br />
İstanbul nasıl kurtulur? Bilmiyorum nasıl
kurtulacağını. Hemşehri ve vatandaş lazım her şeyden evvel. Olacak iş değil.
Böyle insanlarla bir yere gidemezsin. Kitle onlar; hemşehri falan değil. Kötü,
küstah ve cahiller. Cav cav konuşup, o partiye de giriyorlar, bu partiye de; hiç
mühim değil. Her şeyi yapıyorlar. Bunun sağı solu da yok. Biri de çıkıp bizim
Saray’ın bahçesinden Darphane’yi alıyor. Darphane verilir mi ona buna? Hanginiz
yazdınız? 3-4 senedir müze yönetiyorum. 4 senedir 'Darphane!' diye bağırıyorum.
Benden önce de Nazan Ölçer bağırmış. Adamlar oturuyor orada daha hâlâ!
Herkes kendine göre götürüyor malı, eline fırsat geçtikçe.
Ne diye Yıldız Sarayı’nın içine bir sürü acayip kuruluşlar yerleşsinler? Kaç
tane acayip vakıf, duvara badana bile yapmadan oturuyorlar.
Eyice: O İstanbul yok artık
İstanbul’un bir defa rahat dolaşılır, asayişi normal ve her
hususta derli-toplu bir şehir olması lazım. Bu sağlanamıyor. Büyük iş bunlar.
Çeşit çeşit şeyler yapıyorlar. Fakat bunlar koordine edilmiyor. Başlanan işler
yarım kalıyor. Bundan 3-4 sene evvel Süleymaniye’de bir mahallenin olduğu gibi
yaşatılması için bir proje vardı. Bunun için komisyonlar kuruldu. Epey
çalışmalar yapıldı. Belediye başkanı değişince, işler de bitti. Çok geç
kalındı. Sürenin bir kısmı boşuna harcandı. Bu iş ciddi bir komisyon kurularak
daha başından ele alınabilirdi. Bu karar alındığı andan itibaren; acele neler
yapılmalıdır, zamanla neler yapılmalıdır; bunlar programlanmalıydı.
İstanbul’un kozmopolit bir tarafı vardır ama bu karakterini
zaman içinde kaybetti. Bugün Fener’e giderseniz oralarda Rum halkı
göremiyorsunuz. O evlerin bir kısmı boşalmış. Oda oda kiraya verilmiş,
Karadeniz’den, Doğu Anadolu’dan gelmişler. Şehrin karakteri bozulmuş.
Bu halkı düzeltmeden şehir düzelmez
Süleymaniye bir devirde İstanbul’un kültür merkeziydi. Şairler,
ulema, kültür bakımından kalburüstü olanlar Süleymaniye, Vefa etrafında
oturuyorlar. Bugün Süleymaniye’de kimler oturuyor? Halkı düzeltmeden şehir
düzelmez. Halkı düzeltmek şart.
Kimlere danışılıyor, kimler fikir veriyor bilmiyorum. Pierre
Loti Kahvesi’ne havadan hat açılmasına karşıyım. Çünkü oranın enteresanlığı,
aşağıdan Eyüp’ten yukarıya çıkan bir yoldur. Pierre Loti yokuşunu göze alamayıp
arabayla gitmek isteyenler zaten arkadan otomobil yoluyla kahvenin yanına kadar
gidebilirler. Oraya bir de hat çekmenin bence bir manası yok. Ama yapıyorlar
bunu.
Ben Boğaz'ın altından tüp geçit yapılmasına da karşıydım. Ama
nedense kıyamet sayıda kişi bana karşı çıktı.
İstanbul'un çayırları vardı
Şöyle bir durumu hesaba katın: Ben lise talebesi iken, yani
1940-45’lerde İstanbul’un 700-750 bin nüfusu vardı. Şimdi 15 milyondan
bahsediliyor. Sayısı da tam kesin belli değil. İstanbul’un çayırları vardı;
Kağıthane, Göksu Çayırı vardı. Kadıköy’de Fenarbahçe, Kuşdili Çayırı,
Haydarpaşa’da İbrahimağa Çayırı vardı. Bunların hepsi bitti. Haydarpaşa
Çayırı'na koskoca market yapıldı. İstanbul’un çayırları meşhurdu; şimdi hiçbiri
kalmadı. Hâlâ İstanbul’un güzelliğinden bahsediliyor. Güzel nedir? Geriye ne
kalıyor? Anlayamıyorum...
İstanbul’un enteresan karakteri kayboldu. Benim gezip tanıdığm,
dolaştığım İstanbul, 1933-35’lerin İstanbul’u, yok artık. Ondan sonra efendim;
"İstanbul ne güzel şehir" deniyor. "İstanbul güzel" demekle iş bitmiyor.
Boğaziçi bir zamanlar çok güzelmiş. Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan da Türk
medeniyeti, Osmanlı medeniyetidir. Ne kaldı bunlardan; kaç yalı
kaldı?
Eskiden hiç değilse Anıtlar Kurulu’na üye olanların belli bir
akademik ünvanları vardı. Duyuyorum, sadece İstanbul’da sekiz tane kurul varmış.
Eskiden Edirne’den Kars’a kadar tek bir kurul bakardı. Bugün yalnız İstanbul’da
sekiz kurul var. Bunların üyelerini de şuradan buradan topluyorlar. Şehri
tanıyan insanlar ne dereceye kadar var? Karakuşi kararlarla şehrin pek çok
özelliği gitti.
|