Foto: Romanlar Sulukule'den sürüldü ve şimdi onlardan
geriye yalnızca TOKİ inşaatının arasındaki Pembe Ev kaldı.
Brutland Komisyonu’nun 1987’de
yayınlanan “Bizim Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporundan bu
yana sürdürülebilir kalkınma terimi değişik bağlamlarda yaygın
biçimde kullanıldı. Ülkemizde de “sürdürülebilir kent”,
“sürdürülebilir ulaştırma”, “sürdürülebilir
çevre” gibi kavramlar, teknisyenler, politikacılar, yöneticiler
tarafından çoğu zaman birer slogan olarak ve içi boşaltılarak kullanılıyor.
Temelde, “gelecek kuşaklar için gerekli olan kaynakları tüketmeden bugünkü
kalkınmayı sağlamak” anlamında kullanılan sürdürülebilirliğin ekonomik ve
toplumsal boyutlarından çok, çevresel boyutu üzerinde duruluyor. Kentsel çevre,
bireysel, sektörel ve kurumsal ölçeklerde çelişen çıkarların yer aldığı çok
boyutlu ve karmaşık bir alan. Sürdürülebilir kent kavramını daha geniş bir bakış
açısıyla değerlendirmek amacıyla, kentlerin geleceği konusunda son yıllarda
gerçekleştirilen “Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik 2040” ve
“Avrupa Kentleri 2050” gibi uluslararası programlarda
“yaşanabilir kent” kavramının tekrar öne çıktığı görülüyor. Bu
tür forumlarda, geleceğin “yaşanabilir kentler”inin nasıl olması gerektiği
tartışılıyor.
Peki ya yaşam kalitesi?
Gelişmiş toplumlarda kentsel sorunlar, yalnızca politikacıların ya da
plancıların çözmesi gereken teknik sorunlar olarak değil, demokratik olarak
karar verilmesi gereken politik bir yaşam biçimi sorunu olarak görülür.
Kaliforniya, Berkeley’deki Koruma Enstitüsü’nün kurucusu yazar Charles
Siegel, Planlamamak: Yaşanabilir Kentler ve Politik
Seçimler adlı kitabında şunu söylüyor:
“Nasıl bir kentte yaşamak istediğimiz konusunda temel politik kararlar
almalıyız. Kentlerimizi geri almak için yönetimlerin yanlış kararlarına karşı
çıkıp yasaları değiştirmek, modernleşme ve büyümenin yıkıcı etkilerine politik
sınırlar koymak zorundayız. Böylece kentlerin sorunlarını plancıların
çözebilecekleri ölçeklere indirmek mümkün olabilecektir. Yaşanabilir kentler
kurmak, kentte yaşayanların demokratik biçimde verecekleri politik kararlara
ihtiyaç gösterir.”
Seçime günler kala “vizyon sahibi”, “büyük düşünen” politikacılar ve onlara
akıl verip cesaretlendiren girişimciler İstanbul’da kenti “peynir kalıbı gibi
kesen” kanal projesiyle Karadeniz kıyısında iki yeni kent projesini ülkenin
gündemine bıraktılar. Yüzlerce teknisyeni, plancıyı dört yıl çalıştırarak kent
ve ulaşım planları yaptıran mimar Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, plancıların nedense düşünemediği bu projelerin planlara
işleneceğini söyledi. Oysa biliyoruz ki, eşsiz coğrafyasına, tarihsel ve
kültürel miraslarına karşın İstanbul uluslararası yaşam kalitesi sıralamalarında
çok gerilerde yer alan çirkin ve sağlıksız bir kent. 2009’da yaşam kalitesi
sıralamasında, 215 dünya kenti arasında 114. sırada yer aldı. Konutlarının üçte
ikisi yasa dışı yapılmış ve beklenen büyük depremde binlerce kişinin yaşamını
yitireceğini öngören felaket senaryolarıyla karşı karşıya. Ulaştırma sistemi en
küçük bir aksaklıkta saatlerce tıkanıyor. Yalnızca 2023’e kadar yapılması
gereken raylı sistem ağını tamamlamak için en az 30 milyar dolar gerekiyor.
‘Kente karşı suç’
Kent, genellikle, yaşayan bir organizmaya benzetilir. Bu organizmanın yaşam
kalitesini biraz olsun yükseltmek için öncelikle hasta, kırılgan yapıyı
iyileştirmek ve tıkalı damarlarını açmak gerekiyor. Ama her şeyden önce, kentin
geleceğini geri dönülmez biçimde yok edecek “çılgın projeleri” durdurmak gerek.
Çünkü bunlar, mevcut sağlıksız yapıyı iyleştirecek ve “kenti uçuracak” vizyon
projeleri olmaktan çok, “kente karşı işlenmiş suç” kapsamında değerlendirilmesi
gereken kararlar. Bu bağlamda, yeni Anayasa çalışmalarında “kente karşı suç”
kavramının açık bir biçimde tanımlanması gerekiyor. Mimarlar Odası’nın
bülteninde Dr. Karasu’nun belirttiği gibi, “Plan kavramının geri plana itildiği
bu düzende, gerek patronaj ilişkileri kapsamında sağlanan imtiyazlar, gerekse
imar planlarının kentsel rantın dağıtımında bir araç olarak kullanılması,
siyasal sistemi ‘rant dağıtıcısı’ konumuna getirmiştir. Bu düzen giderek toplum
tarafından benimsenmeye başlamış, bir süre sonra, toplum ve siyasal iktidarlar
aynı düzenin değişmez iki parçası haline gelmiştir.
Kentlilik bilinci
Mucize çözümler, TV kanallarında saatler boyu tartışılan çılgın projeler
yerine, kaynakları en uygun ve hızlı biçimde kullanarak kentin kırılgan ve
kaotik yapısının nasıl iyileştirilebileceğini, yaşanabilir bir kent için nelerin
nasıl yapılması gerektiğini düşünmeliyiz. Yaşanabilir, nefes alınabilir,
yürünebilir, bisiklete binilebilir, insana ayrılması gereken mekânları
otomobiller tarafından işgal edilmemiş, toplu taşıma sistemi çağdaş bir düzeyde
hizmet veren, ormanlarında, parklarında gezip oynanabilir bir kent için
yapılması gerekenleri, bunları yapabileceklerine güvendiğimiz insanlarla
birlikte yapmanın yollarını bulmalıyız.
Yöneticiler, teknisyenler, sivil toplum kuruluşları ve kentte yaşayanlardan
oluşan aktörler içinde en önemli grup kuşkusuz halkın kendisi. Kentte
yaşayanların yaşam alanlarını ilgilendiren yanlış karar ve uygulamalara karşı
çıkabilmeleri için doğru bilgilendirilmeleri ve eğitilmeleri gerekli. Kentlilik
bilincinin oluşması her şeyden önce kente ilişkin konularda doğru bilgilerin
halka aktarılmasını gerektirir. Kırsal kesimlerden büyük kentlere göç eden ve
kentin çeperlerinde kurdukları sağlıksız ve zor yaşam ortamlarında tutunmaya
çalışan insanların kendi güncel kaygıları dışında olup bitenlere duyarlı
bireyler olmalarının sağlanması kolay değil. Bu geniş kitlelerin eğitimsizliği,
kentin doğal, tarihsel ve kültürel değerlerine duyarsızlığı, bir süre sonra kent
rantından bir ölçüde pay alma ve köşeyi dönme kaygılarıyla birleşince rant
dağıtan siyasal sistem için çok elverişli ve rahat bir ortam oluşuyor. Olan
bitenin farkında olan ve kentlilik bilinci gelişmiş halkın desteği ve talebi
olmadan, modernleşme ve gelişme adı altında kentin yaşam kaynaklarının vahşi
biçimde yağmalanmasına karşı koymak, çocuklarımıza ve torunlarımıza yaşanabilir
kentler bırakabilmek mümkün değil. Bu uzun bir süreç. Ancak doğru yolda,
birlikte atılacak küçük fakat kararlı adımlar, kısa bir süre sonra olumlu
etkilerini gösterecektir.
Haluk Gerçek / İTÜ, İnşaat Fak.
|