Sonradan adalı olunur mu? Olunmaz. Ama sevilir. Darlanma derdin
olmayacak. Ha dedin mi arkadaşım gelsin ya da bi koşu sinemaya gideyim krizin
varsa deli olursun. Vapur saatleri yine kafasına göre. Az yolcu var diye iptal
olan seferleri mesele etmemen gerek. Saate saplantılıysan adayı unut. Ada saati,
bangır bangır ada vapuru iskele anonslarından anlaşılır. Veya kulüpte başlayan
akşam programlarından. Martı sesiyle at nalı arasından sıyrılan cıstaklarla.
Hafta sonunu tef ve karınca istilası gibi 'naylon' torbalı piknikçilerin yangın
çıkarmaya müsait mangal sesleri müjdeler. Her hafta aynı yere gelip "Aa burası
pis" (Geçen hafta kendi bıraktığı torba, tabii denize uçmadıysa) diyerek hemen
yanına mangal kuran zihniyete yakın durmak gerek.
Burgaz’da misal bir köpek vardır, bin yaşında olmalı. Her ezanda
hocaya eşlik eder, ulur da ulur. Yayalara fayton kornası sıklaşmışsa
günlerden kesin pazardır.
Ama tasasız ada halkı şehirden kuş uçumu olsun olsun 20 km.
olsun, nasıl oluyor da daha sakin, daha mutlu, daha barışçıl, daha tonton, daha
huzurlu oluyor.
Ya onlar adada böyle oluyor, ya adayı öyle olanlar
buluyor.
Benim gözümde adalılar birbirinden ayrılır. Burgazlı olmak
mesela prestijli bir şeydir, multikültür barındırır, Musevisi ile Müslümanı,
Ermenisi ile Hıristiyanı eşit dağılmıştır ada nüfusunda. Mardin gibi kilise de
vardır, cami de, bir arada huzur içinde yaşarlar. Adanın kulübü ne sutopçular
yetiştirmiştir. Nispeten sakin olduğu için herkes birbirini ismen ve cismen
tanır; 12 ay mayoyla jet ski yapan 70 yaşındaki kahraman adalı, kızıl saçlı
Alman Dagmar, kara 'Şahin' dedin mi tanımayan çıkmaz. Kedisi köpeği bile
isimlidir, sahiplidir. Kalpazankaya’nın matah bir şeyi yoktur, salaştır,
döküntüdür ama adanın arkasındaki yalnızlığı ve günbatımına açılımı
tarifsizdir.
Heybeli daha kendi halindedir, iki ada arasında kalmış, daha
kimliğini belli etmeyen, içine kapalı bir güzelliktir (Bu kadar tanıyorum!
Bilenlerden özür dilerim).
Kınalı, Ermeni vatandaşların ve antenlerin çoğunlukta olduğu
ada, Kabataş tarafından gelen vapurların ilk durağı olmanın telaşını yaşar. Daha
fıkırtılı, daha yüksek sesli, daha siyah saçlıdır. İnenlerin ellerinde hep bavul
olur. İşinden çıkan esnaf aile babalarının siyah kıvırcık saçlı, koca kara güzel
gözlü, bıcır bıcır dilli kızlarına götürdükleri bir bisiklet, bir kolluk, bir
bebek gözükür torbalardan. Hanımları daha canlı renkler, daha altın takılar,
daha orta halli frapanlıkla göze çarpar. Modern camiyi geride bırakarak Burgaz’a
devam eden vapurun ahalisinin büyük kısmı Kınalı’da dökülünce Burgazada’ya kadar
10 dakika sessizlik yaşanır.
Büyükada, en oturaklısıdır adaların. Burgazlı olmak nasıl bir
'butik' durumsa, Büyükada da Nişantaşı’nda yaşamak gibidir. Büyüktür ama
kalitelidir. Köklüdür, tanımlıdır. Hangi ada diye sorsanız, gözlerini iri iri
açarak "Büyük???" diye cevap verirler, sanki başka ada mı var
dercesine.
Bostancı tarafından gelinen ilk ada olduğu için kendi dinamosunu
kendi yaratır, inen de binen de hoştur, sarışındır, güzeldir, eski İstanbul’un
köklü aile duruşu vardır. Değilse bile çekidüzen vermiştir kendine ve adalı
kıyafetini, rolünü iyi taşır.
Sedef ise görünmez ada gibidir. İsmi bilinir, cismi bilinmez.
Sanki sadece sevene görünür. Teoman’dan Gerede ailesine, bir 'Amerikan'
firmasının genel müdüründen daha kimlere... Sessiz, derinden, afişe olmadan
adalı olmak isteyenlerin adası. Şehirden bir nefeste kaçarak tacize uğramadan
bir terlik, bir şortla dolaşmak isteyenlerin cenneti. Ulaşımı aktarmalı veya
özel tekne ile yapılmakta.
Ve aslında hep orada olan ama bir uzman elin değmediği Port
Sedef ise taze bu yıl. Birçok irili ufaklı iyi işte adı ve emeği olan Muhittin
ve ekibi Ersel’in aklayıp pakladığı, masaya konunca "Ooo", damağa değince "Hmm"
dedirten sunum ve tatları ile 'kuş kondurdukları' Port Sedef, gerçekten büyükmüş
dedirten Büyükada manzarası ile ne yapıp edip bir şekil gidilsin bir
köşe.
Biz şort, polar, flip-flop tamlaması ile endam eyledik, pek spor
kaçtık. Topuklusu ve şık çantası ile gelen hoş hanımlar, pembe keten gömlekli
abiler var. Güzeller ama. Bir yaz akşamı 'dışarda yiyelim' özenini göstermiş.
Yok artık, buraya da giyinmek mi lazım demeyin. İsteyen giyinir, isteyen
teknesinden atlar gelir. Yıldızların parlaklığının, martı seslerinin
yoğunluğunun "Hâlâ İstanbul’da mıyım, yoksa beni bayıltıp güneye bi yere mi
indirdiler?" dedirttiği ada ve Port Sedef hakkında son bir ayda yazı yazmayan
kalmadı. Şehirde bir konu oldu, "Aaa ben de Sedef’e gitmek istiyorum, Port Sedef
açılmış, güzel mi?" sorusu her ortamda gündemde. Yer ayırtmak farz, gün batışı
doyumsuz.
Ada vapurunun dibinizden yolcu alıp gittiği kuşbakışı konumu ile
çam ağaçları arasından Kartal’ın çakma gökdelen manzarası birbirini tamamlıyor.
Güzel müzik, güzel yemek, hatta çok güzel yemek, güzel bir güneş, Tanrım, ne
güzel bir şehir. İstanbul’u seviyorum. Adalı olamam ama adalıları
seviyorum.
Nasıl: Tekneyle yanaşabilirsiniz, vapurla direkt adaya
gidebilirsiniz (Bildiğimiz ada vapuru, saatlere dikkat, son vapur erken saat),
Büyükada vapur ve hızlı feribotlarıyla gelebilirsiniz, Port Sedef Büyükada’dan
alıyor misafirlerini tekneyle. Ya hemen bir İDO yaz tarifesi edinin ya da
teknesi olan bir iyi arkadaş
Bir de Bahçede Sinek Kafe var ki Büyükada’da, tadından
yenmez.
|