BR>
Çok romantik ülke Almanya İlk durağımız, bir ilkokul.
Genellikle işçi çocuklarının geldiği bir okul bu. Okulda normal eğitimin yanı
sıra çocukların olimpik sporları öğrenmeleri ve olimpiyat ruhunu anlamaları için
dersler de veriliyor. Bu okullar, Çin dışındaki okullarla ‘olimpik kardeş’ de
oluyor. Bizim ziyaret ettiğimiz okulun olimpik kardeşi Almanya’daymış. Çocuklar
önce Almanca bir okul şarkısı söylüyor. Sıra Almanca konuşmaya gelince tıs.
Zaten öğretmenleri de bir türlü Almanya’da kardeş oldukları okulun hatta
kasabanın adını telaffuz edip söyleyemiyor. Çocuklar grubumuzdaki Alman
gazetecinin ısrarlı sorularını Almanca dinleyip Çince yanıt veriyor. Yanıtlar da
süper: ‘Almanya hakkında ne biliyorsunuz?’ ‘Almanya çok romantik bir yer’.
‘Almanya’nın en çok neresini seviyorsunuz?’ ‘Halloween’i (Amerikan Cadılar
Bayramı)’. Görünen o ki Türkiye’de milyonlarca çocuğun asla ve asla yabancı
bir dili konuşmaması için görevlendirilen ‘Mr. ve Mrs Brown’ ikilisi Hans ve
Helga Müller kisvesi altında Çin’e sızmış. İngilizceye gelince iş değişiyor.
Okul liderlerinden Angela, benimkinden çok daha iyi bir İngilizce’yle bıdı bıdı
konuşarak bize okulu gezdiriyor. “Şurası olimpiyat bahçesi.” Mütevazı okulun bir
tarafı sportif faaliyetler için asfaltlanarak havalandırma avlusuna döndürülmüş.
Daha küçük ve yeşil olanını olimpiyat bahçesi yapmışlar. Bahçenin girişinde
minicik şelaleli bir havuz var. “Şurası olimpiyat koridoru.” Panoları L şeklinde
dizip üzerini sarmaşıkla kapamışlar. Panolarda olimpiyat oyunlarının doğuşu,
gelişimiyle ilgili bilgiler ve hoş resimler var. Tepesi gerçek sarmaşıktan
sarkan plastik üzümlerle kaplı bir tür Çin işi zaman tüneli yani. Angela
dokuz yaşında. En çok yüzmeyi seviyor. Türkiye, Türk çocukları filan deyince
“Türkiye’de kaç çocuk var” diye soruyor. “16 milyon” diyorum. Pek etkilenmişe
benzemiyor. Büyüyünce İngilizce öğretmeni olmak istiyor.
Adı Angela
diye, yarım kan İngiliz sanmayın. Angela onun İngilizce adı. İngilizce konuşan
Çinliler, adlarını bir türlü telaffuz edemeyen Batılıların eblehliğinden bıkmış
olmalılar ki, hemen hepsinin bir de ‘Batılı’ adı var. Angela’nın Çince adı da,
Zhao Panzhe. Çocuklara İngilizce adlarını bazen öğretmenleri veriyormuş. Bazen
kendileri. Pekin’deki altı günlük turumuz boyunca bize eşlik eden genç
görevlilerin tamamının birer Batılı adları var. Catherine, Michelle, Cytheria,
Larry gibi.. Gerçi Larry, aslında Steve’miş. Ama arkadaşları “Hadi be, sen de
hiç Steve tipi yok ki” deyince vazgeçmiş Larry olmuş. Oysa Larry benim gözümde
bir Henry. Yine de bu evde Çinli, işte İngiliz, pubda Moğol olma hali,
Çinliler için Batı karşısında “Siz ne derseniz ben oyum” hali değil. Bir
zorunluluk. Zaten aynısını onlar da ‘Batılılar’a yapıyorlar. Daha doğrusu yapmak
zorunda kalıyorlar. Çin Seddi, Çin Seddi deseler de asıl büyük duvar, Çinlilerin
benzersiz yazıları. Harf diye bir şey yok. Hece-sözcükler var. Toplam 55 bin
kadar. Sizin adınızı da Çince yazabilmek için bu hece-sözcüklerden biri veya
birkaçına benzetmek, olmadı yeni bir ad uydurmak zorundalar. Sonuç, Mine oluyor
Mi-Mi, Gülay oluyor Lan-Lan.
|