler bizlere, onları öyle kandırdılar. Hatta açılış cd’sinde Türk Kızılay
Derneği başkanı Kemal Demir o dönem şunu söyledi ‘bu evler sizin öz malınızdır
güle güle oturun. İçeride söylentiler duyuyorum halkın içinde bir sıkıntı
hissediyorum biz kiracıyız bu evler bizim midir diye kimse yanlış hesap yapmasın
yanlış hesap Bağdat’tan döner burası depremzedelere yapıldı depremzedelerindir.’
Evler bize başında öz malımız gibi verildi; fakat bir sene sonra valilik çeşitli
entrikalar yaptı. Evler verildikten sonra ilk ramazan ayıydı kapımıza çevik
kuvvet dayandı. Elinde bir kira sözleşmesi, ya bunu imzalayacaksınız ya da çevik
kuvvet sizi atacak. 80 depremzedeyi çevik kuvvetle attılar. Bunlar bu zamana
kadar çeşitli aralıklarla devam etti. Kira sözleşmesini imzalamayanları attılar
ilk dönemler ya da kira sözleşmesi imzalamak zorunda kalındı; ama ola ki iki ay
kirayı ödeyemedi üçüncü ay kapısına dayandılar yine attılar” (Çisem Uğur,
09.01.2010 ve Açılış Töreni cd).
2001 yılından bugüne kadar kira sözleşmelerini imzalamayan, kiralarını
ödeyemeyen ve konutlarından çıkmak istemeyen depremzedeler, zorla tahliye
edilmeye başlanmış ve konutlarından çıkmak istemeyen ve sadece barınma hakkını
isteyen depremzedeler, “beleşçi,” “terörist,” “işgalci” gibi onur kırıcı
suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.
“Polisle karşı karşıya geldiğimizde o arbedeler esnasında herhangi bir
karşılığımız yok. Yani ben her zaman bunu diyorum ben 48 kilo bir bayanım. Ben
1.80 boyunda yapılı özel eğitim almış polislere ne yapabilirim. Hızla
kapıyorlar, atıyorlar, savuruyorlar; elimizde hiçbir şey yok. Bu polisler
kimseyi tanımadan ezdiler geçtiler, en çok ben kendimde değilim gencim bunları
atlatırım; ama bir göğsü alınmış kalp hastası annemin o arbede içerisinde o
kadar yıpratıldığını, o kadar çirkin muamelelere uğradığını gördüm ki, yani
nefret ettim.80 yaşında bir amcamız kalp krizi geçiriyordu nefes alamadı zorla.
Elleri kolları tutmuyor, depremde enkazda hasar görmüş elleri, sakat olan
ablamızı üstünden postallarla çiğneyip geçtiler. Bunları gördükçe şok oluyorum.
Nasıl hak arayan bir insan terörist ilan edilir, nasıl bu kadar, böyle
acımasızca darbelere maruz kalır? Ben yedi sekiz saat gözaltında tutuldum,
sadece hakkımı arıyorum diye. 28 saat ben ve beş arkadaşımız nezarete atıldık.”
(Çisem Uğur, 09.01.2010).
Oysa devlet olarak taraf olduğumuz Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi, barınmayı mülkiyetten bağımsız yeterli bir yaşam standardı
bağlamında bir hak olarak tanımlayıp barınma hakkı ile ekonomik, sosyal ve
kültürel hakların ayrılmazlığını ortaya koymakta ve bu hakkı, kişiye başını
sokacak bir çatı sağlayan barınakla özdeşleştiren veya barınağı sadece bir mal
olarak gören, dar ve sınırlı bir anlamda yorumlanmaması gerektiğini
belirtmektedir. [v] Ancak Arızlı’da tam tersi bir durum yaşanmakta olup valilik,
depremzedeleri konutlardan çıkartmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte Valiliğin
tahliye talebinden kısa bir süre sonra konutların niye zorla boşaltıldığı ortaya
çıkmış ve depremzedelerin zorunlu tahliyesi sonucu boşalan konutlar üst düzey
bürokratlara tahsis edilerek, devlet lojmanı statüsünde kullanılmaya
başlanmıştır;
“Şurada da bir açık var madem bu evler depremzedeye yapılmadı kamu
görevlilerine yapıldı niye baştan bizi yerleştirdiniz niye Irak heyetine
depremzedelere yaptık gibi bir gösterişte bulundunuz. Madem size yapıldı bizi
yerleştirmeyecektiniz bize yapıldı o zaman; burada bürokratların ne işi var. 80
tane depremzedeyi zorla yaka paça evlerinden attınız; yerlerine üst düzey
bürokratları yerleştirdiniz, bu ne büyük çelişki yani, hem sınıf çatışmasına yol
açıyorlar” (Çisem Uğur ve Aysel Tağcı, 09.01.2010).
Depremzedeler, tahliyeler için dava açmışlar; ne var ki evlerin mülkiyeti
belli olmadığı, yani kimsenin elinde tapu bulunmadığı için açılan tüm davaları
kaybetmişlerdir. Ancak davalar sürerken yapılan araştırmalar sırasında başka bir
gerçekle karşı karşıya gelmişler. Şöyle ki, Valilik, 22.02.2000 tarihinde Çevre
ve Orman Bakanlığı’na bir yazı göndererek, konutların üzerinde bulunduğu 2/B
parsellerini “Afete Uğramış Kamu Görevlilerine Konut ve Sosyal Tesis” yapılmak
üzere talep etmiş ve Çevre ve Orman Bakanlığı da bu talebi onaylamış [vi]. Başka
bir deyişle, aslında Kocaeli Valiliği Arızlı Köyü’nde, Hazine adına orman
sınırları dışına çıkartılmış ve 2/B kapsamında bulunan arazi üzerine Irak
Kızılay’ı tarafından verilen şartlı hibe ile depremzedeler için değil kamu
görevlileri için lojman yaptırmış.
“Daha korkuncu var, o dönemlerde ilk etapta belgeler elimize geçmedi. Daha
sonra belgeler elimize geçince, hukuksal düzeyde araştırmalar başlayınca
öğrendik ki, 1999 yılında bu para hediye ediliyor. 2000 yılında evler yapılıyor.
Burada Valiliğin niyeti o kadar açık, başından belli, 2000 yılında 2/B arazisini
üstüne geçirebilmek adına Orman Bakanlığı’na dilekçe veriyor. İlkinde Orman
Bakanlığı reddediyor. Hayır diyor, orası depremzedeye ait ev yapılması gerekir
diyor. Sonra bunlar farklı entrikalarla, kalem eşkıyalıklarıyla bizim
tabirimizle yine başvuruyorlar. Bu sefer afete uğramış kamu görevlilerine konut
ve sosyal tesis yapacağız, yani burada devletin bakış açısı daha ilk başlarda
bizi oraya yerleştirmeden öncesi biz 2001 de girdik onların 2000 yılında ne
yapmak istedikleri belliydi” (Çisem Uğur ve Aysel Tağcı, 09.01.2010).
Kocaeli Valiliği, depremzedeleri güvence altına almak ve mağdur etmemek için
Arızlı TOKİ konutlarından ev tahsis edeceklerini belirtiyor. Ancak,
depremzedeler bu konuda Valilikle aynı fikirde değil ve haklı olarak soruyorlar,
‘niye Irak Arızlı Konutları’nda oturamıyoruz da TOKİ evlerine geçmek zorunda
kalıyoruz’ diye;
“Arızlı mevkiinde TOKİ yapılıyor. 10 katlı 8 milyar peşinat 235 TL ayda geri
ödemeleri var 2+1 evler buraya gideceksiniz biz sizi mağdur etmiyoruz alternatif
sunuyoruz. Tabii 235 TL geri ödeme yapacağım bir dairenin fiyatı 100-125 milyar
arası; biz de diyoruz ki, neden bizi çıkartıyorsunuz? Madem bizi tanıyorsunuz,
ev verdiniz baştan bize. Bizi buradan çıkartmanızdaki gaye ne? Niye bürokratlar
yerleşiyor? Biz onların kendilerince ‘Biz sizi mağdur etmiyoruz. TOKİ yapıyoruz’
şeyini kabul etmiyoruz.” (Çisem Uğur, Aysel Tağçı, Emine Yılma,
09.01.2010).
Sonuç olarak, özellikle “sosyal devlet” olmanın bir gereği olarak,
vatandaşların en hayati ihtiyacı olan barınma ihtiyacının karşılanmasında
devletin fiilen, bir biçimde katkısı gerekmektedir. Çünkü konut, insanın en
temel ihtiyaçlarından birisi sayılan ve insan hakları kapsamında yer alan
barınma hakkının bir aracı olarak görülmektedir. Oysa Anayasanın 57. maddesinde
de ifade edilen “Konut Hakkı”nın sözde kaldığı ülkemizde devlet, Arızlı Irak
Konutları’nda yaşayanları, deprem sonrası yerleştikleri, özellikle onlar için
yapılmış olan konutlarından zorla tahliye etmeye çalışmaktadır. Kocaeli ilinde
kamuya ait yeterli sayıda lojman varken ve bu konutların yapımında devletin
tasarrufu bulunmazken, depremzedeler için yapılmış konutları lojman haline
getirmeye çalışmak, konutlarda oturan dar gelirli ve de en önemlisi depremzede
insanların barınma haklarının üst gelir gruplarına peşkeş çekilmek üzere
ellerinden alınması demektir.
Kapitalizmin gelişim süreci içinde barınma, liberal bir anlayışla mülkiyet
temelinde dikkate alınmakta ve bir yanda rant alanları sermaye birikimine
kaynaklık ederken diğer yanda alt ve orta sınıflar yani mülk elde edebilecek
gelire sahip olmayanlar, barınma sorunuyla boğuşmaktadır. Başka bir deyişle,
neoliberal ekonomi politikalarının kutuplaştırdığı üst sınıflar kentsel
topraktaki mülkiyet haklarını genişletirken, yaygınlaştırdığı yoksulluk ise
kentsel topraklardaki kullanım ve mülkiyet haklarını kaybetmektedir.
Emine Yılma, konutlara yerleşmede Valilik tarafından yapılan puanlamaya göre
konutlara ilk yerleşmeye hak kazanan bir depremzede; çünkü ailesinden 13 kişiyi
kaybetmiş, onun ve diğer depremzedelerin tek bir talepleri var; o da, barınma
hakkı;
“Tüm ailemi kaybettim. Sadece barınma hakkımı istiyorum. Bana niye zulüm ve
baskı yapılıyor. Geçim sıkıntım ve psikolojik problemlerim var. Benim manzarada
ya da lüks evde gözüm yok. Benim derdim barınma. Yetim maaşı ile geçiniyorum.
Ben makarna ile oruç tutup makarna ile orucumu açtım. Şehit kanlarının üzerine
hiçbir bürokrat oturamaz. Benim devletim bu kadar fakir mi?” (Emine Yılma,
09.01.2010)
Kocaeli depreminin üstünden 11 yıl geçti ve depremin açtığı yaralar henüz tam
olarak sarılmış değil. Yazının başında bahsetmiştik, o büyük sarsıntıdan sonra
enkaz altında kalan canları kurtarmak için enkaz başında yardım etmek isteyenler
“Orada kimse var mı” diye sesleniyorlardı. Enkazın altında sesi duyabilenler
kurtulma şansını yakaladı. Oysa o gün, enkaz altında olup da kurtulan, can ve
mal kaybı olan, tek suçları deprem sırasında kiracı olmaları nedeniyle devlet
gözünde hak sahibi olmayan Arızlı konutlarında oturan depremzedeler, 11 yıldan
beri barınma hakları için tüm yetkililere ve vatandaşlara seslerini duyurabilmek
için haykırıyorlar: “ORADA KİMSE VAR MI?”
Ayşegül Kanbak / Kocaeli Üniversitesi
[i] Şengül, T. (2001), Kentsel Çelişki ve Siyaset, Kapitalist Kentleşme
Süreçleri Üzerine Yazılar, Demokrasi Kitaplığı, İstanbul [ii] Kurtuluş, H,
(2006), Kentsel Dönüşüme Modern Kent Mitinin Çöküşü Çerçevesinden Bakmak,
Planlama Dergisi, 2(7–11). [iii] Sayıştay Başkanlığı (2002), Bayındırlık ve
İskan Bakanlığının Marmara ve Düzce Depremleri Sonrası Faaliyetleri Sayıştay
Raporu. [iv] Sayıştay Raporu [v] Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar
Sözleşmesi [vi] Kocaeli Valiliği 22.02.2000 tarih, İY.2.BU.41.00.0.002 Sayılı
Yazı
|