Özlem Yalım’ın işi endüstriyel tasarım.
Peki, bizim endüstriyel tasarım denildiğinde anladığımızla onun tanımı
arasındaki farklar neler? Yalım anlatıyor: “Endüstriyel tasarım en basit
ifadesiyle endüstri ürünlerinin tasarımıdır ama kullanıcı tarafından durumu
yorumlamak daha önemli. Çünkü her insanın gününü dolduran yüzlerce nesne var. Bu
ilişki nesnelerle olduğu kadar mekânla da iç içe. Endüstriyel tasarım, bunları
hem kullanılabilirlik hem de estetik olarak düşünüyor.”
Öyleyse, tasarım ihtiyaç mı tüketim mi? Yani ihtiyaçsa onu kullanılabilirliği
ile ölçebiliriz. Elbette bir de tasarım zevki ve verdiği keyif var. Buradaki
sınır nasıl belirleniyor? Yalım’a göre bu kadar endüstrileşememiş bir ortamda
tasarımcının objeleri günlük hayatın dışında, marjinal olma kaygısı ile
kullanılıyor. Bu da bir tüketim dönüşümü anlamına geliyor. Yani bir bardak suyu
altın kaplama ya da çok estetik bir bardakta daha mı ferahlatıcı içeriz? Tabii
ki bu noktada işin içine estetik ve göz zevki giriyor. Tüketim toplumu olmanın
gereklilikleri de cabası. Yalım da buna katılıyor: “Tasarım, tüketim toplumunun
ihtiyaçlarına, tatminine, keyif ahlakına hizmet sağlıyor. Bu kaçınılmaz. Meslek
olarak bize öğretilen önce fayda ve ergonomiyi sağlamak sonra da
sürdürülebilirlik. Estetik kaygı ise en son düşünülecek şey. Bu konuda
tartışmalar sürüyor. Çünkü keyif almak da bir fayda”. İşte bu yüzden Yalım,
tasarımı bir problem olarak tanımlıyor. Çözümü de kişiselleştirerek buluyor.
İnsanların da artık evlerine daha çok önem verdiğini düşünüyor. Yalım, “Tüketim
ve dünya hali insanları evlerine yakınlaştırdı. Belki tasarruf, belki de içe
dönmeydi bu. İnsanlar evlerine sığınmanın huzurunu yeniden keşfetti. Konut
projeleri ise hayat tarzları sunuyor.
Bu zoraki bir tercihe dönüştü, arz talebini yarattı. Bizler de sunulanlar
arasında kendimize en yakınını seçmenin içine sıkıştık. Bu eleştirilebilir ama
hazır olanı kabullenmek her zaman daha kolaydır” diyor ve ekliyor: “İsteklerin
sınırı da görgü ve parayla orantılı. Para kimde ise onun zevki ile sistem
kendini şekillendiriyor. Mesela bizim coğrafyamızda ihtişam ve görkem istenir.
Parlaklık, renklilik mutlu eder, süslemeler çekici ve özendiricidir. Üretken
batı toplumları malzeme kalitesi, kullanışlılık ve teknik ile değeri ölçer.”
Yalım, insanlar mekândan, gündelik hayatta kullandığı eşyalardan ne ister
sorusunu ise; “Artık hiçbir şey teknolojiden bağımsız değil. Basitleşme,
doğallaşma ilkelleşme ya da doğaya dönüş anlamına da gelmiyor. Burada
anlattığımız şey kaostan kaçmak. İnsanlar ihtiyacı olmayanı almamaya ya da illa
ki alacaksa iki kere düşünmeye başladı. İster kriz deyin ister hayat,
teferruatlar ve fazlalıklar insanların ruhunu sıkıyor. Çünkü etrafımız konu
başlıkları ve eşyalarla dolu” diye yanıtlıyor. Bu minimalizm de demek de değil.
Yalım devam ediyor: “İnsanlar hayatlarını durultmanın, rafine etmenin peşinde.
Minimalizm beyaza boyamaktı, sığ bir ‘izm’di, ruhsuz ve ölüydü.” Ya, Yalım
işlerini nasıl yönlendiriyor? Yanıtlıyor: “Ruhun mekânını insanın kendisi verir.
Problem ve derdin tanımı çözümdür. Mekânı kimin, nasıl, kullanacağı benim
başlangıcım. Kişi, yaş grubu ve cinsiyetten yola çıkarım. Kendi egomla yola
çıkarsam mekânın ruhunu veremem. Doğrularım ve kişinin istekleri orta noktada
buluşursa doğruyu buluruz.”
Özlem Yalım’ın kendisinin de yaşadığı ve hızla artığını düşündüğü bir
farkındalık var. O da fazlalıklardan arınma. Daha kullanılabilir ama çok daha az
eşya ile harekete hazır olmak ve kök salma durumundan kurtulup hızlı harekete
imkân verecek yaşam alanlarına yönelmek. Evet, bu çok anlamlı ama yalnızca yaşam
alanları ve özel hayatta sınırlı kalmazsa, belki de çok daha yaşanabilir bir
dünyamız olabilir.
http://www.ozlemyalimdesign.com/
|