Marmaray, metro, Sultanahmet
kazılarında çıkan eserleri ve disk atan atlet heykelini görmek için
Arkeoloji Müzesi’ne gittik. Buluntuların açıklamalarıyla
sergilendiği salonda kafayı kaldırana kadar her şey iyi gidiyordu.
Sergilenmeyen parçaların konduğu plastik kasalar tavan niyetine
tepemize yerleştirilmişti. Belki depo yeterli değildi, belki asma kattan
bakanlara yönelik başka bir sergileme şekli planlanmıştı. Buluntular plastik
kasa yerine saydam, kırılmaz plakaların üzerine yerleştirilebilselerdi hem
yukardan bakanlar hem aşağıda gezenler açısından sahiden hoş olabilirdi. Giriş
katı her zamanki gibi en gözde kattı. Kalabalık öğrenci ve turist grupları
özellikle loş ortamda sergilenen ince işçilikli eserlerden etkilenmiş
görünüyorlardı.
Üst katlarda büyü bozuldu. Tavanlara sanki Burhan Doğançay’ın eli değmiş
gibiydi, rulo efektiyle zemininden ayrılan katmanlar aşağıya
düşüverecekmişçesine hafif bir gerilim yaratarak, grileşmiş beyaz mermer
merdivenden inenlerin artistik enerjilerini artırıyordu. Sergi salonlarının
sonundaki oturma grupları retroydu, gözleri küçük objeler arasında gezinen
ziyaretçinin acaba bir şey kaçırdım mı tedirginliğini telafi edip onu azıcık
yıpranmış ve kirli yüzleriyle ağırlamak amacıyla gelişigüzel
yerleştirilmişlerdi.
İstediğini alabilirsin
Bakan Ertuğrul Günay’ın suistimallerin kaynağı diye şikâyet
ettiği 12 Eylül darbesinin ertesinde İstanbul Resim Heykel
Müzesi’nin depo ve envanterlerini görme şansımız olmuştu. Binayı,
dolayısıyla eserleri denizden koruyacak izolasyon parasızlıktan
yapılamadığından, müze akvaryum kıvamındaydı, depoda rutubet katlanıyordu.
Eserlerin bir kısmı hibeydi, yani müzeye depo muamelesi yapılıyordu. Öylesine
sağa sola konmuş her şey, bir karış toz ve örümcek ağı içindeydi. Envanter
defterinde eserlerin ya fotoğrafı yoktu ya ebat vb. bilgileri, kayıt kuyut hak
getireydi. Bu gücü yetene, “Gel istediğini al, kimse hesap sormaz, kaydı yok
ki!” mesajıydı. Avrupa’daki benzerleriyle karşılaştırıldığında gerek koleksiyonu
gerekse fiziki koşulları açısından fazlaca mütevazı kalan, yine de bizim
standartlarımızda çok önem taşıyan müzenin hali kötüydü, idareciden başarılı bir
performans beklemek mümkün görünmüyordu.
Havalandırma kanalları otel tarafından kapandığından beri kanalizasyon
problemiyle başbaşa kalan Dolmabahçe Sarayı’nın envanterlerinin
de pek detaylı olmadığı söylenir. Zaman zaman först leydilerin (basına
yansıyanlar Semra Özal ve Hayrunnisa Gül) saraylardan porselen vs. talep ettiği
vakidir. Şikayet edilen KİT’ler gibi, müzeler de vasıfsız akrabaların işe
koyulabileceği ideal yerler arasındadır. Muhakkak iyi niyetli, çalışkan insanlar
da vardır ve muhakkak ki ya yetkisiz ya ödeneksizdirler. O anda Resim
Heykel’deki yetkilinin iyi niyetli olsa da yapacak hiçbir şeyi yoktu. Envanteri
geriye dönük düzeltmeye girişse, mesaisinin üstüne dedektiflik ettiğiyle
kalacak, muhtemelen başaramayıp usanacaktı. Yerinde bulamadığı eserlerin yeni
adreslerini tespit etse, kimbilir hangi müdür veya bakanla kapışması gerekecek,
işinden olacaktı. Depoyu temiz ve düzenli tutmak istese müstahdem, binaya bakım
yapmak istese bütçe yetmeyecekti.
Üstelik hevesli müzecilerin önünde Bodrum Kalesi’ni muhteşem
bir müze haline getiren ve emekliliğinden sonra bile başı beladan kurtulmayan
Oğuz Alpözen örneği var. Kulede şarap ikramı ve “Inde deus
abest” meselesi mutlaka bazılarının hafızalarındadır.
Güzel sanatlara, kültüre, kitaba meraklı bir halkımız yok. Birileri figür var
diye resme bakmaz, figürleri yorumlayabilenin gözü soyutu kesmez. Kavramsal
sanatla toplasan kaç bin kişi ilgilenir! Ankara Devlet Resim Heykel
Müzesi’nin koleksiyonu veya sergileriyle değil, hırsızlık sayesinde
dikkat çekmesine şaşmamalı.
Görünürde somut koşulları yerine getirip işleyişi sağlayan asıl yatırımları
yapmaktan kaçınan yaklaşımın problem çıktığında sergilediği tavır öfke oluyor.
Ne koşulları değiştirme olanağı ne üstünü cevaplama şansı veriliyor. Fırça
çekmek en kolayı...
Müzenin tuvaletinde alafranganın yanında bir de alaturka tuvalet var.
Kültürün kartviziti, vitrini olan bir mekâna kötü genel helâlarda rastlanan
alaturka tuvaleti koymayı kim akıl etti? Turistik lokanta tuvaletlerinde bile
sensorlu armatür, çöp vs. varken, bu prestijli müzede ortalama bir hijyen
standardı nasıl tutturulamamış! Ama başka bir standart unutulmamış:
Plastik maşrapa. Plastik maşrapalı kültür başkentinin ülkesinde
yıllarca orijinal diye fotokopiye bakanlar, hiçbir şeye şaşırmamayı çok önceden
öğrendi zaten.
|