Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Murat Germen'le Fotoğraf ve Mimarlık Üzerine Bir Söyleşi




Murat Germen'e, 14 Şubat 2005'te Garanti Galeri'de gerçekleşen "İkon Olarak Endüstri: Endüstriyel Estetik" Sergisi sırasında yaptığımız röportajda mimarlıktan fotoğrafa geçiş sürecini ve fotoğrafa bakışını sorduk. Öncelikle kendinizden bahsetmenizi isteyelim. Sizin mimarlık, şehircilik ve fotoğraf gibi farklı alanlarda çalışmalarınız var. Kendinizi hangi alana daha yakın buluyorsunuz, bugün bulunduğunuz noktaya nasıl geldiniz? Asıl İstediğiniz fotoğrafçı olmak mıydı? Eskiden, ortaçağ ve öncesinde Leonardo Da Vinci gibi her şeyi en üst düzeyde yapabilen insanlar varmış. İnsan tabi özeniyor “keşke ben de birkaç konuya vakıf olabilsem, ben de o zenginlikte bir üretim yapabilsem” diye. Fakat dünya öyle bir yere geldi ki aynı anda birçok işi iyi yapmakta zorlanıyorsunuz. Artık çok farklı mecralarda kayda değer bir şeyler yapabiliyor olmak o kadar kolay değil, hatmetmeniz gereken çok daha fazla bilgi var, öğrenmeniz gereken çok daha fazla yazılım var. Mecburen gittikçe daralma yaşamak durumunda kaldım. Mimarlığı belki yeteri kadar denemedim, şehircilik konusunda da çok fazla çalışmadım ama gördüm ki şehir plancılığı büyük çoğunlukla para babalarının veya arazi spekülatörlerinin elinde. Türkiye’de idealist bir şehir plancısı olarak “şehirleri güzelleştireceğim” duygusu taşımak çok naif kalıyor ne yazık ki, bakarsınız belki ileriki yıllarda daha iyi olur. Mimarlıkta da çok zor bir durum var; çok bilinen bir mimar olmadıkça (ki onlar bile bu zorluğu çekiyor) kimse sizi adam yerine koymuyor. Müşteri parayı bastırdığı için her düşüncesini empoze etme hakkı olduğunu düşünüyor. Doktora gittiğinde her şeyiyle kendini meslek erbabına teslim eden bu müşteri, aynı saygıyı mimara göstermiyor. Müşterinin bilinç ve eğitim seviyesi yüksek bile olsa, bir gökdelen inşası söz konusu olduğunda “benim binam onunkinden daha uzun olsun” tarzı “Freudvari” istekler gündeme gelebiliyor. Yani, mimara bırakmıyorlar her şeyi; ayrıca zaten müteahhit de pek adam yerine koymuyor mimarı, yapı ustaları “mimarlar detay bilmez” diye düşünüyor. Çok aktör var işin içinde ve açıkçası korktum, kaçtım. Kaçtım ama bu ileride hiç yapmayacağım anlamına gelmiyor, günün birinde kendimi hazır hissettiğimde niyetim var aslında. Louis Kahn’ın şaheserlerini ellisinden sonra vermiş olması beni ümitlendiriyor. Sorunun özüne gelirsek fotoğrafta beni kendine çeken, fotoğrafa doğru yönelmemi sağlayansa şu; fotoğraf çekerken kendimi çok iyi hissediyorum, bahsi geçen sayıda aktör yok, kontrol olabildiğince bende… Özgürsünüz... Özgürüm, çok özgürüm… Tabi daha bireysel bir çalışma, müşteri yok en azından. Evet, geçen gün şöyle bir şey konuşuyorduk; mesela müzik yapıyorsunuz, ortaya çıkardığınız parçayı beğenen alıyor, beğenmeyen almıyor ve en kötü durumda bile kaybınız biraz zaman, biraz da moral; para kaybetmiyorsunuz pek… Beğenilmezse hemen yeni bir şey yapabilirsiniz. İyi müzik üretmek o kadar kolay değil tabi ama kastettiğim şey şu: “ben kendi keyfime göre üç tane bina yapayım, sonra satarım bunları” diye bir lüksünüz yok, genel geçer beğeniye göre tasarım yapmazsanız ve elinizde kalırsa ne olacak? Yüz binlerce dolardan bahsediyoruz. Fotoğrafta ise böyle bir şey yok; iyi olmadı, ilgi görmedi, mesajı aktaramadınız, şapkanızı önünüze koyup yeni bir seri çekebiliyorsunuz. Fotoğraf çekmek gerçekten çok iyi geliyor bana, sıkıntılı bir gün olduğunu varsayalım, kafam biraz dumanlı olsun, makine elimde olup işe başladığım anda her şey uçup gidiyor. Bu güzel bir duygu. Dışarıda olmayı seviyorum, dışarıdaki konularla ilgilenmeyi seviyorum. Kurgu fotoğrafa karşı değilim kesinlikle, gerekiyorsa o kurguyu da dışarıda yapmak beni daha mutlu eder. Çekim sonrası aşamalardan bahsedersek, fotoğrafın mutfağında olmak size ne kadar keyif veriyor? Eskiden iki aşama vardı, banyo ve tarama. Şimdi dijital süreçle o da kalktı aradan, dianın kötü banyo edilmesi diye bir şey söz konusu değil artık. Ya da iyi banyo edilmiş bir dianın özensiz bir şekilde taranıp berbat edilmesi gibi bir durum da yok. Ben aracısız bir şekilde teslim ediyorum artık fotoğrafımı. Dijital süreçte ise en büyük sorunlardan biri sensör kirlenmesi. Temizlik yapsanız bile aynı çekim sırasında çok sık lens değiştirdiğinizde sensörün üzerinde tozlar birikiyor ve dijital dosyada lekeler oluşuyor, ama bunlar üç dakikada temizlenebiliyor. Sonuçta çektiğim işi ben işleyip veriyorum. Belki başkası için öyle olmayabilir ama benim için ufak çapta bir mücevher o. İşleyip, temizleyip, anlatmak istediğim şeyi anlatmaya hazır bir nesne veriyorum. Ben bu konularda biraz eski kafalıyım. Mutfakta olmak terimi çok güzel bir terim, ben mutfakta olmayı seven bir adamım. Bu yaklaşımın zorlukları var, bir binayı tasarlıyor olabilirim ama ben o binayı yaptım diyemem, çünkü binayı ben yapmıyorum işçi yapıyor, bu çok önemli bir konu benim için. Mimar binayı yapmıyor sadece tasarlıyor. Halbuki neredeyse her şey mimara atfediliyor. Bunlar da bana çok doğru gelmiyor. Fotoğraflarınızda birçok teknik kullanıyorsunuz, dijital fotoğraflama yanında analog sistemi de kullanıyorsunuz herhalde. Günümüz fotoğrafıyla kendiniz arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Kendinizi tamamen teknolojiyi yakalamış biri olarak görüyor musunuz? Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Çok güzel bir soru sordunuz. Benim kendi işimi tartmam, “şu noktadayım” demem doğru değil ama teknolojik gelişmeleri çok yakından takip ediyorum; hatta Digital Photoline adlı dijital fotoğrafçılık dergisinde yazıyorum, çeşitli kent ve ortamlarda dijital fotoğrafçılık üzerine seminerler veriyorum. Ayrıca internet ortamında Orhan Cem Çetin tarafından yürütülen fotoğraf dergisi “Paralax”a yazıyorum. Şu anda rahatlıkla batıda -maalesef hep batıyı mesnet noktası olarak alıyoruz- herhangi bir okul veya herhangi bir ortamda dijital fotoğrafçılık üzerine çok rahatlıkla konuşabilir, ders verebilirim. Kendimi o konuda hakikaten çok rahat hissediyorum çünkü çok uğraşıyorum. Sabancı Üniversitesi’nde ders veriyorum, ayrıca Orhan Cem Çetin’le- ki benim çok değerli bir meslektaş ve arkadaşım, Türkiye’de fotoğrafa en çok katkıda bulunan insan herhalde- Galata Fotoğrafhanesi’nde ayda bir Çağdaş Fotoğraf Serileri diye bir etkinlik gerçekleştiriyoruz. O serilerde ben olabildiğince” yakası açılmadık” işler seçmeye çalışıyorum ki klasik eğilimlerin olduğu ülkemizde biraz farklı şeyler konuşabilelim artık. Haliç’te çekilmiş sümüklü çocuk veya yüzü çatlamış nine / dede fotoğrafı değil de, fotoğrafın başka niyetlerle kullanıldığı yeni projeler. Batı fotoğrafı hakikaten çok farklı bir yerde, biraz ona dikkat çekmeye çalışıyorum ben de. Biraz farklı bir tartışma ortamı oluşsun istiyoruz. O çerçevede ben de çok öğreniyorum, bu zamanlar benim için yeni ifade biçimlerini öğrenme safhası, bir ara dönem... Belli bir yerde duruyor muyum durmuyor muyum bilmiyorum. Ama bana ait olan, şahsi ifademi içeren, düşündüklerimi açıklamaya çalıştığım bir araç benim için fotoğraf. Hep öğrenmeye açık olduğum için fena bir yolda değilim en azından ve inşallah daha da içime sinen şeyler yapmayı ümit ediyorum. Mimarlığın getirdiği büyük bir avantaj vardır herhalde fotoğraf çekerken. Üç boyutlu uzayla ilgili avantajları olabiliyor örneğin. Ne mimar ne de fotoğrafçı olan ve sergiyi ilk gün gezenlerden bir kişi “burada anormal bir uzay var, bana ne olur anlatın ben bir türlü çözemiyorum” dedi. Benim burada kullandığım fotoğraf çekim tekniği biraz farklı, o da belki üç boyutlu uzayı mimar olmaktan dolayı daha iyi okuma şansım olmasından kaynaklanıyor. Uzayın farklı bir ifadesini yakalamak için mutlaka mimari eser ortamı gerekmiyor, daha küçük ölçekli nesnelerde de benzer hacim uygulamaları yapılabilir. Fotoğraf mutlaka gerçeğin kendisi değildir gibi bir yaklaşımınız var, bir de fotoğraflarınızda kendiniz bir şey yaratıyorsunuz, kullandığınız teknikler tamamen kendi yarattığınız teknikler. Doğru, buradakilerin önemli bir bölümü normal gözle görülebilecek şeyler değil, fotoğrafların büyük çoğunluğunda iki fotoğrafın yan yana getirilmesi söz konusu. Bizim gözümüzün gördüğünden daha geniş bir görüş açısı söz konusu. Zaten geniş açı bir objektif kullandım, geniş açı ile çekilmiş iki fotoğrafı birleştirerek uzayı daha da genişlettim, yani gerçeğin iyice ötesinde bir durum var. Ama zaten “en” belgesel fotoğrafta bile gerçeğin bire bir aktarıldığını düşünmüyorum. Örneğin, siyah-beyaz bir gerçeklik olamaz, siyah-beyaz görmüyoruz biz. Siyah-beyaz fotoğraf her şeyi nötralize ediyor, renkler gidiyor, başka ilişkilere bakıyorsunuz artık. Aynı noktadan çekim yaparken geniş açıdan teleobjektife geçtiğinizde bambaşka “gerçeklik”ler çıkıyor ortaya, sırf bu basit nedenlerden dolayı fotoğraf zaten birebir gerçekliği yansıtamaz. Tekniğe girmişken, fotoğraflarda çok fazla renk ve derinlik görüyoruz, bunların üzerinde teknik bir düzeltme var mı? Mesela davetiyede yer alan Karabük Demir Çelik Fabrikası fotoğrafında, ki çektiğimde görece puslu bir hava vardı, satürasyon (renk doygunluğu) artırımı var. Diğerlerinde de benzer doygunluk artırımı işlemleri yapıldı ama hepsinde değil Fakat bu işlemler konvansiyonel fotoğrafçılıkta, örneğin hava kapalı olduğu zaman turuncu filtre kullanmaya karşılık geliyor ve bunu dijital yöntemle yapmak konusunda içim çok rahat. Aynı şey, hiç farkı yok bence. Fotoğraflarımda renk doygunlaştırması dışında dijital manipülasyon. Bunlar zaten karanlık odada, konvansiyonel diaların kitaba basılma aşamasında da yapılan “adetten” şeyler. Başka sergileriniz de oldu daha önce. Bu sergi fikri nasıl oluştu? Bu çalışmanıza sergi amaçlı mı başladınız yoksa elinizdeki malzeme biriktiğinde mi sergi açmaya karar verdiniz? Eskiden açtığım bazı sergilerde tema belirlemeden “eldeki fotoğrafik birikimi nasıl değerlendirebilirim” yöntemi ile içerik oluşturduğum oldu, çoğumuzun başlarda yaptığı gibi. Sonra yavaş yavaş çağdaş aktarım biçimleri çerçevesinde bunun çok da doğru olmadığını görmeye başladım. Bu sergide tamamen bu iş için yola çıktım, yukarı katta yer alan mozaik hariç fotoğrafların tümü sadece bu proje için çekildi, bunun için yola çıkıldı bunun için izinler alındı ve bunun için destek aldım Garanti Galeri’den, Sabancı Üniversitesi’nden. Serginizde endüstri estetiğinden faydalanıyorsunuz, endüstri estetiğini detaylandırıyorsunuz, endüstri yapılarının amacına uygun olarak yapıldığından bahsediyorsunuz, bunu biraz daha açabilir misiniz? Endüstri yapılarında bir içtenlik, yalınlık; her ne kadar karmaşık gibi dursa da sadece olmaları gerektiği kadar tasarlandıkları için bir sahicilik var. Ben çocukluktan beri çok heyecan duyarım bu yapıların yanından geçerken. Halbuki bizde endüstri yapıları genelde çirkin, kirli, dışlanması gereken, ‘bu neden burada duruyor ki’ şeklinde tepki gösterilen bir yapı grubudur. Çok ilginçtir, serginin ilk günlerinde galeride rastladığım 4-5 kişi, “bu yapılar Türkiye’de değil herhalde” diye yorum yaptı. Gurur duyulacak temizlikte ve düzende bazı tesisler var, onları görünce bir türlü yakıştıramadı insanlar Türkiye’ye. Aslında ben biraz da bu kanıyı değiştirmeye çalışıyorum. Endüstri yapısı sevilebilir, endüstri bizimle birlikte yaşayabilir (İnsan sağlığını tehdit etmedikçe tabi). Zaten hayatımızın altyapısını endüstri oluşturuyor; soframıza gelen her şey, tutunduğumuz, üzerinde yürüdüğümüz, bu mekanı aydınlatan ışıklar, ışıkları tutan raylar, hepsi endüstri ürünü. Ürettikleri itibariyle endüstri zaten çok yakın bize, ben biraz daha yakınlaştırmaya çalışıyorum. Amacına uygun yapılmış yapılar sadece endüstri yapıları mı sizce? Bundan sonra bu sergi yine endüstri yapıları üzerine geliştirilebilir mi yoksa düşündüğünüz farklı temalı sergiler var mı? Bu sergiyi yurtdışına göndermeyi düşünüyorum. Birkaç adet gidemediğim ve içimde kalan yer var, yurtdışına gönderirken belki 3-5 bina daha ekleyeceğim seriye. Onun dışında genel olarak, olağan şeylerden hoşlanma durumu var bende. Her şey o kadar olağandışılaştırıldı ki bu aralar artık olağan şeyler olağandışı durmaya başladı. Bende olağan şeylere karşı bir ilgi zaten vardı, kastettiğim olguyla daha da pekişti. İlerde yapacaklarıma bir üst başlık düşünüyorum “Olağan Şeyler” diye. Bu üst başlığın alt serilerini; “Olağan Şeyler: Merdiven”, “Olağan Şeyler: Tünel” gibi, çevremizde olan ama bir türlü dikkatimizi çekememiş şeylere odaklatmak istiyorum. Bu sergiyi de da aslında bu üst başlığın parçası yapmak isterdim ama galeri konseptiyle uygun düşmezdi. Mimarlık için fotoğrafın önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?. Ara Güler’in yaptığı belgeleme gibi mimarlıkta da fotoğrafın belgeleme işlevi var. Bir bina eski fotoğraflarına bakılarak yeniden inşa edilebiliyor örneğin. Fotoğraf binanın sureti, herkesin gezme şansı bulamadığı bir yapı başkalarına fotoğraf yoluyla ulaşmak durumunda. O yüzden mimari fotoğrafın da olabildiğince o işe uygun biçimde yapılması ve o şekilde var olması lazım. Tarihi fotoğraflarla yazıyorsunuz ve bu yüzden fotoğrafın gerçekliği temsil etmediği olgusu bu aşamada çok önem kazanıyor. Fotoğraf çeken kişinin anlatmak istediğini anlatır genellikle; çok nesnel bir fotoğrafın çekilebileceğine inanmıyorum, çekilse bile yorumları nesnel olmayacaktır. Bir intihar bombacısının farklı niyetlerle çekilmiş iki ayrı fotoğrafı iki ayrı biçimde yorumlanacaktır. Bazıları terör bazıları özgürlük savaşı diyecektir. Mimarlığın fotoğraflanmasına dönecek olursak, mimarlık fotoğrafsız yapamaz diyemem ama fotoğraf mimarlığın çok önemli bir parçası. Bir önceki Zaha Hadid sergisinde çok güzel fotoğraflar vardı. Kağıt mimarisi aşamasını aşıp tasarım eylemini fizikselliğe dönüştürmüş Zaha Hadid’in yeni işlerinin fotoğrafları sayesinde “beni de buraya bıraksalar da ben de fotoğraf çeksem” şeklinde bir heyecan duydum. Fotoğraf üzerinden binayı beğeniyorsunuz ve tekrar fotoğraf çekmek istiyorsunuz, böyle enteresan bir ilişkisi var mimarlık ve fotoğrafın. Sevdirebiliyor yapıyı. Evet Nefret de ettirebiliyor... Doğru, içinde çok güzel zamanlar geçirebileceğiniz bir yapıyı doğru dürüst fotoğraflanmadığı için sevemeyebilirsiniz. Özellikle mimari dergi ve kitaplarda yayınlanan fotoğrafların genel bir anlayışı var aslında, yalın bir şekilde o mekanların gerçekliğini aktarmak. Mesela o fotoğrafların çoğunda o mekanı kullanan insanları göremezsiniz, özellikle konut türü yapılarda, siz bunu doğru buluyor musunuz? Bir kere teknik açıdan insan dahil etmenin şöyle bir tarafı vardır, ölçek verir size. Zaha Hadid’in bina fotoğraflarında insan çok ustalıklı bir şekilde kullanılmıştı mesela. İnsan mimari mekanı bozmayacak şekilde dahil edilmişti, hem ölçeği hissedebiliyor hem de hayat belirtisi algılıyordunuz. Bence insan usturuplu bir şekilde kullanılmalı, fakat insan ezbere bir şekilde dahil ediliyorsa bazı tehlikeleri olabiliyor. İnsan o kadar hayatın merkezinde bir varlık ki -ben o derece merkezde olması gerektiğini düşünmüyorum- insanın odakta olduğu fotoğrafın çekildiği mekanın tüm hikayesi, niteliği değişiveriyor. O yüzden Zaha Hadid sergisi fotoğraflarında çok başarılı buldum ben insan kullanımını. İnsan var ama yok gibi, iyice arka planda ve mekanı kendi başına bırakıyor. Eşzamanlı olarak “Yemen Fotoğrafları” serginiz de Galata Fotoğrafhanesi’nde açıldı. O da aslında bambaşka bir şey üzerine kurulu. Çok başka, o tamamıyla insan üzerine… İki sergiyi bağdaştırabileceğiniz ortak bir nokta var mı yoksa birbirlerinden tamamen farklılar mı? Ben siyah-beyaz çok sık çalışmıyorum, Yemen’ deki çalışmamı endüstri serisinden daha belgesel nitelikli görüyorum. Yemen beni çok etkilemişti; çok sahici ve yalın bir yerdi, bunu aktarmak ihtiyacı duydum. Bu sahicilik ve yalınlık kavramları iki sergiyi yakınlaştırıyor aslında ama ifade biçimleri bambaşka, Yemen fotoğraflarında çok daha fazla insan var ve fotoğraflar siyah beyaz. Birçok sergi görüyoruz son zamanlarda, mimari fotoğraf sergileri de düzenleniyor. Sizin fotoğraflarınız bunlardan farklılığıyla ön plana çıkıyor Belki de farklı teknikler kullandığım için farklı geliyor olabilir. Sonuçta bunlar önceden tasarladığınız şeyler, tasarlanarak yapılmış şeyler olsa gerek. Doğru öyle, bir mekana girince 2-3 dakika içinde oluveriyor her şey, kafamda zaten bir ön-görsellik oluştuğu için “hah, tamam!” diyorum ve fotoğrafı çekiyorum. Sürecin bu şekilde işlemesi de daha doğru diye düşünüyorum. Fotoğrafa merak sardığınızdan beri örnek aldığınız fotoğrafçılar var mı? Var tabi. Şöyle, örnek alışımı olabildiğince fotoğrafı kullanış düzeyinde gerçekleştirmeye çalışıyorum, stilistik bir örnek alma beni rahatsız eder. İşine saygı duyduğum bir çok fotoğrafçı sayabilirim, tek bir isim verdiğinizde ise insanlar sizi o kişinin “yolundan gitmiş” gibi algılıyorlar. Genellikle fotoğrafçı fotoğrafı nasıl bir ifade aracı olarak kullanıyor ona bakıyorum. Yeni bazı fotoğrafçıların çok etkileyici işleri olduğunu düşünüyorum, insana heyecan veren. Bir veya üç değil, onüç onbeş kişi kadar var, o yüzden isim vermeyeyim şimdi. Tebrik ederiz, elinize sağlık. Çalışmalarınızda başarılar dileriz. Teşekkürler. Röportaj: Deniz Türkeri ve Sena Özfiliz


http://www.yapi.com.tr/haberler/murat-germenle-fotograf-ve-mimarlik-uzerine-bir-soylesi_95253.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!