Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.

Hz. İsa'nın Toprağına Minare Gölgesi

İsviçre'de, Belçika'da, İtalya'da, Fransa'da ve daha birçok Avrupa ülkesinde, İslamcılıkla mücadele adı altında Hıristiyan toprakları üzerinde İslam'ın görünür biçimde var olmasına karşı duyulan derin bir tepki dışa vuruluyor

Radikal İKİ
Hz. İsa'nın Toprağına Minare Gölgesi

sviçre’de 29 Kasım’da yapılan halkoylamasının sonucu Avrupa’nın ortasına bir bomba gibi düştü. İsviçre’de çok sık yapılan halk oylamalarına kıyasla yüksek bir katılımla (yüzde 53), seçmenlerin yüzde 57.5’i “Minare yapımı yasaklanmıştır” cümlesine evet oyu verdi. Halbuki geçen yaz İsviçre’nin liberal-milliyetçi partisi Merkezin Demokratik Birliği/İsviçre Halk Partisi (UDC/SVP) halkoylaması için yeterli imzayı topladığında, kimse böyle bir sonuç beklemiyordu. halkoylamasından birkaç hafta önce, kamuoyu araştırma şirketleri evet oylarının yüzde 30, en fazla yüzde 35 olacağını iddia ediyordu. UDC/SVP yöneticileri de yüzde 40-45 evet oyunu büyük bir başarı olarak sunmaya hazırdı.

İsviçre federal hükümeti bu konuda referandum yapılmasına karşı çıkmıştı. Sol partiler ve iş çevreleri hayır oyu kullanılması için çağrı yapmışlardı. UDC/SVP’nin evet kampanyası için bastırdığı afiş, birçok kanton tarafından “halkı kin ve düşmanlığa kışkırttığı” gerekçesiyle yasaklanmıştı. Sonuçta derin İsviçre’nin sesi her şeyi bastırdı.

UDC/SVP’nin amacı böyle bir referandumla “burjuva partileri” içinde kendi pozisyonunu pekiştirmekti. 2007 seçimlerinde oyların yüzde 29’unu alarak, 1999’da elde ettiği İsviçre’nin birinci partisi konumunu koruyan bu sağ popülist parti, 2008’de kendisinden ayrılanların kurduğu Burjuva Demokratik Partisi’nin rekabetini etkisiz kılmak istiyordu. Referandum sonuçları, UDC/SVP’nin geleneksel seçmen tabanını kat be kat aşan bir alana seslenmesini sağladı.

Avrupa sağı mutlu

“Minare inşa etmek yasaklansın” kampanyası Avrupa popülist-liberal, milliyetçi ve aşırı sağ çevrelerde de büyük yankı uyandırdı. Evet kampanyası sırasında kullanılan “minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız, müminler askerimiz” dizelerini başka aşırı sağ hareketler hemen benimsediler. Son seçimlerde ilk kez yüzde 6 oy alarak Avrupa Parlamentosu’na temsilci yollayan ırkçı tınılı Britanya Ulusal Partisi, altında Erdoğan’ın imzasının yer aldığı yukarıdaki dizenin İngilizce çevirisini UDC/SVP’nin afişinin üst tarafına ilave edip İsviçre bayrağı yerine Birleşik Krallık bayrağını koymakta gecikmedi. Afişte İsviçre veya Britanya bayrağı üzerinde yükselen minarelerin Müslüman füzeleri olarak algılanması tasarlanmıştı.
Belçika’da aşırı sağ Flaman partisi, Hollanda’da popülist-ultraliberal Özgürlük Partisi minare yapımını yasaklayan benzer girişimleri parlamento ve yerel meclislerde gündeme getireceklerini söylediler. Avusturya’da Özgürlük Partisi güçlü olduğu bölgelerde bu yasağı uygulatacağını ilan etti. Kuzey Birliği, İtalya’da benzer bir referandum hakkının tanınması için girişim başlattı ve göçmen karşıtı kampanyalarına yeniden hız verdi. Kopenhag’da ise liberal-muhafazakâr hükümeti destekleyen yabancı düşmanı Halk Partisi, solcu belediyenin izin verdiği cami yapımını engellemek için yeniden harekete geçti.
İsviçre’de toplam nüfusun yüzde 4.5’ini oluşturan 400 bin civarında Müslüman yaşıyor. Yüzde 60’ı Balkan ve esas olarak Kosova, yüzde 20’si Türkiye kökenli. Takriben 50 bini ibadetini düzenli yapıyor. Laik ülkeler kökenli bu Müslümanlar, Avrupa’da bulundukları toplumun genel yaşamına en uyumlu Müslüman cemaati olarak tanınıyor. İsviçre’de 150 civarında Müslüman ibadet yeri var. Dört camide de minare. Ayrıca minareden ezan okumak yasak. halkoylamasında en fazla evet oyunun çıktığı kantonlar, Müslüman nüfusun en az olduğu yerler. Buna karşılık, Basel kenti gibi İsviçre’nin en fazla Müslüman yoğunluğunun olduğu bir kantonda yasağa hayır diyenler çoğunlukta. Keza Cenevre ve diğer hayırcı iki kantonda da öyle.



Yaşam tarzı!

İsviçre’deki halkoylamasında minarenin bahane. Sorunun Avrupa’da İslam’ın yeri konusu olduğu açık. Mesele İslam’ın görünür olmasıyla ilgili. İsviçre örneği günümüzde İslam’ın Batı dünyasında nasıl genel bir gelecek korkusuna paratöner işlevi gördüğünü gösteriyor. Yaşam tarzlarının bozulmasından korkan İsviçreliler, bu korkularını kendileri için hiçbir somut tehlikeye işaret etmeyen şeriat endişesiyle dile getiriyorlar. Kız çocuklarının beden eğitimi dersinden muaf tutulmalarını, kadınların ikinci sınıf yurttaş olmasını, kızlara sünnet yapılmasına göz yumulmasını istemediklerini belirtiyorlar. Ama zaten İsviçre’de yasalar bu tür muafiyetlere izin vermiyor.

İsviçre’de, Belçika’da, İtalya’da, Fransa’da ve daha birçok Avrupa ülkesinde, İslamcılıkla mücadele adı altında Hıristiyan toprakları üzerinde İslam’ın görünür biçimde var olmasına karşı duyulan derin bir tepki dışa vuruluyor. Flaman aşırı sağ partisi Vlaamblok’un milletvekili Philippe Dewinter bunu özlü biçimde dile getiriyor: “Bu referandumun sonucu, onların bizim yaşam tarzımıza uyum sağlamaları gerektiğini ifade ediyor. Bizim onlara uyum sağlamamız gerektiğini değil.” Başka yerlerde ise Müslümanların “fazla göze batan işaretlere sahip olmaları nedeniyle” sorun yarattıkları, “kışkırtma sınırına varan davranış ve talepleri” olduğu, gayet masumane bir çehreyle dile getiriliyor.

Bugün benzer bir halkoylaması Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da veya İskandinav ülkelerinde yapılsa sonucun İsviçre’dekinden farklı olmaması ihtimali çok yüksek. Avrupa halkları kimlik bunalımını ve gelecek korkularını İslam üzerinden dile getiriyorlar. Fransa’da Sarkozy’nin başlattığı “ulusal kimlik” tartışmasında bundan böyle İslam bir numaralı tema olacak.

Avrupa’da İslam’ın yerini sorgulamak klasik aşırı sağ ve keskin milliyetçi hareketlerin tekelinden çıkmaya başladı. Bu konu, yeni popülizm olarak da tanımlanan aşırı liberalizm ve kültürel muhafazakârlık karması hareketlerin ana ajitasyon teması haline geldi. UDC/SVP, klasik bir aşırı sağ parti değil. Faşist bir tarihi geçmişi yok. Daha az vergi, daha az kural, daha az devlet müdahalesi, daha az sosyal yardım ve daha çok ‘bireysel özgürlük’ talep ediyor. Bu ultraliberal duruşu, çokkültürlülükle mücadele adı altında katı bir İslam karşıtı politika tamamlıyor. Altını kazıyınca ifade edilenin yitirilen homojen toplum özlemi olduğu görülüyor.

İsviçre gibi dört tane resmi dili ve özerk kantonlarıyla, federalizmin dünyadaki en ileri örneklerinden olan bir toplumda çokkültürlülüğe bu denli tepki duymak ilk başta anlaşılamayabilir. Bu çelişkinin anahtarı, Fransa’da iktidar partisi milletvekillerinden birinin halkoylaması sonrası yaptığı değerlendirmede yatıyor: “Bu ülkede iki tür din vardır: Cumhuriyet’ten önce var olanlar ve ondan sonra gelenler!” Avrupa’da kültürel homojenliğin mayasını artık çok esnek biçimde bir kültür olarak tanımlanmış Hıristiyanlık oluşturuyor.



Avrupa’nın tarihi dinleri teması Avrupa Anayasası tartışmalarında da alevlenmişti. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Hıristiyan demokratlar, Avrupa’nın kültürel kaynaklarını öne çıkarmışlardı. İsviçre’de minare yasağı girişimini, partisinin çoğu yöneticisinin karşı çıkmasına rağmen başlatan Oskar Freysinger, UDC/SVP içinde zenofobi vurgusu güçlü bir “kültürcü” kanadın lideri. Freysinger’in ikinci sloganı ise, “İsviçre istisnası”. Bu istisnanın Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa Birliği’ne üye olmamak, karapara aklama ve vergi kaçakçılığı merkezi olmak gibi özelliklere dayandığını hatırlatalım. AİHM’in referandum sonuçlarını iptal etme olasılığına karşı, UDC/SVP genel sekreteri, “İsviçre’nin demokratik geleneklerini tartışma konusu yapan uluslararası anlaşmaların bu durumda iptal edilmesi gerektiğini” söyledi.

İsviçre’deki bu yeni popülist akım, Hollanda’daki ultraliberal Özgürlükler Partisi’ne bazı açılardan çok benziyor. Ya da Avusturya’da Özgürlük Partisi’ne. Hollanda’da Geert Wilders, eşcinsel haklarının korunması için İslam’la mücadele etmek gerektiğini savunuyor. Geleneksel siyasal elitin, devlet bürokrasisinin ve aydınların halkı anlamadığı ve dinlemediğini, halkın endişelerini paylaşmadığını iddia etmek de bu popülist söylemin evrensel teması. İsviçre’de halkoylamasının sonucunun bir sürpriz olması bu temayı daha da güçlendiriyor.
Bu yaşam tarzı korkusunun arkasında neoliberal politikaların aşındırdığı sosyal devlet olanaklarını yeni gelenlerle paylaşmak endişesi de var. Eskisi gibi vasıfsız kol emeğine ihtiyaç duyulmaması da bir etmen. Ama bütün bunlar Avrupa’da Müslümanların daha fazla görünür hale gelmesinden Avrupalıların önemli bir bölümünün rahatsız olmasını izah etmeye yetmiyor.

Minare tartışmaları özünde Avrupa’da İslam’ın yabancı veya göçmen konumundan yerli ve yerleşik olmaya geçmesinin sancılarının dışavurumu. Yaşlı kıtanın tarihsel kültür varlığı olarak kabul ettiği, üzerine kilisenin çan kulesinin gölgesinin düştüğü köy manzarasının yerine minareli bir görüntünün almasından duyulan endişe bu. Minarenin gölgesinin üzerine düştüğü yerin İslam toprağı olduğunu iddia edenler de bu endişeyi körüklemekten geri kalmıyorlar. Hele Türkiye gibi, laiklik şampiyonu bir devlette cami dışında ibadet yeri açılmasına karşı gösterilen kadim bürokratik ve toplumsal direnişe bakınca, esas sorun Hıristiyanlık veya İslam’da değil, çoğunluk kültürünün azınlık olan üzerinde karar verme hakkının sınırları nelerdir sorusunda düğümleniyor.

http://www.yapi.com.tr/haberler/hz-isanin-topragina-minare-golgesi_74813.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!