Kopenhag İklim Zirvesi son buldu. Ancak iklim değişikliğini
durdurmak adına atılması gereken adımlar yine atılmadı. Türkiye de dahil pek çok
ülke, yapması gereken sorumluluklardan ve karbon salımı azaltımından çok uzaktı.
Zirve boyunca liderlerin dikkatlerini iklim değişikliğinin vahim sonuçlarına
çekmek isteyen aktivistler “iklim orucu” tuttu. Greenpeace
Akdeniz Genel Direktörü Dr. Uygar Özesmi de bunlardan biriydi.
Özesmi ile zirveyi değerlendirdik ve yapılması gerekenler hakkında konuştuk.
- İklim orucu tutmaya nasıl karar verdiniz?
- Dünyada iklim değişikliği nedeniyle gün geçtikçe sayıları artan milyonlarca
aç insana dikkat çekmek ve Kopenhag’da olanlarla ilgili kişisel bir duruş
sergileme zorunluluğu hissettiğim için başladım iklim orucuna. Bütün saygın
bilimsel kuruluşlar, eğer hemen şimdi seragazı salımını düşürmek için harekete
geçmezsek, çevre felaketleri, açlık, kuraklık, kitlesel hastalıklar, kitlesel
ölümler ve anormal hava şartları ile karşı karşıya kalacağımızı söylüyor. Bu
yalnızca insanlığa karşı değil, yeryüzündeki tüm canlılara karşı da işlenmiş bir
suç olacak. Ben “keşke” denmesini istemiyorum. Dolayısıyla bireysel olarak
yapabileceğim; dünyadaki bütün açlarla dayanışma içinde, onların çektiklerini
anlamaya çalışabileceğim bir eylem yapmaktı. Gerekli önlemleri almazsak sadece
insanlık daha da büyük acılar çekmekle kalmayacak, bir sürü eşsiz canlının da
hayatı son bulacak. Çünkü iklim değişikliği bir çöküş ve ölüm senaryosu. İklim
orucu ise yaşam ve kurtuluşa dair bir eylem. Bu eylem artık kelimelerin
tükendiği, toplumun gidişatının anlaşılmaz olduğu noktada gerçeği ortaya koyma
ihtiyacından ortaya çıktı.
- İklim Zirvesi’ndeki liderlerin dikkatini çekip onlarla ne söylemek
istediniz?
- Bu bir adalet meselesi. Şayet Kopenhag’dan adil, bilime dayalı, yüksek
hedefli ve hukuken bağlayıcı bir anlaşmayla çıkmazlarsa bunun ahlaki açıdan
kabul edilemez olduğunu ve sonsuza kadar tarihle ve kendi vicdanlarıyla
hesaplaşmak zorunda kalacakları mesajını vermeye çalıştım. Sanıyorum günlük
müzakerelerin içinde dünyadaki haksızlıklara küçük bir pencere açabildiğimi
düşünüyorum.
- Abdullah Gül’ün konuşmasını nasıl buldunuz?
- Cumhurbaşkanı Gül konuşmasında, dünyadaki adaletsizliği, ülkemizin iklim
değişikliği sonucunda düşeceği durumu dile getirmek ve insanlığın önündeki bu
korkunç tehdide karşı Türkiye’nin yapacaklarını açıklamak yerine, ülkemizi aciz
ve yardım çağrısı yapan bir ülke olarak gösterdi. Oysa iklim değişikliğinden en
fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yani iklim değişikliğiyle
mücadele konusunda lider olmalıyız. İklim değişikliği ile mücadele sanayimizi
güçlendirir, enerji bağımsızlığımızı sağlar, tarımımızı sürdürülebilir kılar ve
işsizlik sorunumuzu çözebilir. Bunun için hedefler konması ve bu hedeflerin
sektörel hedeflerle desteklenmesi gerekir. Sayın Gül’ün hedef açıklayamamasının
altında, Devlet Planlama Teşkilatı başta olmak üzere kimi bakanlıkların yeterli
çalışmayı yapmamış olması yatıyor. Greenpeace Akdeniz’in “Enerji (D)evrimi”
senaryosunda sadece enerji sektöründe yüzde 25’lik bir indirim yapmanın mümkün
olduğu gösteriliyor. Demek ki Türkiye kendi kapasitesiyle en az yüzde 30’luk bir
indirim yapabilir. Çevre Bakanı’nın açıkladığı yüzde 11’lik indirim Güney Afrika
veya Meksika’nın rakamları ile karşılatırıldığında gülünç kalıyor. Sayın Gül’ün
söz ettiği gelişmişlik halimize sahip diğer ülkeler maalesef bizi kulaç kulaç
geride bıraktı. Türkiye lider olma kapasitesine sahipken, sürüye yetişmeye
çalışan ve bir yandan sürekli yardım isteyen ülke konumuna düştü.
Enerji politikamız değişmeli
- Türkiye kendi adına iklim değişikliği için ne gibi sorumluluklar
almalı? Bunun ne kadarını alıyor?
- Türkiye’nin karbon salımı 2007 yılında rekor kırarak 1990 seviyesine göre
%119 oranında artış gösterdi. Buna rağmen hâlâ 47 tane kömürlü termik santral
yapılması planlanıyor. Enerji politikalarımız böyle devam ederse Türkiye, 2020
yılında Avrupa’nın en çok kirleten ülkesi olacak. Oysa Türkiye de, gelişmiş
ülkelerin iklim değişikliğinin önüne geçmek için anlaşmak zorunda olduğu gibi,
(1990 seviyesine göre) 2020 yılına kadar yüzde 40 ve 2050 yılında da yüzde 100
salım azaltım hedefleri koymalı ve bunu sürdürülebilir bir çerçevede
gerçekleştirmeli.
- Kopenhag Zirvesi’nin neticesiyle ilgili bir değerlendirme yapabilir
misiniz? Zirvede çıkan siyasi nitelikteki anlaşmaya Greenpeace nasıl yaklaşıyor,
bu çerçevede nasıl bir eylem planı öngörüyor?
- Kopenhag’da yarım kalmış bir mesele var. “Kopenhag Mutabakatı” adı verilen
metin, yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok “uzlaşı” niteliği taşıyan bir
belge. Metinde seragazı salımında kısıtlama yapılması gerektiği ifade ediliyor
ki bu yeterli değil. Ayrıca gelişmekte olan ekonomiye sahip ülkelerin, bu
alandaki çabalarını kendilerinin gözlemlemesini ve gözlem sonuçlarını iki yılda
bir BM’e iletmesini öngörüyor. Yani gözleyecek ve denetleyecek bir organdan
bahsedilmiyor. Kopenhag anlaşması büyük ülke liderleri tarafından durumu
kurtarmak için ileri bir adım olarak nitelendirildi. Halbuki gelişmiş ülkeler
için ciddi salım azaltım hedeflerini içermiyor. Konferansa katılan Türk
delegasyonu hiçbir salım azaltım hedefi koymadı. Konferansın sonucunda kayda
değer olarak çıkan tek sonuç, gelişmekte olan ülkelere ormanlarını korumak,
düşük karbon ekonomisine geçiş yapmak ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum
sağlamak için yıllık 100 milyar dolara çıkan finansal yardım üzerinde anlaşılmış
olması. Bunun gerçekleşmesi için yeni İklim Fonu Mekanizmaları
kurulacak.
|