IMF-Dünya Bankası’nın İstanbul toplantıları, her ne
kadar yaptığımız modern binalarla gelen konuklarını karşılasa da, zihinsel
olarak ‘üçüncü dünya’ bakışı ile selamlıyor! IMF Dünya Bankası toplantılarının
yapıldığı yer; bakanlar, merkez bankacılar, bankacılar ve şirket yöneticileri
gibi karar alıcılar ve medyanın kanaat önderlerini bir araya getirir.
Dolayısıyla katılımcıların ilgisi küresel konular yanında yerel konulara ve
gelişmelere odaklanır. Bu toplantılar için İstanbul’a gelen katılımcılar,
ülkemizde Bakan ya da Başbakan seviyesinde verilen mesajlardan kendine güvenen
değil, ‘üçüncü dünya’ konumlu mesajlar alıyorlar. Bakanlarımız ve Başbakanımız,
ya bize not veren kredi dereceleme şirketlerinden şikâyet ediyor, ya IMF’ye önce
inanmadığımızı sonra güvenmediğimizi, en sonunda da ikna olmadığımızı söylüyor,
ya da vergi konusunda idare ile ihtilafı olan ve de bunu mahkemeye taşıyan basın
patronuna yakışıksız biçimde Al Capone benzetmesi yapıyor.
Bunların tamamı, ya toplantılardaki konuşmalarda, ya da bu toplantılar
nedeniyle spotlarını ülkemize çeviren dünyanın önde gelen ekonomi gazetelerinde
sahneleniyor. Ülkemize gelenler de bunları dinliyor ve tartışıyorlar. ‘Ülkemizin
tanıtımı’ diye anlatılan bu olsa gerek! Kendimizi, ülkemizi gülünç duruma
düşürüyoruz. Bir yandan gelenlere bunları sergiliyor, bir yandan da finans
merkezi olmak istediğimizi söylüyoruz! Vergi idaresi ile vergi ihtilafına düşen
ve bunu mahkemeye taşıyan vergi rekortmeni olan birine ülkenin Başbakanı Al
Capone benzetmesi yaparsa oradan finans merkezi çıkar mı?
IMF ve Dünya Bankası toplantılarının açılışında bakanlara ve merkez bankası
başkanlarına “dünyadan yükselen çığlığa, taleplere, bu salonun dışında devam
eden protestolara kulak vermemiz gerekiyor” biçiminde tavsiyede bulunan
Başbakanımız, dakikalar sonra o protestoculara kulak değil ‘biber gazı’
veriyordu! Bu ‘üçüncü dünya’ duruşu değil midir?
Toplantı izlenimleri
IMF-Dünya Bankası toplantıları sırasında en ilgi çeken organizasyon
seminerlerdir. Bu seminerlerde, güncel konular dünyanın farklı yerlerinden gelen
iktisatçı, bakan ya da merkez bankacılar tarafından tartışılır. Resmi heyetler
içinde yer alan bakan, bürokrat ve merkez bankacılar kendilerine ayrılan
ofislerde görüşmeler ve toplantılar yaparlarken, bunlar kamuya açık değildir.
Basına ve kayıt yaptıran akademisyen, bankacı gibi katılımcılara açık olan
etkinliklerin başında bu seminerler gelir. İşte saydığımız resmi heyet içinde
yer alan bakan ya da teknokratların görüşlerini anlattığı toplantılar da bu
seminerlerdir. Belki de bu toplantıların en yararlı bölümü bu seminerlerdir.
Şimdiye değin ister Washington’daki, isterse diğer ülkelerde yapılan
toplantılardaki fiziksel mekânların birkaç yüz kişiyi alacak biçimde ve uygun
koşullarda olduğuna tanık olduk. İstanbul’da katıldığımız iki ayrı seminerin
yapıldığı salonun maalesef basık tavanlı ve küçük boyutlu idi. Böyle olunca,
uygunsuz koşullardan dolayı katılım da düşük olmuştu. Girdiğimiz iki ayrı
salondaki katılımcı sayısı 20 ila 40 kişi arasında idi.
Seminerlerden biri, krizlere karşı erken uyarı mekanizmalarının tartışıldığı
bir oturumdu. Orta boylu bir ev salonu boyutundaki odada, 20-25 kişi vardı.
İzleyiciler arasında Financial Times’ın yayın yönetmeni Martin Wolf, IMF Türkiye
Masası eski şefi Lorenzo Giorgianni ve TMSF Başkanı Ahmet Ertürk vardı. Ahmet
Ertürk, sonuna kadar dikkatle izlediği konuşmacılara soru sorarak aktif katılım
gösterirken, ülkemizden birkaç orta düzey Merkez Bankası yöneticisinden başka
kimseyi göremedik.
Toplantılar çerçevesinde seminerler dışında düzenlenen iki ayrı toplantı en
çok ilgiyi toplayan toplantı oldu. Bunlardan biri İş Yatırım tarafından
düzenlenen ve Prof. Nouriel Roubini’nin konuştuğu toplantıydı. Diğeri ise
Bankalar Birliği ve Per Jacobsson Vakfı işbirliği ile düzenlenen Kemal Derviş’in
konuşmacı olarak katıldığı toplantıydı. Bugün sona erecek olan toplantıların
önceki yıllardaki toplantılara göre sönük geçtiğini düşünüyoruz. Bu yılki
toplantıların özelliği, yerel etkinliklerin daha ön planda
olmasıydı.
|