Ertuğ&Kocabıyık Yayınları’ndan müthiş bir yeni yıl
armağanı: Ahmet Ertuğ’un çektiği harika fotoğraflar ve
Michael Forsyth’ın kaleminden tarihi opera
evleri. Önceki yıllarda yine aynı yayınlardan sayısı 25’i aşan Bizans
ve Osmanlı uygarlıklarına ait kitaplar hazırlanmıştı. Geçen yıl dünyanın tarihi
kütüphanelerini tanıtan “Bilginin Tapınakları” ortaya çıktı.
Böylece Ertuğ&Kocabıyık kitapları bu topraklardan sonra evrensel değerlere
uzandılar. Bu yıl basılan “Müziğin Sarayları” (Palaces of
Music) da öncekiler gibi mekânları insansız yansıtıyor. Mekânlar
fotoğraf sanatının incelikleriyle kendilerini anlatıyor. Avrupa opera
binalarının tarihçesi, kent içindeki sosyal işlevi, müziksel özelliklere göre
inşa edilişi, tarihe adı geçen opera mimarları, dönemlere göre değişen opera
mimarisi anlatılmış.
Müzik tarihinde opera evlerinin toplumsal işlevleri çok ayrıcalıklıdır.
Bulundukları kentin kalbi oldukları kadar, o yörenin ve o çağın mimari
özelliklerini yansıtan tarihi simgelerdir. Opera evlerini yönetenler de tarihe
geçmiş kişilerdir. Büyük bestecilere opera ısmarlayarak onların yaşamlarında ve
müzik tarihinin sayfalarında önem kazanmışlardır. Müziğin Sarayları’nda kimi
opera evi için özel olarak yazılan ve ilk kez o binada yaşama kavuşan opera
yapıtlarına da değinilmiş. Örneğin Napoli’deki San Carlo
Tiyatrosu’nda Rossini’nin ve Donizetti’nin nice operası ilk kez
sahnelenmiş. Mozart’ın Idomeneo’su ilk kez Münih’teki
Rezidenztheater’de oynamış. La Scala’da birçok
Verdi operasının ilk temsili yapılmış. Ayakta kalan en eski opera evi Rönesans
zamanından Vicenza Operası (1585). Doğal ki nice onarımlardan
sonra. Zaten Avrupa’nın tarihi opera evlerinin pek çoğu savaşlarda harap olmuş
ve zaman içinde aslına bağlı kalınarak onarılmış.
Kitabın büyük sayfalarını çevirirken Paris’te Palais Garnier, Bayreuth’ta
Wagner’in yaptırdığı Festspielhaus, Barcelona’da Liceu, Bordo’da Büyük Tiyatro
binası, Lizbon’da San Carlo, Venedik’te La Fenice, İsveç’te Drottingholm Saray
Tiyatrosu, Versay Saray Operası ve daha niceleri sizi binalarının içine konuk
ediyor. Bu büyük binaların yanı sıra sadece 90-100 kişilik mücevher kutuları da
var: Örneğin Bolonya’daki Teatro Comunale, Versay Sarayı’nın içindeki Marie
Antoinette Özel Tiyatrosu gibi.
Görkemli sahneleri, gözünüzü alamadığınız tavan süslemeleri, zamanın
işçiliğini yansıtan heykelleri, kristal avizeleri, altın işlemeleri, atlas
duvarları, melekten aplikleriyle yalnız salonlar değil, binaların girişleri,
koridorları, aydınlanma mekânlarıyla da tarihi opera evleri görüntülenmiş.
Kitabın sonunda Lyon, Valencia ve Norveç’teki opera evlerinde çağımızın yeni
sanatıyla tanışıyoruz. Kentlerin opera evleriyle özdeşleştiğini bir kez daha
görüyorsunuz. Ve bir opera binası dahi olmayan İstanbul için gözyaşı
döküyorsunuz.
“Müziğin Sarayları”nda çıplak gözle dikkat etmediğimiz nice ayrıntı bizi
başka dünyalara taşıyor. www.palacesofmusic.com
sitesinden girip, Bizet’nin İnci Avcıları Operası’nın eşliğinde bu anıtsal
mekânları gezebilirsiniz.
|