CHP İzmir eski il başkanlarından Alaattin Yüksel’in, 2004
seçimleri öncesi ve sonrasında yaşananların perde arkasını anlattığı
röportajımızdaki bazı noktalara itirazlar geldi. İtiraz edenlerden biri, eski
Konak Belediye Başkanı ve merhum İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet
Piriştina’nın yakın dostu Erdal İzgi’ydi. Bakın İzgi, o döneme ilişkin neler
söyledi...
Bir röportajın üzerine konuşacağız sizinle. Ancak
söyleşiye konu olanlardan Ahmet Piriştina hayatta olmadığı ve o dönemin en yakın
tanığı olduğunuz için tartışılan bazı konuları size sormak
istiyorum... Aramızda olmayan birinin hakkına saygı gereği, onun
dönemiyle, çalışmalarıyla ilgili konuşmaları doğru bulmuyorum. Yattığı yerden
kalkıp, "Neden doğru söylemiyorlar" diyemeyeceğine göre, geçmişe dayalı
konuların dillendirilmesi mümkün olduğunca ortak tanık ve belgeli olmalıdır.
Ancak o zaman söylenenlerin inandırıcılığı olur. Kamuoyunu yanlış
bilgilendirmemeye özen göstermeliyiz. Çünkü tarih hiçbir zaman yanıltmaz,
arşivlere girer okursunuz ya da olayları birebir yaşayan birileri çıkıp
gerçeği anlatır.
Ben daha sorumu sormamıştım ama, siz de başlangıçta
anlamlı bir açıklama yaptınız... Evet, gerekliydi bence. Çünkü
rahmetli Piriştina’nın ölümünden altı yıl sonra birtakım konular açılıyor ve
bundan da siyasi, ticari veya şahsi birtakım beklentiler içine giriliyor gibi
bazı izlenimler ortaya çıkıyorsa, herkesin her şeyi aktarırken kullandığı
kelimeleri yedi kez düşünerek seçmesi gerekir.
Ancak bu konudaki hassasiyetiniz, farklı yorumlara neden
oluyor. Belki onlara da açıklık getirmiş olursunuz. Piriştina’nın ismi
geçtiğinde neden çok hassas davranıyorsunuz? Öncelikle mesai
arkadaşımdı. Tanımaktan, sevmekten onur duyduğum bir dostumdu. Beni belediye
başkanlığına gazetecilikten çekip oturtan, "Beraber gideceğiz" diyen kişiydi.
Herkesin de bildiği gibi, etle tırnak gibiydik. Öldüğü geceyarısı onu eve
bırakıp, sabah gidip de cesediyle karşılaşan, herkese haber veren bendim.
Piriştina Ailesi de, bu konularda her zaman konuşma hakkını bana verdi. O
nedenle rahatlıkla her şeyi anlatma, konuşma ve bilgilendirme hakkına sahip
olduğumu düşünüyorum.
CHP eski İl Başkanı Alaattin Yüksel röportajında sizi
rahatsız eden bir şey mi oldu? Aradan yıllar geçmiş. Bugüne kadar
açılmamış, konuşulmamış bir konu birileri tarafından gündeme getiriliyor.
Yaratmış olduğu etkiye karşı fizik kanunu gereği bir tepki de oluştu. Yüksel’in
anlatımları içinde birtakım hatalar var. Çok yoğun yaşadığı için bazı şeyleri
unutmuş, hatırlamakta güçlük çekmiş olabilir.
"Bunlar böyle değildi, aslında doğrusu şöyleydi"
dediğiniz neler var? Alaattin Bey, "Aziz Kocaoğlu’nu önceden tanımış
olmam önemli bir faktördü. Bornova Belediye Başkan adaylığını koyma sürecinde
başka isimler de vardı. Kocaoğlu seçilmezse istifa ederim demiştim" diyor. Önce
şuna açıklık getireyim: 2004 seçimlerinden önce Bornova Belediye Başkan adayı,
eski İl Milli Eğitim Müdürü Behçet Yavuz’du. Nitekim röportajda var.
Yavuz’un adaylıktan çekilmesi, yerine Kocaoğlu’nun
gösterilmesi, Yüksel Beyin anlattığı gibi gelişmedi mi? İlk kez
anlatıyorum. Behçet Yavuz’un adaylığı biliniyordu ama gizliydi. TRT’de aday
adayları başvuruları resmen açıklandığı gün, Bostanlı’daki evde Başkan, ben,
eşi, oğlu ve kızı vardı. İsimler geçmeye başladı. CHP’nin Bornova Belediye
Başkan adayı Behçet Yavuz olarak ilan edildi. 15 dakika sonra telefon çaldı.
Özel kalem müdürü, Yavuz’un görüşmek istediğini söyledi. Yavuz, kendisinin
İzmir’de özel bir kolejde koordinatör olarak görev yaptığını, dolayısıyla bu
görevi kabul edemeyeceğini, bunun nedeninin de çok yüklü bir tazminat olduğunu
söyledi. Rahmetli, siyasi açıdan yanlış olduğunu anlattı ve şöyle dedi: "Bu
tazminat neyse kişisel hesabımdan öderim. Bu olayı olmamış kabul edeceğiz. Siz
de adaylığınıza devam edeceksiniz." Ancak, yönetim kurulu başkanıyla konuşması
gerektiğini söyleyen Yavuz, 15 dakika sonra tekrar aradı. Kabul edemeyeceğini
söyledi. Rahmetli de, "Tamam hocam... Ama siz de bu çukurdasınız, ben de bu
çukurdayım. Hoş bir olay olmadı. Hepimizin yolu açık olsun" dedi.
Sonrası... Ondan sonra Kocaoğlu gündeme
geldi. Yüksel’in, "Aziz Bey’i ben seçtirdim. Aday gösterilmezse istifa ederim
dedim" şeklinde gücü, siyasi erki olsaydı, Behçet Yavuz adı ortaya çıkmazdı.
"Rahmetli Piriştina da Kocaoğlu’nu istiyordu ama Yavuz çıktı" diyor. Onun
söylediği gibi gelişmiş olsaydı, "Getir, tazminatını ben ödeyeceğim. Siyasi
çalkantı olmasın der miydi?" "Yolun açık olsun" der, bu yükümlülükten kurtulur,
istediği kişiyi de seçtirirdi.
Kocaoğlu’yla ilk ne zaman tanıştınız? Ben
Kocaoğlu’nu tanımadım. O beni tanıdı. Bir trafik kazasından sonra tekerlekli
sandalyeye düştüm. Güvercinlere olan tutkum nedeniyle de Bornova’daki bahçeli
evimde bir kümes olmasını çok istiyordum. Bir arkadaşıma rica ettim. Geçmişte
belediye meclis üyeliği yapmış, ismi de Hüseyin Gündoğu. Kümesi yaptı. Bir gün,
"İki elim kanda olsa, sen de benden bir şey istediğinde bana vermiş olduğun bu
mutluluğun gereğini yapacağım" dedim. Aradan yıllar geçti. Mart 2004 seçimlerine
yaklaşılıyor ve ben Piriştina’yla aynı partide değilim, aday değilim, normal
yaşantıma döneceğim. Hüseyin arkadaşım geldi. "Bornova’da biri seninle görüşmek,
tanışmak istiyor. Aday adayı olmak istiyor. Her şeyden önce Piriştina’yla
buluşması lazım. İzmir’de bunu yapacak tek kişi var, o da sensin" dedi. Geçmişte
kendisine bir borcum vardı ya... "Onun sözünü veremem ama, gelsin ben kendisiyle
konuşurum" dedim. Akşam saatinde Piriştina’yla yine tavla atıyoruz, olanları
anlattım. "Yarın bir gün kulağına gelirse, işime müdahale ediyorsun diye
aklından geçmesin" diye, gerekçemi de söyledim. Kordon’da buluştuk. Yedik,
içtik. Beyefendi kendini anlattı, orta yaşlarda beyaz saçlı... Kişiliğimi övdü,
belediye başkanlığından dem vurdu. İsminin Aziz Kocaoğlu olduğunu öğrendim.
Kendisini ilk burada tanıdım. Ondan sonra da gün geldi, bir isim sorulduğunda,
Aziz Bey’in adını telafuz etmek zorunda kaldım. Çünkü o gün söz vermiştim, bana
gün gelir de isim sorulursa diye...
Piriştina’nın ani ölümünün ardından yaşanan seçim
süreciyle ilgili neler söyleyeceksiniz? Yüksel Bey diyor ki,
"Büyükşehir’de 85 meclis üyemiz vardı. 62-63’ü adaydı." Bunu şiddetle
reddediyorum. Meclis 62 kişiydi. Yasa gereği 10 gün içinde yeni başkan seçilmesi
gerektiğinden, daha öldüğünün akşamında pazarlıkların yapıldığı, konuşulduğu
kulağıma geliyordu. Nitekim 3-4 gün geçtikten sonra adaylar ortaya çıkmaya
başladı. CHP’li üyeler arasında yapılan oylamanın ilk turunda Aziz Kocaoğlu’na
19, Cevat Durak’a 16, Abdül Batur’a 5, Muzaffer Tunçağ’la, Gürkan Şemsi’ye birer
oy çıkıyordu. 19’a 16... Ama salt çoğunluk olan 21 gerektirdiğinden ikinci tur
yapılıyor. Kocaoğlu 24, Durak 16 oy alıyor. Yüksel, "Çalıştım, kulis yaptım,
seçtirdim" diyor. Sormak lazım: Piriştina’nın DSP’de birlikte çalıştığı,
sonrasında kendisiyle beraber CHP'ye geçtiği, hatırladığım kadarıyla 13 DSP’li
arkadaşımın oylamada etkisi var mıydı, yok muydu? Herhalde bunlar da birilerine
sormuşlardır. Çeşme’deki aileye mi gitmiştir, yakınlarına mı gitmiştir, bireysel
görüşmeler mi yapmıştır, oyumuzu kime verelim diye? Diyelim ki, dördü
Kocaoğlu’na vermedi? Peki şimdi, "Bunun seçilmesinde ben etkendim" diyen tez
nerede?
Peki, neden bu şekilde anlatsın
ki! Röportajdaki son cümlesinde, "İzmir’in geleceği diye düşünmeye
başladım. Önümüzdeki dönem atacağım adımlar bu yönde olacak" diyor. Bir şeylerin
işaretini yapıyor. Belki yeniden siyasi yaşama gelmek istiyor. Bu nedenle de
belki Aziz Bey’i yanında görmek istiyor. Ne bileyim, belki de 12 Ekim’deki CHP
kongre sürecinde yeniden ön plana çıkmak istiyor olabilir. Bir gazeteciyim ve
dünya kadar anket geliyor bu aralar. Enteresandır, hep Alaattin Yüksel küçük
farkla da olsa önde. Bunu hissediyorum, zaten herkes de sanırım aynı şeyi
hissediyor.
|