br />
Yani hem kuraklık hem sel mi olacak?
Kuraklık ve sel kardeştir. Birisi suyun fazlalığı, diğeri suyun
azlığıdır. Suyun fazlası da zarardır, azı da... İkisi bir arada peşpeşe
olabilir. Zaten bunlar beraber gelirler. Çok kuraklık olan yerde bir bakarsın
aşırı sel de olabilir. Bir yağmur yağar, aşırı sele dönüşür. Mesela Kabe çölün
ortasıdır. Ama öyle yağışlar yağar ki, bir de çukur bir yerdir orası tabii, bir
bakarsın Kabe göle dönüşür. İnsanlar kayıklarla, hatta yüzerek tavaf ederler...
Yani ‘Burada sel olmaz, olsa da bana bir şey olmaz’ türü şeyleri asla düşünmemek
gerekir. Sel her yerde olur, ormanda da olur, çölün ortasında da olur, dağın
tepesinde de olur...
Siz iki yıl önce 'Dere yatağında ev yapmak intihar'
demiştiniz...
Evet. Yıllardır söylüyoruz, kitaplarda yazıyoruz, anlatıyoruz.
Atalarımız da söylemiş bunu, 'Tepeye ev yapma yel alır, dereye ev yapma sel
alır, 70’inden sonra evlenme el alır' demiş. Yine atalarımız, 'Dibi görünmeyen
sudan geçme' demiş... Çünkü sel suyu çamurlu aktığı zaman dibini göremezsiniz.
Orada yol var sanırsınız, kendinizi tehlikeye atarsınız. O yol sular tarafından
götürülmüştür. Sel suları tehlikelidir. Bir karış sel suyu en güçlü insanı bile
taşıyabilir. Tsunami dalgası gibi, sel sularında da çok büyük kuvvet vardır. 60
cm’lik, yani dizimize kadar gelen bir sel suyu otomobilleri taşır. 1 metreyi
geçen sel suyu TIR’ları kaldırıp götürür. Yani, 'Sel suyuna gireyim, karşıdan
karşıya geçeyim' asla yapılmaması gereken kahramanlıklardır...
Peki selin böylesine tehlikeli olduğunu yöneticiler
bilmiyor mu?
Maalesef bütün partiler aynı. Keşke bir parti diğerinden farklı
olsa, seçsek de bu problemler çözülse... Zihniyet aynı, sistem aynı, bürokrasi
aynı, kanunlar aynı. Değişen bir şey yok, sihirli bir değnek de yok elimizde.
Seçmen olarak da yok, yöneticiler olarak da yok. Yani düşünün, bir ton köprü
yapılmış zamanında. Köprüler köprüye benzemiyor, menfezler menfez değil, bu
kadar para harcanmış buralara, bunları yapanların adı da mühendis. Bunlar da
üniversitede okumuş. Bu nasıl bir eğitimdir, bu nasıl bir uygulamadır, nasıl bir
kontroldür, anlaşılır gibi değil. Derenin içindeki evler apartmankondu olmuş ve
bunların ruhsatı var. Bu insanlara ruhsat verilmiş, sanki iyilik yapılmış. Diri
diri toprağa gömmekten farkı yok. En büyük kötülüktür insanların oralarda
yerleşmesine müsaade etmek. Kıyılarda, derenin denize döküldüğü deltada,
bataklıktır orası, tatil siteleri, villalar yapılmış. Bu yerler insanlara büyük
paralarla satılmış. İnsanlar, 'Burada oturulur mu, burası denizin kıyısı, ağzı
dememiş.' Vatandaşın da bilinçli olması gerekiyor. Çocuğunun canı, güvenliği
için, gidip orada ev almaması gerekiyor. Ya da orada ev yapmasına müsaade etmesi
için yerel yönetimlere baskı yapmaması gerekiyor. Denizden, 100 metre geride
olması gereken bir yerleşim, denizin içinden 100 metre ileride... Böyle bir şey
olamaz. Lebiderya hastalığı var bizde. İşte sana su o zaman. Suyun içinde, suyu
gören, denizi gören ev istiyorsan, buyur boyuna kadar su. En pisinden bir su.
Akıl mantık almıyor bunu.
Hocam metrekareye 250 kilogram yağış düştü ne
demek?
Bir metrekare, yani bir metreye bir metre bir alan düşün, buraya
1 kg. yağış düştü demek, 1 mm. yüksekliğinde yağmur yağmış demek. 10 kilogram
yağmur yağsa 10 mm., yani 1 cm yüksekliğinde yağmur yağmış demek... 100 cm, yani
1 metre yüksekliğinde bir yağmur varsa anlayacağız ki, orada metrekareye 1 ton
yağmur yağmış...
O zaman 250 kilogram yağmur düştüyse, yükseklik 25
cm.?
Evet. Ve dediğim gibi sel suyu tehlikelidir. Bir karış sel suyu
insanları taşır. Dize kadar gelen sel suyu otomobilleri kaldırır. Bir metreden
fazla sel suyu TIR’ları kaldırır.
Bu yüzden de temas etmemek
gerekiyor?
Asla. Yüksek bir binaya çıkıp orada beklemek gerekiyor. Eğer
yoksa ağaçlara ya da araba üstüne... Araba eğer bir yere takılıp kalmışsa tabii.
Ama sel sularında, şuradan şuraya geçeyim falan asla yapılmaması gereken şeyler.
Bakın Amerika’da selde ölenlerin çoğu arabayla sel sularına girenler. "Dur, geri
dön!" diye bir slogan öğretiyorlar insanlara bu yüzden. "Sel sularıyla
karşılaştığın zaman dur ve geri dön." Arabam bozuldu, iteyim değil. "Biraz daha
zorlayayım, geçeyim" yok. "Dibini görmediğim sudan geçeyim" yok. Bunları kime
öğretiyoruz ki biz! Böyle bir şey yok.
"Tabiatın gönlünü almanın tam
vakti!"
Adı, konusunda uzman olduğunu tasdikler cinsten; Mikdat. Yani,
muktedir, tuttuğunu koparan, elinden her iş gelen... Uzmanlık alanında bu ismi
hak ettiği kesin, bir de uyarılarını yetkililere anlatabilse!..
1961 Trabzon-Maçka doğumlu. İstanbul İnşaat Teknik Lisesi’nde
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bursuyla, parasız yatılı okumuş. İstanbul Teknik
Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
mezunu. Yine Milli Eğitim Bakanlığı’nın bursuyla ABD’ye gidip atmosfer bilimleri
konusunda Missouri-Columbia Üniversitesi’nde master ve doktora yapmış. Şu anda
İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı ve
İTÜ Afet Yönetim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü... Aynı zamanda İstanbul
Büyük Şehir Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) danışmanı. Ve her ne
kadar ’Bir şey danışmıyorlar’ dese de İstanbul Valiliği Afet Yönetim Merkezi
danışmanı... Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki’nde haftalık yazılar yazıyor.
Köşesinin adı ’Havadan Sudan’... Aynı adla Açık Radyo’da da program yapıyor. Bir
de kitap yazmış, yine aynı adla, ’Havadan Sudan: Tabiatın Gönlünü Almanın Tam
Vakti’... Kitabı hakkında konuşurken; “Sakın umutsuzluğa kapılmayın” diyor önce
ve bir kez daha yöneticileri uyarıyor; “Bir gramlık koruyucu önlem, bir
kilogramlık müdahaleden daha değerli...” Önlem almak, aynı zamanda tabiatın
gönlünü almak ona göre... Doğaya karşı gelmeyeceksin, dere yatağına ev
yapmayacaksın, selde telef olmayacaksın!
Sel ailesinin peşini bırakmamış şimdi de o selin peşini
bırakmıyor
Küçüklüğünde Dilovası’ndaki evlerinde yaşamış sel felaketini...
Tüm aile öylesine etkilenmiş ki, göç etmişler İstanbul’a... Dedeleri de çok
önceleri, Sürmene’deyken sele yakalanmış ve Maçka’ya göçmüş... Sel, Kadıoğlu
Ailesi’ni takip etmiş, Mikdat Kadıoğlu’nun bugün seli takip etmesi bir rastlantı
değil anlayacağınız...
|