Richard Rogers Pritzker'ine Kavuştu
Mimarlığın en yüksek ödülü olan Pritzker Ödülü bu yıl Richard Rogers'ın oldu. Geçtiğimiz Pazartesi günü yapılan ödül töreninin ardından The NewsHour televizyon kanalına konuk olan Rogers'la yapılan röportajı yayınlıyoruz.
Richgard Rogers, sizi tebrik ediyoruz. Hemen sormak istiyorum, Pompidou’da, Lloyd’s binasında ya da diğer işlerinizde binanın yapısal bileşenlerini gösterme fikri nereden aklınıza geldi? Bunun bir çok sebebi var. Bir tanesi, katlar arasında dikey kesintiler olmadan esneklik sağlamak içindi. Dolayısıyla, bir binanın içinde olması gereken herşeyi dışarıya taşıdık: asansörler, iskelet, mekanik servis elemanları... Bunlar binayı daha uzun ömürlü kılıyor. Bit başka sebep, ışığı ve gölgeleri kullanmak isteyişimdi ki bence mimarlık büyük oranda bu bileşenler üzerine kuruludur. Yani bu yapılar büyük kutulardan çok dolaşıma giren, yaşayan yapılar olmalıydı. Bu saydıklarım mimari formlara bir yenisini eklemek amacıyla yapılmış şeylerdi ama belki de en önemlisi insanların ilgisini çekebilmekti. Pompidou gerçekten de çok ilgi çekti, bugün yılda 7 milyon ziyaretçisiyle Avrupa’nın en çok ziyaret edilen yapısı. Çünkü burası halkın sarayı gibi. Her yaştan, her inançtan tüm insanlar için ortak bir yer. Bu cümle yarışmaya katılım mektubumuzun ilk cümlesiydi. Ancak başlarda işler pek de yolunda gitmiyor gibiydi. Bir çok insan bina hakkında alaycı bir tavır takınmıştı. .. İnşaat süresince kimse sevmedi binayı. Ama açılır açılmaz insanlar önüne gelip kuyruklar oluşturdular ve tüm bu süreç kısa zamanda bir başarı hikayesine dönüştü. Pritzker Ödülü’nün ilanından hemen sonra basında şu cümleleriniz yer aldı: “Pritzker’le ne yapabilirim ki? Belki de buradan çıkmak ve daha iyi şehirler yapabilmek adına güçlü bir bahane olur”. Kentlerde problem olarak gördüğünüz şeyler nedir? Özellikle sanayi devriminden sonra insanlar şehirlerde yaşamaya başladı. Ancak şimdi onları geri gönderiyoruz. Şehirler güvenli yerlerdir, yürüyebilir, bisiklete binebilir ya da çevre dostu olmak için toplu taşıma kullanabilirsiniz. Ama herşeyden önemlisi insanlar burada karışık bir yığın halinde. Kentleri, fakirler için ghetto zenginler için de etkinlik mekanı haline dönüşmekten kurtarmamız gerekiyor. İnsanları daha çok içeride tutarak alışveriş merkezlerini ya da iş parklarını dışarıda yapmalarını engellemeliyiz. Az ya da çok şehirleri yaratan biziz, gerçekten de kente sokaktaki gözlerden oluşan bir güvenlik sağlayan, görünmez duvarlar var.. Peki siz bir mimar olarak buna nasıl işaret ediyorsunuz? Bu bağlamda bir binanın başarısı nasıl ölçülüyor?
Belki bir binanın başarısını ölçemeyiz ama bir kentin başarısı orada yaşayanların yaşadıkları yer hakkındaki düşüncelerinden anlaşılabilir. Orada yaşamaktan mutlular mı yoksa kaçmak mı istiyorlar? Tony Blair’in baş danışmanıydım şimdi de Londra belediye başkanlğığnda mimarlık ve kentsel gelişim bölümünün başdanışmanıyıım. İnsanların geri dönmek isteyecekleri, yaşamaktan keyif alacakları şehirler yaratmaya çalıyoruz. Birkaç yıl önce yazdığınız “Güzellik Kirli Bir Sözcük Değildir” başlıklı makalenizde şöyle diyorsunuz: “Mimarlığın standartlarını yükseltmek en az okul ve hastanelerimizdeki standartları yükseltmek kadar önemli ve gerekli.” Gerçekten öyle mi? Şunu demek istiyorum, kültür olmadan gerçek bir yaşam kalitesinden bahsetmemiz mümkün değil. İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik bu, kültür çok önemli. Ama siz tatillerde nereye gidersiniz? Genellike güzel yerlere değil mi? Peki neden iyi müzik dinliyorsunuz? Belki karşılaştırma yapmak çok doğru değil ama, Beethoven’ın Einstein’dan daha az ya da daha çok değerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Bilim ve sanat hayati derecede önemlidir, ve sanat yaşam kalitesini belirleyen en önemli unsurdur bence.
Sizin gibi insanları gördüğümde, yani sizin gibi büyük kitleler için işler yapan bir mimardan bahsediyorum, kendimi kötü hissedebiliyorum. Ama tabii ki herkes yaptığınız herşeyi sevecek diye bir kural yok. Mesela 80’li yıllarda, Prens Charles sizinkilerin de yer aldığı bazı modern mimari yapıları eleştirmişti. Sonra ne oldu? Bu eleştirilere nasıl cevap veriyorsunuz? Evet tabii ki ben de eleştirildim, ama insanların bilmesi gerekiyor ki modernizmin kendisi zor bir kavram. Bütün binalar kendi zamanlarında moderndiler. Ve çoğu yapı kendi zamanında problemliydi. Her zaman anlattığım bir hikaye var, St. Paul hakkında. Wren, çünkü insanlar “oo, bu çok modern” dedikleri için bunu inşa edememiş. Bu bahsettiğim konu 18. yüzyılda geçiyor. Londra’daki St. Paul Katedrali’nden mi bahsediyorsunuz? Evet daha doğru olmak gerekirse, 17. yüzyıldan bahsediyorum.
Mimari dışında tasarımla da ilgileniyorsunuz. Farklı disiplinlerde ürün vermek sizin için ne ifade ediyor? Farklı tipteki projelerde çalışmayı seviyorum, bu küçük bir ev de olabilir bir şehrin master planı da. Ama bu bir ekip işi. Mimari kişisel bir şey değildir. Meslektaşlarınızla, heyecanlı müşterilerinizle, sağlam müteahhitlerle dirsek temasında olmalısınız. Çünkü bu iş yatarak yapılmaz. Bir binayı inşa etmek uzun zaman alır. Bunu tasarlamak da aynı şekilde. Ama mimarlığın harika bir hikayesi vardır. Ben Floransa’da doğdum, biliyorsunuz buradaki mimari harikaları görmek için milyonlarca insan Floransa’ya gelir. Eğer bir şey iyi tasarlanmışsa, bu sizi bir adım yukarı kaldırır, zevk verir. Mimarinin, insanların yaşam kalitesini yükseltmede önemli rol oynadığını düşünüyorum.
Son sorum, en son projeniz hakkında. Şu anda, Dünya Ticaret Merkezi’nin 3. Kulesi üzerinde çalışıyorsunuz. İnsanlar ve dünya tarihi için bir çok anlamı içinde barındıran bu yerin anlamı işinize de yansıyor mu? Kesinlikle, buranın insanların hafızasında çok etkili bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu kötü anı, binlerce yıl boyunca hatırlanacaktır. Etkilenmemek mümkün değil. Anı ormanına baktığınızda, “burası ne için var” sorusunu soracaktır herkes. Hatırlamaya ihtiyacımız var, orada olan korkunç olayları unutmamalıyız. Ve bu bina da bir anlamda hatırlamamızı sağlayacak. Orijinal metin için tıklayınız. |