Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.

Prof. Dr. Görgülü: “Afet Riski Dışındaki Yaşanabilirlik Ölçütleri de Önemli”

Son dönemde ülke genelinde birçok bölgede gerçekleşen küçük depremler, bize “deprem gerçeği”ni bir kez daha hatırlattı. Peki, şehirlerimiz depreme ne kadar hazır? 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü dolayısıyla konunun uzmanlarına sorduk. İşte Prof. Dr. Zekai Görgülü’nün konuyla ilgili yorumları…

yapi.com.tr
Prof. Dr. Görgülü: “Afet Riski Dışındaki Yaşanabilirlik Ölçütleri de Önemli”

Türkiye, jeolojik yapısı, topoğrafyası ve iklim özellikleri nedeniyle, başta depremler olmak üzere, insanlar için afet sonucu doğuran tüm tehlike ve tehditlerle sık sık karşılaşmış deprem ve diğer afetlerle baş edebilme konusunda Cumhuriyet döneminden bu yana önemli deneyimler yaşamış ve biriktirmiş bir ülkedir. Ancak, 1950’li yıllardan sonra yaşanan hızlı göç, denetimsiz/plansız kentleşme ve yapılaşmanın yanı sıra, hızla gelişen sanayi süreçleri, ülkemiz kentlerinin başta depremler olmak üzere tüm doğal, teknolojik, çevresel ve insan kaynaklı tehlikelere karşı dirençsiz ve savunmasız bir biçimde büyümesine neden olmuştur.

Kişiden kişiye yayılarak gelişen ortak akıl üretme yeteneğini, sonrasında ise ona eklemlenen planlama disiplinini ve giderek insanı yok saymamayı sorgulatan böylesi bir büyüme, kentlerin dönüşümü olgusu içinde ele alınarak yorumlanmayı ve değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu kapsamda planlamanın da bir gereksinme olarak devreye girmesi ile birlikte kentlerin dönüşümünün yalnızca “doğal” bir süreç olarak değil, yanı sıra bir “müdahale alanı” olarak da ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Bir müdahale alanı olarak kentlerin özellikle saçaklanmaya dayalı büyümeyi öne çıkaran dönüşüm sürecinin ağırlıkla 20.yüzyıl kentlerinin önemli bir tartışma konusu ve sorunu haline geldiği bilinmektedir. Batı kentlerinde sanayileşme sonrasında yaşanan dönüşümler, kentsel yeniden yapılanma hareketlerinin nedenlerinden başlıcasıdır. Yanı sıra bu hareketler yalnızca kent merkezi ile sınırlı kalmayıp, çeperi ile birlikte tüm kentsel mekanın yeniden organizasyonu ve üretimini anlatır olmuştur.

Söz konusu süreçlerin batı uygulamaları ile eş zamanlı ve benzer biçimde gerçekleşmemiş olması, öte yandan sıklıkla siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerle sekteye/kesintiye uğraması bu bağlamda ülkemizde olup bitenleri daha özel kılmaktadır. Örneğin, başlarken de değindiğim 1950’lerden günümüze niteliği ile niceliğini dönemlerle ifade ettiğimiz göç-kentleşme-sanayileşme sarmalı özellikle büyük kentlerimizde kalıcı sorunlara neden olmuştur. Bu süreç kentlerin dönüşümünü başta fiziksel mekan olmak üzere, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel mekan açısından bir yandan tetiklemiş, bir yandan da güçlendirmiştir. Bu kapsamda ülkemiz kentlerinin son 60-65 yıl içinde üç kez büyük dönüşüm süreci yaşadığını söyleyebilir ve bunları; hızlı kentleşme (1.Dönem 1950-1980), büyük dönüşüm (2.Dönem 1980-2000) ve afet riskli dönüşüm (3.Dönem 2000-günümüz) biçiminde adlandırabiliriz. Konumuz gereği 3. dönemi biraz ayrıntılandırdığımızda, 1990’lı yılların ikinci yarısında gayrimenkul ile finans sektörünün buluştuğu bu dönemi; ağırlıkla 1999 Büyük Marmara Depremi ardından “kentsel dönüşüm” kavramının yıldızlaştırıldığı yıllar olarak betimleyebiliriz”. Bu dönemde “deprem odaklı” bir afet riski gerekçesiyle günümüzde durgunluğu zirve yapmış olan inşaat sektörü kutsanmış ve kamu-özel ortaklığı eliyle başta büyük kentlerimiz olmak üzere hemen hemen tüm kentlerde parsel, ada ve mahalle ölçeğinde büyük bir yık-yap süreci başlatılmıştır. Kısaca, “afet riskli dönüşüm” dönemi deprem ve afet korkusunu gayrimenkul eksenli bir sermaye birikim sürecine indirgeyen, kentsel toprağı bu birikimin en önemli aracı olarak gören, bağlamında planlı olmayı, planlamayı zayıflatarak talebe dayalı imar haklarını veren/dağıtan belgelere “parçacıl plan” diyen ve planlamada kamusal yarar ilkesini çokça tartışılır hale getiren, kentte deprem toplanma alanlarından diğer donatı alanlarına kadar kamusal alanları azaltan ve de bu anlamda kentsel bütünlüğü yok etmeye başlayan bir dönemi anlatmaktadır.

Oysa üzerinden 20 yıl geçmiş olan 1999 depremi sonrası ne yapılmalı sorusunun yanıtı, öncelikle afet risklerinin azaltılmasına yönelik ülkesel politikaların oluşturulması ve uygulanmaya konulması ile verilmeliydi. Bunlar neler olmalı? Konusu bir genelleme ile,

• Ülkenin gelişmişlik düzeyinin artırılması,

• Dengeli gelir dağılımının sağlanması,

• Bölgelerarası dengesizliğin azaltılması,

• Kentlere göçün azaltılması veya yavaşlatılması,

• Afetin ekonomik etkilerinin değerlendirilmesi,

• Kaynakların optimum kullanımın sağlanması,

• Yapı malzemeleri politikasında afet faktörünün dikkate alınması,

• Ülkenin afet özelliklerinin ayrıntıda incelenmesi ve envanterin çıkarılması,

• Halk eğitimi ve örgütlenmesinde standartların geliştirilmesi, hedef kitlelere yaygın olarak ulaşılması, eğitim verilen kitlelerin aktif katılımının sağlanması, halk eğitiminde görev alacak eğitmenlerin eğitilmesi ve eğitim materyallerinde standartların geliştirilmesi,

ana başlıklarında ele alınabilirdi, alınmalıdır.

Elbette bu maddelerin hayata aktarılması bir yandan zaman gereksinme duyarken, bir yandan da yönetim(ler); özellikle 3. dönüşüm sürecinin anlayışını ortadan kaldıran yeni bir ekonomik ve siyasi anlayışı ikame etmek ile görevlendirmektedir. Yapılmaması, geç de olsa başlanılmaması hali özellikle deprem adına bir yandan hiç de hazır olmadığımızı ortaya koyarken, bir yandan da bu günkü ürkütücü çaresizlik/bekleyiş ile eş anlamlı olacaktır.

Dolayısıyla ülkemizin yeni bir planlama sistemine ivedilikle gereksinmesi vardır. Bu sistem ve ona dayalı düzenlemeler elbette depreme, diğer afetlere karşı kent ve imar planlamaya sorumluluk verecektir. Ancak bu gereksinme yalnızca afet odaklı olamaz. Çünkü kentlerimiz afet riskinin yanı sıra diğer yaşanabilirlik ölçütleri bağlamında da sorunlu bir fizik mekan yapısına sahiptir ve bu sorunların aşılması artık yukarıda da değinildiği gibi zorunluluk ötesi bir durumu anlatmaktadır. Artık afet risk ve etkilerine karşı 90’lı yıllarda batı ülkelerinde bir politika değişikliği olarak başlayan ve çoğu kentlerinde hazırlanmış olan ve bizde de sınırlı, benzer örnekleri görülen “afet master planı” anlayışını kentin bütünsel  planları ile örtüştürerek yaygınlaştırmak ve uygulamaya sokmak gerekmektedir. Yeri gelmişken vurgulamak isterim ki, İstanbul böyle bir plana sahiptir. 2003 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve İstanbul Teknik, Orta Doğu Teknik ve Yıldız Teknik Üniversiteleri ile Boğaziçi Üniversitesinin ortak ürünü olan ve de bu özet görünüşü hazırlarken de yararlanılan “İstanbul Deprem Master Planı” değindiğim benzer örneklerin belki de en önemlisidir. Ancak yaklaşık 17 yıldır akıbeti meçhul! Bu nedenle yeni bir sisteme, insana, kente, planlamaya ve kamu yararına samimiyetle inanan ve bunu hayata aktaran bir siyasi irade beyanına şiddetle gereksinmemiz var.

Bu planın bir imar planı olmadığını ve imar planlarının yerine ikame edilemeyeceği, tersine onların varlığına gereksinme duyacağı, planlama sürecini destekleyip, güçlendireceği farkındalığı içinde olunmalıdır. Yanı sıra afete maruz alanların saptanması ile birlikte bu alanlarda, teknik, hukuki, eğitim ve mali kaynak çalışmaları ile afet yönetimi ve imar uygulamalarına ilişkin gereken planlamaları, bunların program haline getirilmesini, yetki ve yetkililerin belirlenmesini giderek benzeri konulara açıklık getirmesini hedefleyeceği bilinmelidir.

Yönetimler tarafından yapılan ya da yapılması düşünülen çalışmalar açısından mutlak öncelikli olarak gördüğüm ve bir yol haritası niteliği taşıyan afet master planları temelde kent ve/veya il ölçeğinde risk yönetiminin nasıl yapılacağını ortaya koyarken, eyleme yönelik kurgusu ile bünyesinde üç başat etkinliği barındırmak zorundadır. Bunlar; sakınım planı, eylem planı ile araştırma ve etkinlik programları olarak sıralanabilir. Bu çerçevede afet risklerine karşı dayanıklı ve güvenli kentlerin oluşturulması adına “kentsel sakınım planlaması” öne çıkmakta ve kent planlama sistemleri ile bütünleştirilmesi önemsenmektedir. Bu bağlamda mevcut kentsel alanlarda ve yeni gelişme alanlarında uygulanacak kentsel sakınım planlaması ve önlemlerinin tek yapı ölçeğinden kent bütününe kadar bir kapsama sahip olduğu ve elbette fiziksel, sosyal ve ekonomik konularla birlikte geliştirilmesi gerektiği açıktır.

Yararlanılan Kaynaklar
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (2017), “Şehircilik Şurası Komisyon Raporları”, ISNB Yayın No:978-605-5294-80-9, Ankara

• İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İTÜ, ODTÜ, YTÜ, Boğaziçi Üniversitesi (2003), “ İstanbul Deprem Master Planı”, İstanbul 

http://www.yapi.com.tr/haberler/prof-dr-gorgulu-afet-riski-disindaki-yasanabilirlik-olcutleri-de-onemli_175966.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!