e denli “inatçı sevdalı” oldukları türkülerinden belliydi... “Dereler
yukarı aksa”, hatta “Ordu üstlerine kalksa” bile sevdiklerini ellere
vermeyenler, güzelim kıyılarını mı ilkel sahil yoluna vereceklerdi? Keşke aynı
kıyıdaki “Ayışığı”mızı da yaşatabilselerdi... Koca Türkiye’nin yegâne “aile yeri
olmayan” lokantasını Ordu’ya kazandıran Enis Ayar da doğa düşmanı yolu
engelleyen inatçılardan değil miydi?
Tıpkı Ordu Belediyesi Karadeniz
Tiyatrosu’nun (OBKT) kuşaktan kuşağa “sanata sevdalı” inatçı emektarları gibi..
24 Ekim’deki “Şiir Günü” etkinliği için gecesini gündüzüne katan şair Şinasi
Tepe’ye sordum: “Devlet Tiyatroları bile onca olanaklarıyla 60. yılını
kutlarken, Ordu tiyatrosunu 45 yıldır yaşatan sır nedir?”
Meğer
Düzmahalle’nin tarihi kilisesindeki tiyatro salonunun adı “Cumhuriyet
Sahnesi”ymiş; nasıl yaşamasın ki? Kuruluş kararı, Muhsin Ertuğrul’un 1964’teki
ziyaretinde alınmış. 65’te Reşat Nuri Güntekin’in “Hülleci”siyle açılan perdesi
ise 12 Eylül’de bile kapanmamış...
Aynı sahnedeki “Kent ve Sanat”
panelinde konuşan Belediye Başkanı Seyit Torun dedi ki: “Sadece festivallerde ve
özel günlerde değil, 365 gün kültür ve sanatla yaşanmasını hedefliyoruz...”
Başkanın özlemi gerçekleşmeye başlamış bile.. Belediyenin
“konservatuvar”ında 700’e yakın öğrenci var. Bağlama, gitar, kanun, ut,
mandolin, piyano, keman, kemençe, kabak kemane, ritim saz, ney, flüt, kaval ve
tar eğitimi veriliyor; konserler düzenleniyor... Buna, “Uluslararası Çocuk ve
Gençlik Tiyatroları Festivali”ni, ardı ardına sergileri, söyleşileri
eklediğimizde, kültür ve sanat kenti başka nasıl olunur ki?
Paneli
yöneten şair Halim Şafak, her fırsatta “Milaslı” olmakla övünse bile, her
bahaneyle Ordu’ya gelmenin keyfini anlata anlata bitiremedi. Özellikle eski
semtlerdeki evler, sokaklar, bahçeler ve “Boztepe”den görünüm, sanata ve
sanatçılara çok yakışıyor... Aynı manzaranın ormanlık tepelerine dikilen azman
“TOKİ kuleleri” ise ne Karadeniz’e yakışıyor, ne de mimarlığın insani
değerlerine...
‘Kültür’ün valisi
Boztepe eteklerindeki eski semtleri bezeyen asırlık konakların
inatçı sevdalısı ise mimar Ahmet Çelebi.. geçmişten kalan ne varsa, ille de
yaşatacak. Vaktiyle Mimarlar Odası temsilciliğini kuran Çelebi’yle, onardığı
konakları gezdik; “anı”lara gösterdiği özeni kutladık. Aynı özenin kentin
“kalbi” denebilecek “Tahıl Pazarı”na gösterilmemiş olmasına ise hayıflandık.
Mimar Talat Köksal, yerel dildeki “Takıl Pazarı”nın Ordu için en önemli yaşam
merkezlerinden biri olduğunu anımsatarak dedi ki: “Kıymetini yitirdikten sonra
anladık...”
İmar Müdürü Havva G. Eriş’le de “yitirmemek” için
kamulaştırılan beş eski evin bulunduğu Menekşe Sokağı inceledik. Özel
mülkiyetteki eski Vali Konağı Binası’na “Vali”nin sahiplenebileceğini konuştuk..
çünkü yeni Vali Orhan Düzgün, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Kültür
Varlıklarını Koruma Genel Müdürü”ydü; atanmasında, Ordulu Bakan Ertuğul Günay’ın
“memleket sevgisi” etkili olmalı...
Aziziye, Taşbaşı ve Zaferi Milli
mahallelerindeki “SİT planı”nda, eski evlerin bahçelerindeki “ek bina”ları nasıl
andığımızı ise yazamam! Güzelim konaklar, “mimarlıktan yoksun” bir plan
yüzünden, yeşili de parçalayan apartmanların arasında kaybolmuşlar...
Her biri “sülale adları” olan “Furtun” ve “Işıkveren” sokaklardan
“Tabyaaltı”na inerken, “Yine yeşerdi fındık dalları” türküsündeki “hişt” diyen
kızlara rastlamayalım mı? Denize bakan seyir alanındaki “üç kız” heykeli,
türkünün sokağına “âşıklar yolu” denilmesine neden olmuş...
...Ve mucizevi
‘klarnet’ler
Ordulu inatçı sevdalıların en kahramanı ise bence
Ahmet Usta...
Küçük tahta kulübesinde “klarnet” yaptığını duyar duymaz
soluğu yayladaki Bayadı Köyü’nde aldık. 1932 doğumlu Ahmet Özdemir, gençliğinde
“kaval” yaparmış; sonra “kargı kamışı”ndan “ney”i, “düdüklük” denen ağaçtan
“flüt”ü başarmış. Derken bir düğünde gördüğü “gırnatacı”nın çalgısını da
“yaparım” diye inat etmiş.. ceviz ağacını el matkabıyla delmiş, madeni
parçalarını da kalayla, lehimle hallederek ilk “si bemol” klarnetiyle 1953’te
askere gittiğinde “mızıkacı” yazmışlar. İzmit’teki 23. Tümen’in bandosunda
“nota”yı da sökünce, 55’te terhis olur olmaz doğru Ordu’daki kulübeye...
Ahmet Usta’nın ilk ünlü müşterisi Barbaros Erköse. Sonra Yunanlı
Vasileas Selaes, ABD’li Bon Jovi gibi dünya sanatçıları... TRT müzisyenlerinde
300’e yakın klarneti var. “Çırak” yetiştirdiği torunları Erman ile Eren için
diyor ki; çok daha güzellerini yapacaklar...
Eşi Cemile Özdemir’le baba
mirası yayla evinde yaşayan Ahmet Usta, Belediye Konservatuvarı’nın “onur üyesi”
olmalı...
Ordu’dan ayrılmadan, 2000’lerde “kıyı siluetinden
temizlenmesi” kampanyası açılan, ancak özelleştirilince “kat kat satılan” devasa
“Sagra binası”na bakmadan edemedim. Yalıyı betonlaştırmanın adını “Yalı
Apartmanı”(!) koymuşlar. Devlet para kazanacak diye bir kent nasıl böylesine
gözden çıkarılır?
Ordunun tarihi anıtlarından Yalı Camisi’nin
restorasyonu ise güzel olmuş ama gece aydınlatmasındaki o yakışıksız “kırmızı
ışık”, görmüş geçirmiş ağırbaşlılığına hiç uymuyor...
|