Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

İstanbul’da Ne Olduğunun Farkında mısınız?

Avrupa Kültür Başkenti projesi, sahne adıyla İstanbul 2010 için sadece 11 ay kaldı. Kentin her tarafında bir şeyler yapılıyor. Bir tarafta kamyonetlere yüklenen sanat, sanatsevere gidiyor. Öbür tarafta insanlar binlerce yıllık evlerinden, “daha iyi bir yaşam” için sürülüyor. Kimileri için bu proje büyük bir fırsat, kimileri içinse soylulaştırma

Cumhuriyet DERGİ
İstanbul’da Ne Olduğunun Farkında mısınız?

Yenikapı’da sahilden içeri girdiğinizde sizi, pek dost canlısı mekânlar karşılamıyor. İSKİ Binası, Fatih Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, vesaire. Yağmurun içinizi ıslattığı soğuk bir cumartesi akşamı olmak isteyeceğiniz yerler arasında sayılmaz. Ancak karanlık ve çamurlu sokakların arasında ışığı yanan tek katlı bir bina var. Burası İstanbul 2010 Projesi kapsamında faaliyete geçen Yenikapı Sanat Üretim Merkezi. İtalyan sanatçı Remo Salvadori atölye çalışmasının bitiminin üzerinden saatler geçmesine karşın içeride kalan öğrencilere bir şeyler anlatmak için çabalıyor. Derdi mayısta açılacak sergi için atölye çalışmasına katılanlarla birlikte bir eser ortaya çıkarmak. Sonrasında tüm yorgunluğuna karşın bana da zaman ayırıyor. Hepsinin ötesinde, burada mesai harcayan gençler için yararlı bir şeyler olduğu açık. Yenikapı’dakine benzer projeler Küçükçekmece’de, Tuzla’da ve İstanbul’da daha önce çağdaş sanat çalışmalarının uğramadığı pek çok noktada sürdürülüyor.

Nuri Çolakoğluİstanbul 2010 kapsamında sürdürülen projeler yalnızca sanatla sınırlı değil tabii ki. Pek çok tarihi ve kültürel yapı elden geçiriliyor. Yurtiçi ve yurtdışından katılımlarla sempozyumlar düzenleniyor. Akla gelen soru şu; on bir ay sonra İstanbul’u ne bekliyor? Bu sorunun cevabını en iyi verebilecek kişi İstanbul 2010 Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu. Onun mesaisi sabaha karşı başlıyor, gecenin geç saatlerine kadar sürüyor. Çünkü sorumlu olduğu alanlar Avrupa Kültür Başkenti’yle sınırlı değil. Çolakoğlu konuşmaya planlama aşamasının zorluğundan bahsederek başlıyor. O kadar kapsamlı bir çalışma içerisindeler ki, projenin iskeletini daha devlete yaptıkları başvuru tarihinden önce, 2005’te çıkarmaya başlamışlar. Hareket planları ise üç önemli ayak üzerine oturmuş.

Bunların ilki kültür sanat yapılarının düzenlenmesi, yenileme ve restorasyon gibi işin altyapı kısmı. Bu işleri “ilk başta hemen gözükmeyecek fakat 2010’a yetişmezse büyük sorun yaratacak” sözleriyle özetliyor. Ne durumda oldukları konusuna gelince; büyük bir kısmının hazır olacağını söylüyor. Kültür sanat yapıları içinde üzerinde en çok tartışılanı Atatürk Kültür Merkezi’ydi. Her ne kadar gecikmeler olsa da Çolakoğlu, Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme çalışmalarının 2010’a yetişeceğinden emin. Topkapı Sarayı’nda ise iş çevre düzenlemesine kalmış. 2009’la birlikte başlayan reklam çalışmaları çok önemli bir mesaj vaat ediyor; “Sahne senin İstanbul”. Bu da işin vitrin kısmı. Seneye kimlerin İstanbul sahnesinde yer alacağına dair görüşmeler ise devam ediyor. Çolakoğlu hedefi “yirmi yıldır kültür sanat alanında çok ses çıkaran İstanbul’u merkez haline getirecek işler yapılacak” sözleriyle özetliyor.

Tüm bu görünür projelerin yanında bir de faydası çok sonra anlaşılacak uzun vadeli çalışmalar var. Tarihi Yarımada, Kadıköy ve Beyoğlu çevresinde toplanan kültür sanat çevresini İstanbul’un geneline yaymak adına Yenikapı’daki gibi sanat merkezlerinin faaliyete geçmesi belki de 2010’dan geleceğe kalacak en önemli yatırım olacak. Çolakoğlu’na göre bu projelerin sırf kültürel anlamda değil, ekonomik anlamda da İstanbul’a büyük getirisi olacak. Ancak bu kadar büyük yatırımlar yapılan bir projede her şeyin toz pembe olması beklenemez, zaten olmuyor da. İstanbul 2010 projesi birçok yerden büyük tepkiler alıyor. Üstelik bu tepkilerin önemli bir bölümü bizzat ajans içinde danışma kurullarında yer alan insanlardan geliyor. Çolakoğlu için bu hiç sorun değil. Bir işte çalışan herkesin aynı fikirde olmasının bir anlamı olmayacağını söylüyor.

Bir karışıklıktır gidiyor; Avrupa Kültür Başkenti Projesi’yle eşzamanlı olarak yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde sorumluluğun ne kadarı kime ait? Eleştirilerin yoğunlaştığı iki proje Sulukule ve Tarihi Yarımada. Çolakoğlu, UNESCO’yla Tarihi Yarımada konusunda yaşanan pürüzlerin büyük ölçüde giderildiği müjdesini veriyor. O da UNESCO’nun eleştirilerini haklı buluyor. Yenileme çalışmalarının Hollywood dekoru gibi yalapşap surların yeniden inşası şeklinde olmaması gerektiğini söylüyor. Şimdi UNESCO’nun istediği çalışmalara ciddi katkıda bulunuyorlarmış. Tarihi yarımada İstanbul’daki kültür zenginliğinin simgesi ve oradaki eserler gerçekten önemli. Ancak asıl kıyameti koparan Sulukule projesi, çünkü orada yaşayan bir kültür ve o kültürü yaşatan insanlar var. Nuri Çolakoğlu Sulukule’yle ilgili konuşmaya Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın başından beri projenin içinde olmadığını söyleyerek başlıyor ve ekliyor “İnsan olarak ilgileniyoruz tabii ki.” Ancak bugünkü haliyle mahallenin yaşanabilir bir yer olmadığı yönünde projeyi üstlenenlerle hemfikir. “Sulukule’ye itiraz edenleri iki hafta orada yaşatmanız lazım. İnsanların penceresi, camı olmayan evlerde yaşamasını istemek haksızlık” diyor. Ancak kendisi de asıl önemli olanın çalışmaların tamamlanmasından sonra Sulukulelilerin orada yaşamaya devam etmelerini sağlamak olduğunu kabul ediyor. “Burada bir sıkıntı var, bu insanlar kent hayatının içinde ama o evler döküntü halde olduğu için orada oturmayı yüklenebiliyorlar. Proje insanların kayıplarını telafi edebilecek hale getirilmeli” diyor.

Gerçekten de proje pek dediği gibi yürümüyor. Sulukule sakinlerinin büyük çoğunluğu geçen aylarda evleri yıkılarak Taşoluk’a adeta sürüldü. Çolakoğlu’na göre bu konuda akıl yoluyla makul bir çözüm üretmek lazım. Eğer insanların büyük çoğunluğu Taşoluk’ta geçici bir süre kalıp geri dönebileceklerse dönemeyenlerin kayıpları da bir şekilde telafi edilecekse yapılmasında yarar olan bir proje olarak görüyor. Peki bu söyledikleri çerçevesinde bir proje önerileri var mıydı? Çünkü konuşmamızın başında ajansı bir proje üretim merkezi olarak tarif ediyordu. Çolakoğlu’nun cevabı “Eğer elimde böyle bir proje olsa elbette götürmek isterim, ancak bunlar doğrudan ilgi alanımıza giren işler değil. 100 kişilik bir ekiple bunların peşinde koşamam. İnsan olarak ise her platformda fikrimi söylerim” oluyor. Oysa ajansın danışma kurulunda da aynı dertten şikâyet eden isimlerin sayısı oldukça fazla.

Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı da bunlardan biri. Ajansın Sulukule gibi projelerdeki rolünün kentsel dönüşüm projelerini desteklemek olduğunu ama desteklemenin Sulukule’de üç bin yıllık bir kültürün yok edilmesine seyirci kalmak olmadığını söylüyor. Sulukule’de yapılanı da “hiçbir özelliği olmayan, sırf ranta yönelik ve binlerce yıllık tarihi mirasın üzerine otoparklar dikilmesini öngören bir soylulaştırma projesi” olarak görüyor. Dediği gibi, bu, sosyal ve kültürel açıdan bir ayıp. Yapıcı’ya göre TOKİ Başkanı’nın Süleymaniye için yaptığı “Çok büyük bir yerleşim alanı yapıp orada Osmanlı ve Selçuklu mimarisi egemen kılacağız” açıklaması İstanbul için karar verenlerin kültürle ne kadar ilgisiz olduğunun en iyi kanıtı. Haliç’te yapılanlar tarihi doku ve mirasın reddedilmesi, yüzde doksanı tarihi eser olan Tarlabaşı’nın çöküntü alanı ilan edilip tarihi eserlerin de yıkılmasını öngörmek de. Soruyor; “Kültür bunun neresinde?” Cevabı yine kendi veriyor: “Eski tarihi mekânlar ve var olan kültür satış kabiliyetini arttırmak için kullanılıyor.”

Mücella Yapıcı’nın itirazı sırf yapılan uygulamalar değil, aynı zamanda ajans içindeki işleyişe de. “Ortada çok büyük bir fon ve saçma sapan bir projecilik mantığı var. Asıl dert ise projeler önerip fondan yararlanmak” diyor. Yapıcı’ya göre bütçesi devletin çıkardığı yasayla belirlenen projeyi sivil bir olaymış gibi göstermek için STK’ler kullanılıyor. Bu tip projeler için var olan genel bir dert var: Kentlerin post-fordizmle birlikte içerik değiştirmesi. Yapıcı da bu probleme dikkat çekiyor. “Sanayi devriminin ürünü olan kentler artık üretimin değil, tüketimin örgütlendiği yerler haline geldi” diyor. Sonuç; kültürün alınıp satılabilir bir meta haline gelmesi. Bu da kültür endüstrisini ortaya çıkarıyor. İşte Yapıcı’nın bahsettiği küresel kentlerin kültürel imajlarının düzeltilip yarıştırılması da bu yüzden. Ancak bu yarışma içinde bile İstanbul geri kalmış durumda. Yapıcı da “İstanbul Miniatürk gibi, hiçbir kültür içermeyen kafa yapısıyla kullanıcısından kopuk işlerle nasıl kültür başkenti olacak merak ediyorum” diye soruyor.

Şu ana kadar 400’e yakın proje ajansın önüne gelmiş. Yapıcı’nın dediğine göre daha ortalıkta bir sürü proje var. Umudu da onlarda. “Umarım bundan sonra gelecek projeler İstanbul’un gerçekten bir kent olmasına vesile olur. Düşünsenize meydanı olmayan kent olur mu? Meydanları otobüs deposu haline getirmişler. Ortada bir kent bilinci yok ki. İnsanlar kapalı gettolarda birbirlerinden korkarak yaşıyorlar” diyor. Yine de Türkiye’nin bütçesi için önemli olan bu fonun pek de iyi kullanılamayacağı konusunda bir önyargısı var. Israrlı tepkilere karşın ne Tarlabaşı, ne Sulukule ne de Haliç’teki projelerden vazgeçilmesini örnek gösteriyor. Ancak yetkileri görüş boyutunda olsa da bundan sonra da danışma kurulunda yer alacağını söylüyor.

Sahne kimin?

Mimari ve sanat birbirinden farklı alanlar. Ancak iş İstanbul 2010’a gelince sıkıntılar neredeyse birbiriyle aynı. Karşı Sanat da önümüzdeki yıl Avrupa Kültür Başkenti kapsamında gerçekleştirilecek sanatsal etkinliklere alternatif olacak işler üretmek için çalışmalara başladı. Ancak alternatif üretmeyi eleştiri olarak algılamamak gerek. Asıl dertleri İstanbul 2010 yapılanması dışında kalan inisiyatifleri biraraya getirmek.

Bu inisiyatifleri İstanbul’un gerçek sesi olarak görüyorlar. Karşı Sanat da değerlendirme komisyonunda yer almak için bir davet almış. Karşı Sanat çalışmaları Sahibi Feyyaz Yaman’ın en büyük itirazı yukarıdan aşağıya doğru bir yapılanmayla işlerin yürümesine. Böyle bir çalışma yapılacaksa ilgili kişilerin çağrılıp bir taban oluşturulması gerektiğini düşünüyor. Bu tip bir sivil oluşum hiç gerçekleşmemiş. Bunun üzerine kendi inisiyatiflerini oluşturmuşlar. Yaman’a göre yapılmak istenen kamuoyu adına aktörler yaratmak ve bu insanlar üzerinden etkinlikler gerçekleştirmek. Bu aktörlerin içinde İKSV gibi ticari kurumların olmasını ise çok yanlış buluyor. “Katılım modeli hep ekonomik boyutlar üzerinden konuşulduğu için sonuçta devre dışı kalıyorsunuz” diyor.

Gazeteci Zeki Coşkun’a göre ise proje kavramını sanattan uzaklaştırmak gerekli. “Projen varsa gel diye bir durum ortaya çıktı. Ancak proje dediğiniz sırf tasarım değil. Mecburen prodüksiyonu da dahil ediyorsunuz. O zaman sanat diye bir şeyden söz edemezsiniz. İstanbul 2010’a ne gider diye düşünüyoruz? 21. yüzyılda metropol denen şey bize nasıl bir kent tasarlıyor? Dolayısıyla kentli ve sanatçı arasındaki ilişki nasıl olacak? Bunları konuşmak için yan yana gelmeliyiz, proje üreteceksek de birlikte üretmeliyiz. Buna yönetişim deniliyor. 2010’u da bu şekilde ele almalıyız” diyor. Feyyaz Yaman da bundan önce bienal gibi kültür organizasyonlarında yaşanan durumun 2010’a yansıyacağını öngörüyor. Nedir bu durum? Sanatın ve kültürün bize dışarıdan gelmesi. Çolakoğlu’nun dediği, işin vitrin kısmı Avrupa’dan gelecek büyük gösterilerle kotarılacak. Ali Şimşek de soruyor: “Buraya bir sahne gelecek ve biz onları izleyeceğiz. Gösteri bitince sahne kalkıp gidecek. Peki ardında bize bilinç anlamında ne kalacak?” Ancak bu sırf İstanbul’la ilgili bir konu değil. Bu tip projelerde kentlinin gerçekten seyirci olmaktan çıkıp katılımcı haline dönüşmesi pek görülmüyor. Böyle olunca da iş dışardan ithal kültürle, soylulaştırma projesine dönüşüyor. Zaten Yaman’ın dediği gibi 2010 da İstanbul’un kültürel olarak büyük bir değişim yaşadığı döneme denk geliyor. Yaman “Bu süreçte İstanbul’un kendini konuşacağı bir platform ortaya çıksaydı, bu bile yeterli olurdu” diyor.

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Zeytinoğlu da alternatifleri bulmanın o kadar zor olmadığını düşünüyor. “2010 sahnesinin içine hangi İstanbul girecekse onun dışında kalanlar alternatiftir. Elbette İstanbul sırf kültürle alakalı değil içinde sınıf da var siyaset de. Boğaz silueti de var, Tuzla tersaneleri de” diyor. Yaman’a göre yapılmak istenen oryantalizmin farklı bir çeşidi. “Alternatif bir inisiyatif yaratmasaydık bunun vebali altında kalırdık. Dar alan, Hafriyat gibi başlangıçtan beri kentin ortaya çıkardığı çeşitliliklerle ilgilenen oluşumlar var. Bunların önü açılsa gerçekten sokağın sesini duyar hale gelirdik” diyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yalçın Karayağız da taşınabilir sanat projesinin hiçbir yeniliği olmadığını, SSCB döneminden beri birçok defa denendiğini söylüyor.

İşlevsel bir konum

“Hiçbir enteresanlığı olmayan bir proje”. Başladığım yere döndüm, Yine Yenikapı’dayım. Son olarak Beral Madra ile görüşüyorum. Kendisi Yalçın Karayağız’ın taşınabilir sanat hakkındaki eleştirilerini kabul ediyor, diğer birçok eleştiriyi de. Ancak onun da söyleyecekleri var; “Sanat camiasının kendisine ayrılan bu fonu daha çok sahiplenmesini beklerdim” diyor. Hiyerarşik yapılanmanın insanların projeleri sahiplenmesinin önünde bir engel oluşturduğunu söylüyorum. Bunun devlet yasasıyla kurulan bir organizasyon olduğunu o da tekrarlıyor. “Bu noktada söyleyecek fazla sözüm yok” diyor sadece. Peki bu yapılanma içinde Beral Madra’nın rolü ne? Kendisinden dinleyelim; “Sanat manat, estetik hepsini bir kenara bırakın, benim yaptığım görsel sanatlar alanına ayrılan paranın adaletli dağıtılmasını sağlamak. Eğer sanat camiası bana çekilmem yönünde işaret verirse, Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nde Görsel Sanatlar Yönetmenliği’nden çekilirim.” Zaten bu yüzden mimari alanda yapılan oryantalist projelere nasıl bakıyorsunuz sorusuna yanıt vermek istemiyor. “O işlere ayrılan fonla ne yapıldığının hesabını da sorumluları versin” diyor. Kendisi ise İstanbul’u allayıp pullamanın en kolay yolu olan oryantalist temalı sanat projelerine sonuna kadar karşı çıkmış. “Bu akım artık dekoratif hale geldi ve tüketim endüstrisinin malzemelerinden biri. Kolay ve ucuz. Her alanda karşımıza çıkabilir. Ben bunun çok dışındayım ama Türkiye’de ağır vaka olarak devam ediyor. Tabii turistik tüketimle de çok alakalı” diyor.

Ancak İstanbul 2010’un etrafını afişlere yansıyacak kadar oryantalist bir hava sarmış durumda. Beral Madra’nın sorumlu olduğu alanda benzer şeyler olmazsa birçok yerden tepki gelebilir. Kendisi de böyle bir tehlikenin farkında. Ancak bu tip eleştiriler alırsa üzülmeyeceğini söylüyor. Zaten şu ana kadar karşısına gelen projeler de gösteriden daha çok altyapıya yönelik. Henüz İstanbul’daki tüm sanat inisiyatiflerine ulaşamamışlar ama çalışmaları sürüyor. Hedefi Yenikapı’daki gibi moel olabilecek merkezler yaratmak, yerleşik bir sanat ve kültür yapılanması için talep oluşmasını sağlamak.

Önüm arkam sağım solum proje

Beğenelim ya da beğenmeyelim Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin İstanbul’da elini altına koymadığı taş kalmayacak. Sağımız solumuz proje, 2010 yaklaştıkça önümüz arkamız da proje olacak. AKM gibi gündemi işgal edenlerin yanında çok ilginç ve göz önünde olmayan projeler de var. Mesela kadı günlüklerinin tercüme edilmesi. Bu, İstanbul’un Osmanlı döneminden beri yaşayan tarihinin açığa çıkmasını sağlayacak bir girişim. Doğalgaz kullanımının artmasıyla ıskartaya çıkan Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezine dönüştürülmesi de Kadıköy dışında bu tip yapıların sıkıntısını çeken Anadolu Yakası için gerekli bir proje. Bu tip kültür merkezleri birçok ilçede faaliyete geçti ve geçirilecek. Ancak Beral Madra’nın değindiği gibi işlevsel hale gelmeleri için asıl önemli olan nasıl bir uygulama içerisinde olacakları. Halk evleri gibi tepeden inmeci modernist bir yaklaşımla mı hizmet verecekler, yoksa gerçekten sanat alanında var olmak isteyen gençlere istihdam ve platform mu yaratacaklar?

Yaşanacak zenginliklerden bir kısmı da festivaller alanında. Engelsiz Festival, Şiir Festivali, Gepgenç Festival, Sokak Festivali ve daha bir sürü şenlik. Peki İstanbullular, bu festivallerde ne kadar katılımcı olabilecek, dahası yıllardır polisin engellemesine karşın İstiklal Caddesi’ne renk katan sokak sanatçılarının düzenlediği sokak festivali gibi etkinliklerin önü açılacak mı? Yoksa organizasyon içinde yer alan kurumlar, kendi inisiyatiflerine mi öncelik verecek? Projeyle birlikte 80’li ve 90’lı yıllarda İstanbul’da yaşayan gençlerin uğrak yeri olan Köprüaltı da geri dönüyor. Eskiden şimdiki Galata Köprüsü’nün olduğu yerde hizmet veren tarihi yapının yeni rolü kültür merkezi işlevi görmek olacak. Bu saydıklarımız sadece küçük bir bölüm… 2010’un sonuna kadar İstanbul 2010 kapsamında 700’den fazla projenin hayata geçirilmesi bekleniyor.

http://www.yapi.com.tr/haberler/istanbulda-ne-oldugunun-farkinda-misiniz_66299.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!