Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.

Neden 'Bağzı' İnsanlar Çevresi için Mücadele Eder ve Neden 'Bağzıları' Etmez?

Önce evlerini, tarlalarını baraja verdiler; mezarlarını, yollarını, kümbetlerini, köprülerini. Göç ettiler. Sonra da sıla hasretine yenik düşen yaşlılarını. Artvin Çevre Platformu'ndan Tekin Üstündağ ile daha çok iktisadi yönüyle mevzu olan barajların insan hayatını, yerel kültürü nasıl etkilediğini konuştuk.

Neden 'Bağzı' İnsanlar Çevresi için Mücadele Eder ve Neden 'Bağzıları' Etmez?

Eski ismiyle Sirya, şimdi bilinen ismiyle Zeytinlik Köyü, 'Türkiye'nin en yüksek barajı' Deriner'in yuttuğu köylerden biri. Yeni adından anlaşılacağı üzere zeytinleri ve eski adından da anlaşılacağı üzere üzümleri ve dolayısıyla şarabıyla bilinen 120 hanelik köyden bugün geriye ne olacağı belirsiz üç hane, tuğlaların yığılmasıyla kurulmuş derme çatma bir muhtarlık binası ve taşınarak kurtarılabilmiş, ancak otoyol kenarındaki yeni yerinde şaşkın bir cami kalmış. Toprakları, evleri kamulaştırılan köy sakinleri, Türkiye'nin farklı yerlerine dağılmışlar. Elbette kaybedilen sadece bir parça toprak ya da bir ev değil... Ekoloji Kampı kapsamında Deriner Barajı'na düzenlenen inceleme gezisine rehberlik yapan Artvin Çevre Platformu'ndan Tekin Üstindağ, bir taraftan kurtarılan caminin aslında nerede olduğunu gösterebilmek için gözleriyle baraj gölünün yeşil sularını tararken, bir taraftan da bin yıldır bakışan sevgililer olarak tasvir ettiği kümbetlerden bahsediyordu.

DerinerDeriner BarajıTekin Üstündağ ile daha çok iktisadi yönüyle mevzu olan barajların insan hayatını, yerel kültürü nasıl etkilediğini konuştuk.

Bazı insanlar neden doğa için mücadele ediyor ve bazıları da neden etmiyor?

Herkesin doğadan bir menfaati var; o açıdan bakıyor. Köylüler HES’e karşı olduklarını söylüyorlar; suyu sevdikleri için mi? Hayır, bağını bahçesini sulayıp sulayamayacağının telaşı içindedir; dolayısıyla orada bir menfaat vardır, onun için karşıdır. Bir başkası suyu ilerde kaç paraya içebileceğini düşünür; sermaye de suya, doğaya büyük paralar kazanacağı bir araç olarak bakar. Ben de belki böyle bakıyorum; benim endişem de çok sevdiğim bu doğa yok olursa yine buralarda gezip gezemeyeceğim. Ama artık bu duyguları aştım.

Dereleri muhteşem bir mimar olarak görürüm ben; muazzam bir havza planlaması yapmıştır, hesabından da milim şaşmaz. Hiç dünyaya, insanlara suyun ya da bir kök narın gözünden baktınız mı? İnsan hakları diyoruz ya; suyun, kök narın hakları olamaz mı? Böyle düşününce, işin içinden daha kolay çıkılabiliyor ve insanoğlunun nasıl vahşi bir canlı olduğunu görebiliyorsunuz. Ali Demirsoy, yeni Anayasa’nın ilk maddesinin 'en kutsal hak, doğa hakkıdır' şeklinde yazılması önerisini getirdiğinde herkes güldü. Ki aslında doğru bir öneriydi; Anayasa’ya böyle bir madde eklenebilirdi. İnsanoğlu çok süratli bir şekilde kendi sonunu hazırlıyor; 50 – 60 bin yıl sonra insanlığın olmayacağına inanıyorum. Ama dünya yine dönmeye devam edecek.

Geçenlerde burada birkaç büyükbaş hayvanı olan bir aileyle konuştum; maden olsun mu olmasın mı, olursa ne yapacaksınız diye sordum. Kadının ilk cevabı, madenin olması durumunda mallarına (hayvanlarına) nasıl bakacaklarını sormak oldu. Çünkü o kadının bütün hayatı inekleri; onların sayesinde geçinebiliyor. Bu nedenle en başta düşündüğü şey inekleri; iklimin değişmesi, doğanın yok olacak olması ilk adımda çok da önemli değil yani. Durumu aslında bununla özetleyebiliriz; geçim kaynaklarını kaybedecek olanlar itiraz ediyor, diğerleri de kabul.

 


Bu anlamda, yıllardır içinde olan biri olarak, Artvin'in çevre mücadelesini nasıl değerlendirirsiniz?

Artvin’de durum çok iç açıcı değil. Türkiye’nin hukuk sistemi artık bitmiş durumda; mahkemelerin verdiği kararlara karşı da bireysel itaatsizlik hakkımı kullanıyorum. Bundan sonrası için de hukuki anlamda bir şey olmasını beklemiyorum. Yasalar bizden yana değil; nerede bir şey kazanmışsak, birkaç ay içinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, gece yarısı geçirilen torba kanunlarla önümüz kesildi. Dolayısıyla ancak yerel halk bu konuya sahip çıkar, yola oturur ve yerinden kalkmazsa; buraya kimse giremez. Dünyada bunun örnekleri vardır; bunun yolu bireysel ve örgütsel itaatsizlikten geçer.

Artvin, dışarıya en çok göç veren illerden biri. Bu durum verilen mücadeleye nasıl yansıyor?

İlçeleriyle birlikte Artvin’in toplam nüfusu 168 bin civarında; il merkezinde ise 23 bin kişi yaşıyor. Artvin dışında ise 1 milyon Artvinli var. Ben de Ankara’da yaşıyorum; oradaki Artvinlileri buradaki harekete destek vermek için hareketlendirmeye çalışıyoruz. Artvin’i hiç dert etmeyen insanlar bile, umursamaya başladılar. Bu mücadeleyi kuvvetlendirebilirsek, bu işin altından kalkabiliriz. 


Bu büyük göçün insan hayatları üzerindeki etkisi nasıl oldu?

Göçün en önemli nedenlerinden biri toprağın yetersizliği. Hoş, toprak olsa da göç ederdik gibi geliyor bana; çünkü böyle yerlerin de durumunun pek parlak olmadığını görüyorum. Bu ülkede tarım da, hayvancılık da öldürülmüş durumda. Geçim kaynakları bitirilen köylü, büyükşehirlere gitmek zorunda kalıyor. Orada da sudan çıkmış balığa dönüyor; ne köylülüğünden kurtulabiliyor, ne de şehirlileşebiliyor. Sokaklarımızda böyle garip bir yaratık dolaşıyor. Bunu, onları aşağılamak için söylemiyorum; ama sistem onları bu hale getiriyor. Ankara’da caddenin ortasında salça yapan, yün döven kadınlar görüyorum. Göç eden insan, yeni durumuna kolay alışamıyor. Nitekim bizim köyden göç eden yaşlılarımızı, hem de çok kısa sürelerde, peşi sıra kaybettik. Bunun nedeni herhangi bir hastalık değil; ama siz insanları şu yeşilin, bağ bahçenin içinden çıkarıp sarıya, griye götürürseniz; ölürler. Yaşlı nüfusumuz kalmadı.

Sizin köyünüz olan Sirya yani Zeytinlik Köyü, Deriner Barajı'nın yuttuğu köylerden biriydi. Süreç nasıl gelişti, kaç kişi etkilendi, size bir alternatif gösterildi mi?

120 haneden oluşan Sirya'da hane başına düşen nüfus ortalaması 4 kişiydi. Bu hesapla köyden, 500 kişi göç etmek zorunda kaldı. Bildiğim kadarıyla şu ana kadar Deriner Barajı'ndan yaklaşık 5000 kişi etkilendi ve göç etmek zorunda kaldı. Ama esas büyük tahribatı yapacak olan proje, Yusufeli Barajı. Ben, o barajla birlikte bu sayının yaklaşık 15 bin kişiye ulaşacağını tahmin ediyorum. Yusufeli’ni taşımak için bir yer gösterdiler, ama o gösterdikleri yerde ilçe kurulması mümkün değil. Bize ise, "Gelin şuraya yerleşin" diyen olmadı. Kamulaştırma paralarını verdiler ve belli bir tarihe kadar köyü terk etmemizi istediler. Bu tarihe kadar evlerini boşaltamayanlardan kira istediler. Çok acı bir durumdur bu; insanlar kendi evlerinde kirayla oturdular. Tamam devlet bir tüzel yapıdır; ama onun da bir utanma duygusu olmalıdır. Projelerde insan yok diyorum; ama bu projeleri uygulayanların içinde de insan yok. Devletin böyle bir yaklaşımı var.

Ben bir mühendis değilim, bu konuda teknik bilgim yok. Ticari İlimler Akademisi mezunu bir adamım; biraz maliyet hesaplarından, muhasebeden anlarım. Ancak okuduğum analizlerden sonra, barajların bir felaket olduğunu iyice anladım. Bu barajların elektrik üretip, kara geçebileceklerini düşünmüyorum. Barajın açılışı 2012’de yapıldı; ama daha yeni doldurabiliyorlar. Bir santrali çalıştırdık dediler, ama o da doğru mu bilemiyorum. Borçka Barajı’nda 6 yıldır üretim yapıldığı söyleniyor; Ak Parti Artvin milletvekiline hesaplanan enerjiyi alıp almadıklarını sordum, cevap veremediler. Oysa daha küçük, değirmen tipi projeler gerçekleştirilebilirdi. Bunu önerenler de oldu; ama kendilerini dinletemediler. Baraj sadece köyleri yutmakla kalmadı; kaybedilen bir sivil mimari, kültürel miras da söz konusu. Siz, bölgenin kültürel mirası için de çok çaba gösteren isimlerden birisiniz. Neleri kaybettik, son durum nedir?

Bizim evin çok özellikli bir yapı olduğunu tahmin ederdim; ancak bir mimari harika olduğunu düşünmemiştim. Mimar arkadaşlar geldiler, incelediler ve bu konuda ‘zeytinlik mimarisi’ diye bir makale yazıldı. Öyle kapılar yapmışlardı ki, oturup seyrediyordunuz. Baktım, üç katlı ahşap bir bina olan benim ev, aslında bir yarı fabrika. Arkasını taş bir duvara dayamış binanın çatısı da şimdiye kadar görmediğim bir sistemle yapılmıştı. Alt katlarda ebeveynlerin, üst katlarda ise çocukların odaları vardı. Avluda zeytin depolamak için bir alan ve en alt katta soğuk hava deposu işlevi gören, şarap da yapılan bir mahzen vardı. Ayrıca üretilen zeytinyağını saklamak için büyük küpler yerleştirilmişti. Mahsul, ambarda korunurdu. Üzümleri tavana asardık ve kışın taze üzümmüş gibi yerdik. Yani yarı atölye, tamamen üretime dönük evlerdi.

Foto:Foto: Tekin ÜstündağÇoruh havzasında ne kadar tarihi eser varsa, hepsi suyun altında kaldı; bir tanesini bile kurtarmadılar. Şaşırtıcı açıklamalar yaptılar; örneğin “Bunları suyun altında koruyacağız” dediler. Taş köprüler için, 21. yüzyılın teknolojisiyle “Biz bu köprüleri taşıyamayız” diyen mühendis arkadaşlarımız çıktı. Yalan da söylediler. Benim için örneğin kümbetler çok önemliydi. Yaklaşık bin 1000 yaşındadır onlar ve birçok efsaneye de konu olmuşlardır. Kurtarılmalarını çok isterdim; çünkü bu bölgede, Doğu Anadolu’da başka örneği yoktur. Platform olarak kurtarılmaları için Trabzon Tarihi Eser Koruma Müdürlüğü’ne dilekçeler verdik. Önce korunacakları sözünü verdiler; sonra da korunmaya gerek olmadığını, suyun altında muhafaza edileceklerini, baraj ömrünü (50 yıl) tamamladıktan sonra yeniden gün yüzüne çıkarılacaklarını söylediler. Suyun altında korunabilmeleri için de bazı önlemler alınması gerekirmiş; ancak ilk kümbeti hiçbir koruma yapmadan suya gömdüler. İkinci kümbetin ise dışını sıvamsı bir şeyle kapladılar, içine direkler diktiler ve kum doldurdular; suya öyle gömdüler. Neden böyle yaptıklarını sorduğumuzda, “korunması gerekiyor” dediler. Ferhatlı köyünde çok güzel, Osmanlı yapısı bir kemerli köprümüz vardı; onu da suyun altında bıraktılar. Yine fil ayaklar üzerine kurulu Berta köprüsü bir harikadır, onu da suyun altında bıraktılar. Üzerine kocaman beton bir viyadük yaptılar; ama yine yaparken öncekine bakıp utanmadılar. İnsan o alttakinin güzelliğinden, estetiğinden utanır da, bir iki nakış yapar… Su altında kalan o tarihi yapıların, örneğin ilk kümbetin o basınca dayanabileceğini düşünmüyorum. Baraj ömrünü tamamladıktan sonra yeniden ortaya çıkarılırlar mı, onu da bilemiyorum. Keşke bunu yapsalar ve benim gömdüğüm sandıklardaki bilgileri okuyarak bu akılsız, vahşi insanların halini bir görseler.

Artvin’in çok yakınında da kiliseler vardı; hatta benim okuduğum okul eski bir kiliseydi. Şimdi onun yerine bir lise yaptılar; bakamıyorum bile. Tekel deposu olarak kullanılan başka bir kilise hatırlıyorum. Mimarisiyle çok güzel evler vardı; ama başka bir ırk (Ermeniler) onları inşa ettiği için hepsi yıkıldı. Hükümet Konağı da keza çok güzeldi. Ama şu anda onların izlerini taşıyan ancak birkaç bina sayabiliriz. Merkezin dışındaki kiliselerin hepsi Gürcü kiliseleridir. Çoğu kendiliğinden yıkılmaya terk edildi; bazıları da cami yapıldı. Son yıllarda Gürcistan’dan kiliseleri görmek için birçok insan geliyor, ama pek çoğu kapalı.

TaşınanTaşınan camiiArtvin 1990'lı yıllardan bu yana doğası için mücadele ediyor; ancak neden sesini duyuramıyor, gündem yaratamıyor?

Yeşil Artvin Derneği, madenlerle mücadele etmek üzere kurulmuştu. Ama madenlerle birlikte aşağıda da baraj çalışmaları başladı. Biz, onları baraj mücadelesinin içine çekemedik. Çünkü barajların faydalı bir şey olduğunu düşünüyorlardı. Artvin bir deniz kazanacak, orada su sporları yapılacak, şehir müthiş bir gelir elde edecek düşüncesi hakimdi. Biz, bir başbakan ziyaretinde sesimizi duyurabilmek ve televizyonlarda görünür olmak için bir pankart açtık, sonra korumalardan dayak yedik; ama sadece köylüler vardı. Artvinliler de bize kınadı; ama bütün televizyonlar da bizi göstermek zorunda kaldı ‘köylüler pankart açtı’ diye. Yeşil Artvin Derneği, Bergamalıların aksine hukuki yönden mücadele etmeyi tercih etti; Artvin halkı da dava masrafları, ki çok büyük bir külfettir, vs konusunda destek vermekten geri durmadı. Bergama Kışladağ mücadelesi bambaşka bir şeydir; benim için bir okuldur mesela. Onların nasıl baltalandığını da biliyoruz. Kazanamamış olsalar da başarılı bir mücadeledir; dünya çevre mücadelesi literatüründe de önemli bir yeri vardır. Artvinliler de sokak gösterileri, Meclis önünde protestolar yaptı; ama kamuoyu bunu çok bilmez. Kendi içine kapalı, ufak şeylerdi. Ama bu sefer öyle değil; bambaşka bir şey var burada. Bütün silahlarıyla yükleniyorlar Artvin’e ve Artvin halkı da buna karşı hazırlanmaya çalışıyor.

Büyük çevre örgütleri, sivil insiyatifler çevre mücadelesinde nerede duruyor, beklentileri karşılayabiliyorlar mı?

Büyük dernekler, mücadeleye gerekli katkıyı sağlayamıyorlar. Ama yerelde örgütlenen platformlarda durum biraz farklı. Örneğin Derelerin Kardeşliği, önce yerelde örgütlenmiştir; dolayısıyla Fındıklı derelerinde, Fırtına Vadisi'nde oldukça başarılı olmuşlardır. Bizim Artvin Çevre Platformu'nu Ankara’da kurma nedenimiz, buradaki mücadeleye lojistik destek sağlamaktı. Amacımız, yerelde yaşanan bürokratik problemleri Ankara’da halledebilmek, hukuksal yardım sağlayabilmek, üniversitelerden ve meslek odalarından teknik destek alabilmekti.

http://www.yapi.com.tr/haberler/neden-bagzi-insanlar-cevresi-icin-mucadele-eder-ve-neden-bagzilari-etmez_112019.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!