Türkiye’nin uluslararası bilim arenasında yüzünü güldüren alan
arkeolojidir. Bunun da nedeni Türkiye’nin sahip olduğu
benzersiz tarihsel, kültürel ve dinsel miras zenginliğidir. Bu zenginlikle
ilgili bilimsel araştırmaları irdelemek amacıyla her yıl “uluslararası
arkeoloji, araştırma ve arkeometri çalıştayı” düzenleniyor. Çalıştayın
32.’si bu yıl, Türkiye’de bu alanda çeşitli dallarda çalışan ve 13 ülkeden gelen
bilim insanlarının katılımı ile İstanbul’da yapıldı.
Eskiden Türkiye’de yabancı kazılar, örneğin “Efes” Avusturya, “Bergama”
Almanya, “Gordion” ABD, “Çatalhöyük” İngiliz kazı heyetlerinin egemenliklerini
taşırlardı. Günümüz Türkiyesi’nde artık “ulusal” değil “uluslararası-küresel”
heyetlerden söz ediliyor.
Örneğin Denizli’de Hierapolis kazısında İtalyan başkanın
şemsiyesi altında kalabalık bir Norveç grubu; Çatalhöyük’te
İngiliz başkanın yönetiminde Polonya, Yunan; Türk kazılarında İngiliz
arkeologlar da tarihi kazıyorlar, araştırıyorlar, onarıyorlar, sergiliyorlar. Bu
örnekler elbette arttırılabilir. Çalıştayın kapanış konuşmasını yabancı
arkeologlar adına yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Feliks
Pirson’un şu sözlerine katılmamak olanaksız:
“Çalıştayda tasarımlar arası olumlu birliktelikler oluşmakta, karşılıklı
bilgi alışverişi ve işbirliği ile çalışma yöntemlerinde düzeltmeler
sağlanabilmektedir. Sonuçta kazanan, arkeoloji bilimleri ve dünya kültür
mirasının önemli bir bölümünü kapsayan, Türkiye’nin kültür mirası oluyor.
Uluslararası arkeoloji, bu bilgi alışverişinin sağlanması ve gereken idari
çerçevenin yaratılmasından ötürü, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve özellikle Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na teşekkür borçludur.
Ayrıca bu yılki çalıştay, araştırma tasarımlarında da uluslararası
ortaklıkların arttığını belirgin olarak göstermiştir. Bunun nedeni sadece
siyasal ve stratejik düşünceler değildir. Her şeyden önce, uluslararası
uzmanları kendi tasarımları ile bütünleştirme çabasıdır. Bu sürecin sonunda -ki
bana göre bu durum oldukça gelişmiştir ve başka bir seçeneği de yoktur- bilimsel
bir girişim, artık, temelde bir Türk, Amerikan, İtalyan ya da Alman kazısı
olarak değil, tam tersi, uluslararası kimliklere sahip özel bir tasarım olarak
algılanmalıdır.”
Gerçekten, çeşitli ülkelere dağılmış değişik bilgi birikimlerinin bir çatı
altında toplanması ile Türkiye arkeolojisi ve insanlık tarihi kazançlı çıkıyor.
Bence 32. çalıştayın en önemli sonucu, uluslararası yapılanmada sağlanan
gelişmedir.
Yabancı Arkeologlar Kaygılı!
Bu olumlu gelişmeye karşılık Kültür ve Turizm Bakanlığı,
yabancı kazı heyetlerinin çalışmalarıyla ilgili önümüzdeki kazı mevsimi için
tepki çeken bazı önemli önkoşullar koydu. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü O. Murat Süslü’nün de açış konuşmasında vurguladığı bu
koşullara bir göz atalım.
1. Yabancı kazı başkanına ek olarak bir “Türk eşbaşkanı” gerekecek. 2.
Kazılar dört ay sürecek. 3. Yabancı kazıların finansmanı için erken bir
tarihte güvence verilecek. 4. Yabancı kazı bildirileri Türkçeye de
çevrilecek.
Son madde gerçekten gecikmiş bir koşuldu. Bakanlık kazı, araştırma ve
arkeometri bildirilerini her yıl cilt sayısını arttırarak özenle, azimle
yayımlamayı sürdürüyor. Türkçeleri de eklenince bu ciltlerin artacağını göze
alması, Kültür Bakanlığı için kutlanacak bir karardır. Böylece, Türk öğretim
üyelerinin, öğrencilerinin ve müzecilerin farklı dillerdeki yabancı kazı
çalışmalarını kendi dillerinde okuyup öğrenmelerine önemli katkı sağlanacağı
kuşkusuzdur.
Ancak ilk üç koşul, yabancı ve hatta Türk arkeologlarının tepkilerini
çekiyor. Pirson, bu yaz ilk kez uygulanacak olan “Türk eşbaşkan” yönergesine
“biraz şüphe ile baktığını” söyleyerek “Tıpkı bir aşk ilişkisi gibi, verimli bir
bilimsel işbirliğinin de karşılıklı anlaşma olmadan oluşamayacağını”
anımsattı!
Türk Arkeologlar Derneği de kapanışta yayımladığı bir
bildiride yabancı meslektaşlarına şu sözler ile destek verdi:
“Yüz yılı aşkın bir sürece sahip köklü bir arkeoloji geleneğinin bulunduğu
ülkemizde son aylarda gündeme gelen eşbaşkanlık ya da başkan yardımcılığı
uygulamalarının Türkiye arkeolojisinin geleceği için büyük tehlike oluşturacağı
çok açıktır. Türkiye arkeolojisinin saygınlığına zarar verecek bu uygulamanın
birçok yerli ya da yabancı meslektaşımızı endişelendirdiği gibi şimdiden
bilimsel etikle örtüşmeyen sonuçlar verdiği görülmektedir. Bu konunun yeniden
gözden geçirilmesi, özellikle Türk arkeologlarının mesleki gurur ve etik bir
bilimsel rekabet ortamı sayesinde kazanılan uluslararası düzeyin korunması
açısından önem taşımaktadır.”
Pirson’un “aşk ilişkisi” benzerliği ile “yetki çatışması” olgusuna dikkati
çekerken derneğin “etik” ve “gurur” bağlantılı sözlerinin altını kazıdığımda
karşıma “kukla eşbaşkanlık” kavramının çıktığını gördüm. Âdet yerini bulsun diye
rastgele bir arkeoloğa yapılan eşbaşkanlık önerisine karşılık, “Beni Almanya’ya
davet edersen, beni ABD’ye götürürsen” gibilerden “ahlaki olmayan” isteklerin
şimdiden devreye girdiğini saptadım.
Ayrıca, çalıştayda konuşan Türk arkeologları bile kazılara gönderilen
“bakanlık temsilcilerinden” sıkça ve şiddetle söz ettiler. Hatta “aile
sorunlarını” kazıya taşıyan, “ruhsal bozukluğu” olan, “diktatör” gibi davranan
temsilcilerden yakındılar.
Eskiden kazılara Osmanlı uzantısı olarak “komiser” denilen temsilciler
gönderilirdi. Amaç, yabancı arkeologların eser kaçırmalarını (!) önlemekti.
Sonra bu kavram güzel bir davranışla değiştirildi, “bakanlık temsilcisi”
yapıldı. Amaç, ister Türk, ister yabancı kazıda ortaya çıkacak sorunları; ister
yerel yönetimler, ister bakanlık düzeyinde çözümleyecek, kazının olağan bilimsel
koşullarda sürmesini sağlayacak bir “sorun çözücülük-arabuluculuk” öngörüldü.
Ancak, yeni mezun, deneyimsiz bazı temsilcilerin çoğu zaman “baş belası”
oldukları belirlendi. “Temsilci” bile sorun çözeceği yerde sorunlara neden
olurken tepedeki eşbaşkanın, asıl başkanın çalışma biçim ve yöntemine ayak bağı
olacağı da açık bir gerçektir.
Kazıların 4 ay sürmesi koşuluna Türk Arkeologlar Derneği, “4 ay gibi bir süre
dayatılması gerçekçi değildir” diye tepki gösterdi. Bazı ülkelerde yaz
tatillerinin kısalığı, öğrencilerin sınavları ile 4 aylık koşulun bağdaşmayacağı
bir gerçek. Kapanış konuşmasında sorunları Bakanlık adına değerlendiren Melik
Ayaz, “Kazı iki ay sürebilir. Örneğin buluntuların korunması, onarımı gibi
çalışmaları heyetteki başka uzmanlar sürdürerek bu süreyi dört aya yayabilirler”
dedi.
Türk arkeologlar yalnızca kamu kaynaklarından yararlandıklarından, vergi
yasaları olanak verdiği halde özel kurumlardan maddi destek sağlanamadığından
yakındılar. Yabancı arkeologlar adına Pirson, 3. koşulu özetle şöyle
eleştirdi:
“Arkeoloji de günümüzün ağır ekonomik gerçeklerine ayak uydurmak zorundadır.
Siyasal ve ekonomik gelişmeler, gelecek yıllardaki çalışmalarımızda para bolluğu
ile karşılaşacağımız ümidini ne yazık ki vermiyor. Günümüzde bile bütçelerin
büyük bölümü, her yıl değişen kaynaklardan ve hamilerden sağlanıyor. Genel
Müdürlüğün tasarımların mali kaynakları konusunda iyice erken bir tarihte
güvence istemesini çok iyi anlıyorum. Ancak, paranın bir yıl önceden
güvencesinin verilmesi olanaksızdır.”
Çalıştayda konuştuğum yabancı arkeologlar, bu ağır koşullardan dolayı
Türkiye’den ayrılmayı, Kafkasya ile Orta Asya ülkelerine kaymayı
araştırdıklarını da söylediler. Böyle olursa kaybeden Türkiye’nin bu alanda
dünyadaki bilimsel öncülüğü olacaktır!
|