Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Dere Yatağına Ruhsat Vermek, İnsanları Diri Diri Toprağa Gömmek Demek

İki yıl önce tüm ülke susuzluktan kavrulurken, o sel tehlikesine dikkat çekmiş ve "Dere yatağına ev yapmak intihardır" demişti. Meteoroloji ve afet yönetiminde ülkemizin en yetkin ismi Prof. Mikdat Kadıoğlu, bugün haklı çıktığı için çok üzgün...

Vatan Gazetesi
Dere Yatağına Ruhsat Vermek, İnsanları Diri Diri Toprağa Gömmek Demek

İki yıl önce tüm ülke susuzluktan kavrulurken, o sel tehlikesine dikkat çekmiş ve "Dere yatağına ev yapmak intihardır" demişti. Meteoroloji ve afet yönetiminde ülkemizin en yetkin ismi Prof. Mikdat Kadıoğlu, bugün haklı çıktığı için çok üzgün... Bir o kadar haklı çıktığı bir konu daha var, yine iki yıl önce söylediği bir söz, "Asıl kuraklık insanların zihninde!" İşte Türkiye böyle bir ülke; zihni kurak insanlar dere yatağında ev yapıyor, zihni kurak yöneticiler o evlere ruhsat veriyor... Doğa, sel olup, evi de içindekini de alıp götürüyor!

2 yıl önce, tam da gündemde kuraklık varken konuşmuştum İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile... Hani İstanbul’da barajlar alarm verirken, Ankaralılar bırakın ellerini yıkamayı, içecek bir yudum su bulamazken... Türkiye, susuzluktan kavrulurken, Kadıoğlu, söyleşi sırasında 'sel tehlikesi' konusunda uyarı yapıyordu. Şaşırmıştım, ama o açıkladıkça, meseleyi anlamış ve ikinci günün başlığını 'Dere yatağına ev yapmak intihardır' diye atmıştım. Bu uyarıyı yaptıktan sonra bir tehlikeye daha vurgu yapmıştı Kadıoğlu; kendi uzmanlık alanıyla ilgili olmasa da; "Asıl kuraklık zihinlerdeki kuraklık" diye...

Aradan iki yıl geçti, dedikleri ne yazık ki fazlasıyla doğrulandı. Bedeli hesaplanacak türden değil, zira 33 kişi göz göre göre boğuldu, İstanbul ve Tekirdağ’da... Bu kez selden beş gün sonra konuştuk Kadıoğlu ile... Maalesef aynı uyarıları yaptı yine, zira iki yıl boyunca yağmur yağmış, ama yetkililerin zihnindeki kurallığa bir faydası olmamıştı! "Değişen hiçbir şey yok. Maalesef elimizde sihirli bir değnek de yok. İnsanlar hâlâ dere yataklarına ev yapıyor. Belediyeler bu evlere ruhsat veriyor. Bu nasıl bir uygulamadır, bu nasıl bir kontroldür, apartmankondular var artık" diyor Kadığolu. Amaç ne olursa olsun, bu yapılara ruhsat vermenin insanları diri diri toprağa gömmekten bir farkı olmadığını söylüyor.

Seller 3 kat arttı

Ardından yeni uyarılar yapıyor Kadıoğlu, bu kez gelecekte bizi bekleyen hava koşulları üzerine... Geçmişle bugünü kıyaslayarak başlıyor söze; "1960’lara göre günümüzde meteorolojik afetlerin şiddetinde, sayısında, süresinde üç kat artış var. Ekonomik kayıp ise dokuz kat arttı. Can kaybını hesaplamak bile istemiyorum. Ve ne yazık ki ileride bu afetler daha da artacak."

Peki ya çözüm? Tek bir çözüm var ona göre, eğitim. "Aşırı yağışlar Allah’ın işi, ama bu yağışların sele neden olması insan işi" diyor ve bir deyişle devam ediyor; "Atalarımız bile ne demiş, 'Tepeye ev yapma yel alır, dereye ev yapma sel alır, 70’inden sonra evlenme el alır.' Ama dinlemiyoruz..." Gülüyoruz acı acı, binlerce yıldır bilinen bir gerçeğe rağmen nasıl aynı hataları yaptığımızı düşünerek... Yeni seller kapıda, bu kez belki bir ders alırız umuduyla başlıyoruz geleceğin hava tahminlerine...

Bir karış sel suyu en güçlü insanı bile taşır

Hocam, bu yaşadıklarımız 100 yılın felaketi miydi, yoksa beklenen bir şey miydi?

Vallahi, ben yüzyılın felaketi, görülmemiş felaket gibi sıfatlar kullanmak istemem. Çünkü bu bizim meteorolojik olarak açıklayabildiğimiz bir olay. Kuzeyden, Avrupa üzerinden gelen bir soğuk hava güneye inmiş durumda. Yukarıdaki hava soğuk yani. Ama yere baktığımız zaman Karadeniz üzerinden sıcak bir hava giriyor. Kuzey rüzgârlarıyla... Yerle yukarı arasında oluşan sıcaklık farkı çok büyük. Bu fark büyük olduğu zaman, yerdeki sıcak ve nemli hava yükselerek, gök gürültülü sağanak yağışlara neden oluyor. Ve yerde rüzgâr hafif. Bu yüzden yağışlar olduğu yerde oluyor, süreklilik arz ediyor. Yani şiddetli bir yağış vurup geçmiyor, belli bir yerde uzun süre kalarak devam ediyor. Üstelik daha önceki yağışlarla suya doymuş bir toprak var. Dolayısıyla uzun süre belli bir noktaya yağan yağmurla beraber bütün yağış akışa geçmeye başlıyor. Tabii toprağın üzerindeki bitki örtüsü yok edilmiş. Ağaçlar, makiler gibi doğal bitki örtüsü de yok.

Onun yerine asfalt, beton bu gibi yağışı çok hızlı akışa geçiren bir yüzey örtüsü var...

Evet. Böyle olduğu zaman bizim incecik gördüğümüz dereler, ki bunu aslında soluk borusu gibi düşünün... Ama bir de onun akciğeri var arkada. Yani o dereleri besleyen bir havza var. O havzaya düşen yağış hızla akışa geçtiği zaman, toplanarak o dere tarafından denize tahliye edilmeye çalışılır. Derenin küçük olması, zayıf olması, kuru olması bir şey ifade etmez. Onun havzasına yağan yağmurdur önemli olan. Bu yağan yağmur, derenin havzasına geldiği zaman önünde bir engel olmaması gerekiyor. Ama bakıyorsunuz, derenin yatağında bir sürü ev var. Bu evlerin etrafında, yola park edilmiş arabalar var. Yağmur suları bunları toplayarak denize doğru gidiyor ve menfezlerle karşılaşıyor. Bu menfezler çok dar yapılmış, yapılan köprüler de çok dar. Çok dar olmasına rağmen ortasında bir de ayağı var. Bu menfezlere, köprülere gelen atıklar, çerler, çöpler, ağaçlar, arabalar birikiyor. Birikince orada bir baraj oluşuyor, büyüyor, büyüyor ve arkaya doğru şişmeye başlıyor ve belli bir süre sonra bomba gibi patlıyor. Patladığı zaman da dalga haline geliyor sel suları. Yani böyle yavaş yavaş yükselen bir dereyle değil de, dalga dalga, darbeli gelen bir suyla karşılaşıyorsunuz. Ve su bu darbeyle beraber yol ararken kendine, başka şeylerle karşılaşıyor. Evlerle karşılaşıyor, iş alanlarıyla karşılaşıyor... Yani Leyla ile Mecnun gibi derenin denizle birleşmesini engelleyen bir süre şey var. Dolayısıyla aşırı yağışlar Allah’ın işi. Ama bu aşırı yağışların sele neden olması insan işi.

Dünyanın her tarafında böyle midir?

Aşırı yağışların sele neden olması, çarpık yerleşimler, yapılan yanlış menfez kesitleri, yanlış yollar ve yanlış siteler, kıyı kentler yüzünden... Kıyıdan kent olur mu? Kıyı kent gibi bir kavram yok literatürde. Ovalara, kıyılara kent yapılmaz. Yamaçlara yapılır. Yoksa bu problemler gelir. Tamam, dünya üzerinde yağışlarda bir artış var. 1960’lı yıllara göre meteorolojik afetlerin şiddetinde, sayısında ve süresinde üç kat artış var. Bu artışlar 9 kat daha fazla ekonomik kayba neden oluyor. Sigorta kayıpları ise 15 kat arttı. Ve şu anda gelişmiş ülkelerde meteorolojik afetleri de zorunlu sigorta kapsamına alıyorlar. Şimdi Türkiye’de de Afet Sigortaları Kanunu çıkacak. O kanunda selin adı yok, kuraklığın adı da yok!

Peki bu afetlerde dünyadaki iklim değişikliği ne kadar etkili?

İklim değişikliği olmayan bir şeyi oluşturmuyor. İklim değişikliği, mevcut meteorolojik afetlerin sayısını, şiddetini ve etkili olduğu süreleri artırıyor. İlerde bu tür afetlerle, bu tür sellerle daha fazla karşılaşacağız.

TÜMÜNÜ GÖSTERSONRAKİ SAYFA HABERİN DEVAMI:   1  |   2
http://www.yapi.com.tr/haberler/dere-yatagina-ruhsat-vermek-insanlari-diri-diri-topraga-gommek-demek_72324.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!