www.yapi.com.tr: Biraz sergi öncesi süreçten bahsedebilir misiniz? Sergiyi nasıl oluşturdunuz?
A. KÖKSAL: Bu, uzun yıllardan beri süre gelen bir çalışma. İlk temellerinin 1970'lerde atıldığını söylemem doğru olur. Mekan ekseni üzerinden çok farklı disiplinlere; bir yandan tiyatroya, bir yandan müziğe, bir yandan edebiyata, bir yandan sinemaya uzanan bir düşünsel üretimdi bu. Bu üretim, tiyatro çalışmalarında olduğu gibi, uygulama alanına da yansıyordu. Kısacası, mekansallığı disiplinlerarası bir bağlamda ele almam 1970'lere dek uzanır. Özellikle müzik konusunda bunu derinleştirmem ise, son 10 yıla rastlar. Elbette bir tesadüf değil bu. Mekansallığın, doğrudan doğruya 1950 sonrası Batı müziğinde belirleyici paradigma konumunda olması, bu derinleşmenin nedenlerinden birisi oldu. Bir yandan o mekansallık eksenini farklı disiplinlerde yakalarken, özellikle müzikte bunun son derece belirleyici bir anlam taşıdığı da ortaya çıkıyordu. O yüzden, 1950 sonrası, üretim bağlamında bir derinleşme oldu. O çalışmanın sonuçları, son 10 yılda farklı biçimlerde ortaya çıktı. Üç konferans, iki üniversitede seminer, bunların yanı sıra Açık Radyo'da 28 programlık bir seri gerçekleşti. Bütün bu çalışmaların sonucunu, ortaya çıkan toplamı bir sergide değerlendirme düşüncesi belirdi. Aslında böyle bir sergi, her yerde açılabilecek bir sergi değildi. Doğrusu, Garanti Galeri olmasaydı, benim bu çalışmayı sergiye dönüştürme düşüncem de olmazdı açıkçası. Bunun biraz üzerinde durmak istiyorum; Garanti Galeri, İstanbul'un kültür yaşamına katılmış çok önemli bir boyut. Hem mimarlıktan tasarımın diğer disiplinlerine kadar uzanan, hem de bu sergide olduğu gibi müziğe kadar da gidebilen çok spesifik alanlarda sergi açılabilecek bir alan. Hem bu tip sergileri kabul edebilen, bünyesine alabilen; hem de, bu tip sergilerin gerçekten doğru bir şekilde kendi anlamlarına kavuşabildiği, ortaya çıkabildiği bir mekan Garanti Galeri. Benim de, mekansal müzikler üzerine yaptığım çalışmayı bir sergiye dönüştürme istememin sebebi, bizatihi Garanti Galeri'nin kendisidir.
www.yapi.com.tr: Neden müzik ve mekansallık?
A. KÖKSAL: Müzik, mekansaldır. Bir yandan zamansal bir gerçeklik taşır, bir yandan da mekansal bir sanattır. Öğelerin mekan içerisinde eşzamanlılık imkanı taşıdığı üretim alanlarından birisi müzik. O nedenle, müziğin bu özelliğini, yani mekansallığını kullanan yapıtlar hep varolmuş. Müziğe içkin bir özellik bu, müziğe dışarıdan taşınan bir özellik değil. Aslında, bir davul ve bir zurnayı biraraya getirdiğiniz zaman da mekansallık ortaya çıkıyor. Her ikisi de eşzamanlı olarak o mekansal bağlamı, iki ayrı ses kaynağının eşzamanlı varoluşu ile kullanıyor. Burada hassas olan nokta şu: Müziğe içkin olan bu özelliği kompozitörlerin kullanması nasıl ortaya çıkıyor. İşte bu noktada, bilinçli bir kullanımdan söz etmek gerekiyor artık. Bunu da, 17. yüzyıldan beri çeşitli kompozitörlerin üretiminde görüyoruz. Doğrudan mekansallık özelliğini kullanma amaçlı olmasa bile, Barok döneminin çok korolu ya da çok orkestralı yapıtlarında da görüyoruz. Bunlar, elbette Batı müziğinin gelişimini belirleyen örnekler; ancak, bir kısmı da çok tekil çalışmalar.
www.yapi.com.tr: Moderniteye özellikle vurgu yapıyorsunuz.
A. KÖKSAL: Geleneksel dünyada seyirlik oyunların nasıl olduğunu biliriz. Orada mekansal bir parçalanma yoktur. Geleneksel dünyanın çözülmesi ile birlikte, artık sanat üretiminden bahsetmeye, sanat nesnesinden bahsetmeye başlayabiliyoruz. Sanatın nesne olarak varlığı, modernleşme ile birlikte olmuştur. Bu da o nesnenin anlam alanını da değişime uğratıyor. Yani geleneksel dünyada içinde bulunduğu bağlamla anlamlanan sanat nesnesi, artık bağlamdan kopup kendi içinde anlam taşıyan bir nesneye dönüşüyor. Bir tür 'entité' oluyor artık. Bunu her alanda görüyoruz. Resim, bağlamın, yani kilisenin kendi mimarisinin bir parçası olan bir vitray ya da fresko iken, istediğiniz yere taşıyabileceğiniz, bir bağlamdan başka bir bağlama götürebileceğiniz bir çerçeve içine kapanmış bir nesneye dönüşüyor. Benzer şekilde müzik de, dinleti müziği olarak, sahnenin içinde artık kendisinden ayrı olarak dinleyiciyi tanımlayan, ondan bağımsız kendi varlığını sürdüren bir gerçeklik taşımaya başlıyor. Bunun karşılığı, aynen tiyatroda olduğu gibi, mekansal bir parçalanma olarak ortaya çıkıyor. Tiyatroda Rönesans, İtalyan ya da Yanılsama Sahnesi veya Kutu Sahne diye adlandırdığımız o sahnenin içine nasıl kapanıyorsa, dördüncü duvarın gerisinde bir yanılsama dünyasına kendisini nasıl kapatıyorsa, benzer bir şekilde müzik üretimi de öyle içe kapatıyor kendisini. Bu durum, mekansallık olanağının kullanılmasını kısıtlıyor doğal olarak. Sadece o sahnenin içindeki mekansal ilişkileri kullanabilme durumu ortaya çıkıyor. Zaten gördüğümüz 20. yüzyıl öncesi mekansal müzik örnekleri de daha çok bu tür mekansal müzik örnekleri. Sahne mekanı içindeki ilişkiler üzerinden yürüyor. II. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle de '50'ler Modernizmi'nin arkasından gelen değişimle birlikte, artık o 'entité'nin parçalandığını, müzik üretiminde de artık dinleyici ile birlikte bütünün yeniden anlamlandırılmaya doğru gidildiğini ve o bütün içindeki mekansal ilişkilerin de anlam oluşturucu katmanlardan birine dönüştüğünü görüyoruz. Böylece, '50'ler Modernizmi'nin üretiminde mekansal müzikler önemli bir yer taşıyor. Başka bir kopma da, ses endüstrisinin gelişmesi ile ortaya çıkıyor. Artık konsere gitmek gerekmiyor, plağı alıyorsunuz ve mekanı kendi yerinizde yeniden kuruyorsunuz. Ve o mekanda müzik sadece ses kaydı olarak var, bu şekilde müzisyenle olan ilişkinizi de koparmış oluyorsunuz. Mekansal müzikler ise, bu kopuşu yeniden onarıyor. Çünkü eğer dinleyici ile müzisyen birarada olmazsa, mekansal müzik de olamaz. Bu sergideki örnekler, mekansal müziğin ancak bir temsil biçimi, ses ve görüntü kaydı.
www.yapi.com.tr: Müziğin mekansallığının Türkiye'deki yansımaları nasıl oldu?
A. KÖKSAL: Türkiye'deki müzik üretiminde, Batıda olduğu gibi mekansal müzik, mekansallık önemli bir paradigma konumuna gelmiş değil. Ancak, Türk kompozitörlerin yaptığı ve mekansal müzik bağlamına giren çalışmalar da var. Tabii '50'ler Modernizmi'nden bahsedince, '50'ler Modernizmi'nin iki önemli bestecisini anmak gerekiyor: Bülent Arel ve İlhan Usmanbaş. Mekansallığın, Bülent Arel'in üretiminin içinde önemli bir yeri var. Usmanbaş için bunu söylemek zor, ama 1977'de yazdığı çok önemli bir çalışması var: Bas Klarinet x Bas Klarinet.
www.yapi.com.tr: Serginin gördüğü ilgiden memnun musunuz?
A. KÖKSAL: Gördüğüm kadarıyla, çok spesifik bir alanı kucaklayan, genel ilgiye kapalı bir sergi gibi görünmesine rağmen, çok ilgi gören ve izleyicisi ile buluşan bir sergi oldu. Ki, sergiyi izleme biçimi farklı; izleme dinleme ile birleşiyor, daha fazla zaman gerektiriyor, yoğunlaşmanızı bekliyor. Alışık olmadığı yeni bir alanla izleyiciyi tanıştırıyor, hem de onun içinde yoğunlaşmasını istiyor. Bu gibi zorluklar taşımasına rağmen, sergi izleyici ile çok doğrudan yoğun bir ilişki kurabildi. Hem müzik hem de mimari cephesinden oldukça pozitif tepkiler alan bir sergi oldu. Hatta atölye çalışması ile, belki de bundan sonraki üretimlere başlangıç noktası oluşturabilecek bir rol üstlendi. "Mekansal müzik" Batıda da öyle çok bilinen bir kavram değil. Ama, özellikle müzik çevrelerinde üzerinde konuşulan, tartışılan bir kavram. Burada bir nakilden değil, daha çok bu üretime özgün bir katkıdan bahsetmek mümkün. Örneğin, sergide bütünün ana kurgusunu, yapısını oluşturan, serginin taşıdığı kavramsallaştırmayı belirleyen bir tablo var. O tablo, mekansal müzik üretimi için gerçekleşmiş özgün bir tablo. 1950 sonrası mekansal müzik üretimini değerlendiren özgün bir müzikolojik çalışma. Bütün sergi, oradaki sınıflandırmaya ve onun üzerine oturduğu kavramsallaştırmaya dayanıyor.
|