
Kaynak Dengeli Dağıtılmalı

AKP’li Firmalar Kayırılıyor

Kentliyi Müşteri gibi Gördüler
Kent Rantını Aktaran Belediye
Küreselleşme rüzgârı, sosyal devlet nosyonunu fırlatıp attığından bu yana, bölgelerarası denge, bölge planlaması kavramı da buharlaştı. Küreselleşmenin ezberlettiği cümlelerden “mekân”a ait olanı şöyle buyuruyordu: Ulusal, bütüncül plan terk edilmeli, kentler arası rekabet teşvik edilmeli, hatta büyük metropoller, dünya kentleri liginde

/P> İstanbul’u satma saplantısı İstanbul’u küresel kent yapma hevesi, özel sektör yatırımlarının İstanbul toprağına yoğunlaşmasına neden oldu ve olacaktır. Sanayiden uzaklaşarak İstanbul yatırımlarına yönelen özel sermayenin bu tercihi, kamu yatırımcılığı da rafa kaldırıldığına göre, olası yatırımlardan mahrum kalıyor, Anadolu’yu iyice çoraklaştırıyor. Göçler azalmak bir yana, artıyor. Bazı planlarda öngörülen İstanbul nüfusunu 2010’larda 16 milyonda bloklamak ve nüfus artışını sıfırlamak hedefi tabii ki lafta kalıyor. Anadolu’ya dair herhangi bir vizyonu olmayan bu yaklaşım, umduğu İstanbul’u yaratamayacağı gibi, hızlanan göçle başedemez duruma geliyor. Bir ülke vizyonu olmadan, salt İstanbul’u satma, sözde dünya kenti yapma ezberi, Anadolu’daki irili ufaklı sermayenin de artan oranlarda İstanbul’a göçünü hızlandırıyor, dahası, nitelikli işgücünü daha çok İstanbul’a çekiyor, bu işgücü İstanbul’a yöneldikçe Anadolu, gelişme için gereksinim duyduğu nitelikli insan kaynağı yönünden de yoksullaşıyor, kuruyor... İstanbul’u satma saplantısı, İstanbul’un kamusal varlıklarının hızla haraç-mezat satımını da kamçılamış durumda. Özelleştirmelerle KİT’lerin kökünü kazıyan iktidarlar, şimdi satılacak mülk olarak İstanbul’un kamu arsalarına, varlıklarına göz dikmişlerdir. Galata, Haydarpaşa projelerinde henüz amaçlarına ulaşamayan AKP iktidarı, Karayolları binası ve İETT garajı satışlarının ardından bir dizi kamu mülkünü daha satış listesine koymuştur. Ama bununla bitmemektedir: Belediye planı, bir dizi Hazine arazisi, vakıf arazisi, askeri alanın da kendilerine devredilmesini ve düşündükleri “mekânsal dönüşüm” için bu arsa stokundan tasarruf hakkının kendilerine devrini istemektedirler. Düzenleme için kontrol altına alınacak bu kamu arazilerinin, çok büyük rant-servet aktarma fırsatı yaratacağı, eşitsizlikleri arttıracağı, özellikle de iktidardaki partiye yakın sermaye grupları için kullanılacak büyük kayırmacılık fırsatları yaratacağı çok açıktır. Belediyenin planının, Levent-Maslak aksında oluşan tek merkezi, alt bölgeler yaratarak çok merkeze dönüştürme niyet ve hevesi de pek gerçekleşecek gibi görünmemektedir. Birincisi, bölgede arsası olan birçokları “kazanılmış hakları”ndan vazgeçmeyerek plazalaşmayı sürdüreceklerdir. Bu bölgenin arkasında Gültepe’den Çeliktepe’ye, Ayazağa’ya uzanan “dönüştürülmemiş” büyük bir arsa stoku vardır ve ilk fırsatta bunlar kullanılmak istenecektir. Dolayısıyla, planın hedefleri ile “para”nın hedefleri sürekli didişecek ve yoğunlaşma, üçüncü köprüyü de dayatarak, sürecek gibi görünmektedir. Bu da kuzeye hücumla beraber, İstanbul’un akciğeri ormanların, su havzalarının yağmalanmasının devamı demektir. Olması gereken... Aslında yıllardır çözüm olarak ifade edilen şu: İstanbul’da aşırı nüfus birikimini, dolayısıyla iktisadi, çevresel, mekânsal yığılmayı yavaşlatmanın, mümkünse geriletmenin yolu, İstanbul’un dışında Anadolu’da yeni çekim merkezleri oluşturmak, nüfusun o bölgelere yönelmesini sağlamak, hatta her 4 kişiden birinin göçmen olduğu bu ülkede insanları yerlerinden yurtlarından hoşnut kılarak mekânlarında yaşamlarını sürdürmelerini kolaylaştırmak. Bu nasıl olacak? Bu, tabii ki bir bölgesel planlama işi. Bölgeler arası dengesizliklere müdahale edecek bir kamu otoritesini, etkili bir teşvik sistemini, yeniden kamu yatırımcılığını, tarıma korumayı, desteği içeren bir “sosyal devlet” pratiğini gerektiriyor... Türkiye vizyonu olmadan, İstanbul vizyonu yaratmaya çalışmak, Türkiye bütününü ve dengelerini gözetmeden İstanbul’u ayrı bir ülke gibi, dünya kentleriyle yarışa sokup, eldeki kaynakları salt bu alana teksif etmek, ancak sermaye sahibi büyük grupların çıkarına bir yöneliş olur, ülke genelinde ise gelir eşitsizliklerini, bölgesel uçurumları derinleştiren, kutuplaşmaları, gerilimleri arttıran sonuçlar yaratır. Olması gereken şudur: Küreselleşmeci zihniyetin demode saydığı şeyi, ülke vizyonunu, İstanbul vizyonunun önüne çekmek, önce Türkiye’nin bütününe ilişkin bir vizyon üretip bunun içinde de İstanbul-Anadolu dengesini kurarak İstanbul’u rahatlatacak, Anadolu’yu da çölleştirmeyecek bileşenleri bulup çıkarmak... Elbette ki, İstanbul, artık bir hizmet metropolü olmalı, elbette sanayiden, özellikle de kirletici sanayiden arındırılmalı, turizmde, kültürde, bilişimde, finanstaki avantajları iyi değerlendirilmeli. Elbette ki, İstanbul’un konum rantından en iyi şekilde yararlanılmalı. Ama bu, önce Türkiye’nin tümünde sürdürülebilir gelişmenin, kalkınmanın yol haritası çıkarılarak, yüksek katma değerli, istihdam yaratıcı sektör tercihleri (bölgesel dengeler de dikkate alınarak), üretilmeli, bu bölgesel işbölümünde İstanbul’un misyonu da yeniden tanımlanmalı. İstanbul’un Türkiye bütünü içindeki misyonu belirlendikten sonra da, küresel kent rekabeti sıtmasına, saplantısına tutulmadan, eşsiz doğası, çevresi ve bir dünya mirası olma zenginliklerinin duyarlılığı ile İstanbul’a misyon biçilmeli, sosyal adaleti birinci sıraya oturtan vizyon bileşenleri ile İstanbul’a yaklaşılmalı. Fahiş rant artışları vergilemelerle kamulaştırılmalı ve bu vergiler gelir uçurumlarını daraltan, sosyal dengeleri gözeten, daha adil bölüşümü, yerleşmeyi amaçlayan politikalar için harcanmalı. Bunlar yapıldığı ölçüde, İstanbul’a göç dalgası yavaşlar, daha insancıl, daha barışçıl bir iklim hâkim olmaya başlar, İstanbulluluk üstkimliğini yaratmaya hizmet edecek yaklaşımlar ise daha kolay yeşerir.
|
