EM>Okan Üniversitesi Güzel Sanatlar’ın dekanı Koçan, üniversitede
bağımsız bir sanat üretim merkezi kurdu. (Fotoğraf: Muhsin
AKGÜN)
Hüsamettin Koçan, gelenekle bağını kişisel
öyküsü üzerinden kurgulayan bir sanatçı. Aynı zamanda sanat eğitimi konusunda
ilklere imza atan devrimci bir isim. Okan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesinin yeni dekanı olarak geçtiğimiz günlerde bir ilke
daha imza attı: Üniversitenin arazisine 1000 metrekarelik okul müfredatından
bağımsız bir sanat üretimi şantiyesi kurdu. Şantiyede
modadan mimarlığa çeşitli faaliyetler gerçekleşiyor. Koçan’ın
gerçeğe dönüşen ütopyası ise doğduğu, kopup merkeze geldiği
köyü Baksı’da inşa ettiği etnografya ve çağdaş sanat müzesi.
Baksı, sergi salonunu Mayıs sonunda Ahu Antmen’in küratörlüğünü
yaptığı zanaat ve sanatı hiyerarşi kurmadan bir araya getirdiği bir sergiyle
açıyor. Mimari tasarımından sıvasına kadar Koçan’ın elinin değdiği, göz
nuru müzesi Baksı, gelenekle olan dertlerimize derman olabilir mi?
‘Gelenek’ konuşmalarım Hüsamettin Koçan’la devam ediyor.
Gelenekle ilişkimizde bir sorun mu var? Ve bu sorun sizce neden
kaynaklanıyor?
Gelenek kimleri ilgilendiriyor diye bakmak lazım.
İnanç grupları gelenekle ilgilidir. Çünkü inanç gelenek gerektirir. Köken
problemi olanlar gelenekle ilgilidir. Köken, hatırlamaya doğru insanları
yönlendirir. Ticari olarak gelenekle ilgili olabiliyor insanlar. Entelektüel
olarak gelenekle ilgili olanlar var bir de... (Gülüyor) Şimdi inanç ve köken
grupları için geleneğin yenilenmesi söz konusu olamaz. Çünkü gelenek en
kutsaldır. Türkiye’de aslında kültür siyaseti kuranlar, muhafazakar siyasi
kadrolarımız geleneğin tekrar edilmesinin bize yeteceği düşüncesini taşırlar. Bu
kadroların kültür politikaları yenilenme değil tekrar
içerir.
Peki entelektüeller açısından
bakarsak?
Bu grubun aslında bu daha önce saydığım grupla ilişki
kurdukları zaman bir büyük zaafı vardı. Bunlar muhafazakardır, tutucudur
derlerdi. Günümüzde sanıyorum bu değişti. Bizim entelektüeller de kendi
içlerinde tasnif edildi. Bir grubu, geleneğin ticari ve muhafaza etme boyutunu
keşfetti ve bunu da kullanmak istiyor. Bence bütün kafa karışıklığı oradan
çıkıyor.
Siz gelenekten ne anlıyorsunuz?
Benim
algıladığım ve entelektüelin algılaması gereken şey, süreklilik olgusudur. Bu
süreklilik olgusu, şematizmi, taklidi barındırmaz. Oradaki gerçek meseleyi
içselleştirmek, orayı bir hareket noktası olarak algılamak ve oradan yeni şeyler
üretmek. Geleneği biz temalar bağlamında da algılayabiliyoruz, motif düzeyine de
indirgiyoruz. Başka birisi teknik düzeyde algılayabilir.
Evet,
zaten gelenek mi geleneksel sanat mı ona da karar vermek gerekiyor. Öte yandan
gelenek eşittir İslami olan gibi bir hata da yapılıyor. Sizin öğrencilik dönemi
tezinizin konusu halk resmiydi. Halk resmi koleksiyonunuz da vardır yıllardır...
Halk resmi geleneği üzerine ne söylemek istersiniz?
Şimdi tabii
Anadolu geleneği diye çok geniş bir gelenek var. Türk-İslam bunun içinde var ama
gelenek dediğiniz zaman o kadar geniş bir alandan söz açıyorsunuz ki. Mesela
Hitit’i nereye yerleştireceksiniz? Cemal Tollu, Hitit’le çok ilgili bir
gelenekçi sanatçısıdır doğrusunu isterseniz. Bizans’ı, Roma’yı, eski Anadolu
uygarlıklarını nereye yerleştireceksiniz geleneğin içinde o halde?
Hitit’in gerçek taşıyıcısı kimdir? Böyle birisi var mıdır?
Geleneğin devamlılığını ya da sürekliliğini diyelim sağlayan kimdir? Sanatçılar
mı? Hiç sanmıyorum...
Geleneğin taşıyıcısı bana göre
coğrafyadır. Gerçek anlamda geleneği coğrafya, tarih taşır. Kültürün kendisi
taşır. Biz bu sorgulamaları yapmadan kısa devre yapıyoruz. Bir gelenek parantezi
açabiliyoruz ve herkesi belli bir şematizm içinde ve sadece İslam yapısı içinde
algılayıp o algıyla gelenek dünyasını izah etmeye çalışıyoruz. Sorun burada
başlıyor. Galiba ilk sorunun yanıtı bu...
Geleneğin kendisi
hayata, bir sanatçının hayatına nasıl karışır? Karışmalı mıdır? Erol Akyavaş bu
anlamda nasıl bir örnek? Kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben isimler üzerinden gitmek istemiyorum. Genel bakmak, genel okumak
istiyorum. Sanatçı, şöyle ya da böyle yapar. Sanatçıya yöntem önermeye kalkmak
yanlıştır. Benim tartışmak istediğim şudur: tayin edici olanlar üzerinden
gitmek. Türkiye’de kültür alanında birileri çıkıp gelenek budur diye herhangi
bir saptama yaptıkları anda bunu tartışmamız gerekiyor. Bir, bunu kültür
politikaları boyutunda tartışmak gerekiyor. İki, bunu örgütleyen, sergi
düzenleyen, kitaplaştıran, tasnif etmeye kalkanları tartışmak gerekiyor.
Türkiye’de eksiklik geleneğin tek boyutlu algılanması. O da İslam kökenli. Onun
dışına çıkamıyor. Çıkamıyor çünkü bu saptamaları yapanların algısı bu kadar.
Bunun dışına çıkmak daha büyük bir birikim gerektiriyor... Onun arkasında
Halikarnas balıkçısının birikimleri olması gerekiyor. Türk tarih tezi, resmi bir
programla bağ kurmamız gereken geçmiş kültürleri işaret eder.
Hitit uygarlığı bunlardan biri. Cemal Tollu’nun da referans
verdiği... Bugünkü geleneğin İslami olduğu algısında bu programın başka türlü
devam ettiğini düşünüyorum. Bu kez işaret edilen Hitit değil, İslami kültür
mü?
Atatürk’ün niyeti, uygar dünyanın biz Türk’lerin kökleri çok
derinlere giden, çok köklü kültürleri kuran bir kökene sahip olduğunu
göstermekti. Anadolu birikimimize sahip çıkmak meselesi. Eğer o birikime sahip
çıkmadığınızı düşünürsek, bu toprakların sahibi olamayız, geçici olduğumuzu
düşünürüz diyordu. Bu doğrudur ve bana göre bu toprak üstünde yaşayıp gelenek
deyince sadece dinsel boyutu algılamak büyük eksikliktir. Sonuçta, geleneğin
belli bir tarifesi yok. Belli bir siyasal güce ve akademiye övgü yapmaz, yapmak
isteyenler tarafından alet edilir ama...
Gelenekle ilgili bir
sergi yapanın ne gibi kriterleri olmalı?
Ben geleneğin şu
kısmıyla ilgili olanı bir araya getirdim, demeli. O kadar. Gelenek büyük bir
başlık. 1990’larda Mısırlı bir küratör Almanya’da sergi açtı, İslam ülkelerinde
sanat diye... Beni davet etti. Ben gelmem çünkü Türkiye bir din devleti değil,
dedim. Bizim sonra başka arkadaşlarımız İslam ülkelerinde modernlikler gibi
sergiler açtılar. Burada meseleyi nereye koyduğunuza bağlı... Kendi
tanımlarınızı belli tutarlıklar içinde koyarsanız olur. Gelenekten çağdaşlığa
gibi büyük bir başlık attığınız andan itibaren büyük bir hesap vermeniz gerekir.
Biz geleneği böyle algılıyoruz demeniz lazım.
Doğduğunuz köye
inşa ettiğiniz Baksı Müzesi de gelenekle kurulan bir ilişkiden doğmuş bir müze
bana kalırsa... Onun gelenekle kurduğu ilişkide emeğin çok belirleyici olduğunu
düşünüyorum.
Emek sürdürülebilen bir şey sonuçta. Kadınlara da
büyük bir vurgu yapıyor müze. Her şeyden önce onların emeğini değerlendiriyor.
Geleneğin en büyük taşıyıcısının kadınlar olduğunu da düşünüyorum. Özellikle
merkez dışında. El emeği olmadan ustalar olmadan gelenek devam edemezdi. Kapalı
toplumlarda kadınlar geleneğin bir parçası, halı, kilim, saç örerler, elbise
dikerler. Göz nuru olmadan olmaz bu iş. Biz de müzenin sergi binasının
açılışını, zanaat ve sanatı yan yana getiren bir sergiyle yapıyoruz. Geleneğin
el emeği kısmına saygı duyan, onun üzerinden adım atmaya çalışan bir grup
sanatçıyla, oradaki bizim etnografik yapıyı buluşturduk.
Köylüler çağdaş
sanatçının yaptığı işleri büyük bir hayranlıkla izliyorlar, sonra kendi işinin
orada neden durduğuna akıl sır erdiremiyorlar. Ne kadar cömert. O, geçmişin
hafızasını taşıyor. Çağdaş sanatçının yaptığı gibi yıkıp yeniden yapma meselesi
yok. Onun sürdürebilme meselesi var. İşte mümkünse herhangi bir motif koyarak
kendisini gelenekte var etmeye çalışıyor. Bugün geleneksel süreci ancak
yenileyerek devam ettirebileceğimize göre, o zaman yenilenme eğrisinin farklı
bir eğri olduğunu gelenekçilerin iyi bilmesi gerekir.
‘Baksı
Müzesi benim bavulumdur’
Bütün bu projenin nedeni yaşadığım
hayat ve ilişkilerim. Yaşadığım hayatı ve ilişkilerimi de en iyi tanımlayan şey,
denk ile bavul. Gurbete gidenler için denk hazırlanırdı. Bu denk, gurbete
gidecek kişinin orada sağlıklı yaşayabilmesi için gerekli olan yorganıdır,
döşeğidir, çamaşırlarıdır.
O hazırlanırken çok da sağlam hazırlanırdı.
Yani onun gidişinin kendileri için ne kadar anlamlı olduğunu ve ona ne kadar
değer verdiklerini denke aktarırlardı. Denkde bir bakıma bir hüzün de var biri
gidiyor ama bir de umut boyutu var. Denki yapılan insan gidiyor ve geri kalanlar
için mücadele edecek. Ve geri gelecek. Onun için de denk gitmek kadar dönüşü de
barındırıyor. Onun için sağlam mis kokulu bir şeydir denk meselesi. Bavul nedir?
Giden adam artık denkle değil bavulla döner. Hediyelerle döner. Değiştim diye
geri döner. Denkle dönse yenik dönmüş olur. O yüzden yeni bavulla geri gelir ve
bavulun içinde götürdükleri değil, burada insanlara sundukları vardır; meyvalar,
çerez, çocuklar için hediyeler, annem için köylüler için sigaralar, kokular,
tütünler... Bizim bu Baksı müzesinin, denkle bavul arasındaki o duygu var ya, o
duygunun beslediği bir proje olduğunu düşünüyorum. Belki bavulla geri dönemedim
ama müzeyle geri döndüm diye düşünüyorum.
|