BR> Yaşam
tarzı!
İsviçre’deki halkoylamasında minarenin bahane. Sorunun
Avrupa’da İslam’ın yeri konusu olduğu açık. Mesele İslam’ın görünür olmasıyla
ilgili. İsviçre örneği günümüzde İslam’ın Batı dünyasında nasıl genel bir
gelecek korkusuna paratöner işlevi gördüğünü gösteriyor. Yaşam tarzlarının
bozulmasından korkan İsviçreliler, bu korkularını kendileri için hiçbir somut
tehlikeye işaret etmeyen şeriat endişesiyle dile getiriyorlar. Kız çocuklarının
beden eğitimi dersinden muaf tutulmalarını, kadınların ikinci sınıf yurttaş
olmasını, kızlara sünnet yapılmasına göz yumulmasını istemediklerini
belirtiyorlar. Ama zaten İsviçre’de yasalar bu tür muafiyetlere izin vermiyor.
İsviçre’de, Belçika’da, İtalya’da, Fransa’da ve daha birçok Avrupa
ülkesinde, İslamcılıkla mücadele adı altında Hıristiyan toprakları üzerinde
İslam’ın görünür biçimde var olmasına karşı duyulan derin bir tepki dışa
vuruluyor. Flaman aşırı sağ partisi Vlaamblok’un milletvekili Philippe Dewinter
bunu özlü biçimde dile getiriyor: “Bu referandumun sonucu, onların bizim yaşam
tarzımıza uyum sağlamaları gerektiğini ifade ediyor. Bizim onlara uyum
sağlamamız gerektiğini değil.” Başka yerlerde ise Müslümanların “fazla göze
batan işaretlere sahip olmaları nedeniyle” sorun yarattıkları, “kışkırtma
sınırına varan davranış ve talepleri” olduğu, gayet masumane bir çehreyle dile
getiriliyor.
Bugün benzer bir halkoylaması Fransa’da, Almanya’da,
İspanya’da veya İskandinav ülkelerinde yapılsa sonucun İsviçre’dekinden farklı
olmaması ihtimali çok yüksek. Avrupa halkları kimlik bunalımını ve gelecek
korkularını İslam üzerinden dile getiriyorlar. Fransa’da Sarkozy’nin başlattığı
“ulusal kimlik” tartışmasında bundan böyle İslam bir numaralı tema
olacak.
Avrupa’da İslam’ın yerini sorgulamak klasik aşırı sağ ve keskin
milliyetçi hareketlerin tekelinden çıkmaya başladı. Bu konu, yeni popülizm
olarak da tanımlanan aşırı liberalizm ve kültürel muhafazakârlık karması
hareketlerin ana ajitasyon teması haline geldi. UDC/SVP, klasik bir aşırı sağ
parti değil. Faşist bir tarihi geçmişi yok. Daha az vergi, daha az kural, daha
az devlet müdahalesi, daha az sosyal yardım ve daha çok ‘bireysel özgürlük’
talep ediyor. Bu ultraliberal duruşu, çokkültürlülükle mücadele adı altında katı
bir İslam karşıtı politika tamamlıyor. Altını kazıyınca ifade edilenin yitirilen
homojen toplum özlemi olduğu görülüyor.
İsviçre gibi dört tane resmi dili
ve özerk kantonlarıyla, federalizmin dünyadaki en ileri örneklerinden olan bir
toplumda çokkültürlülüğe bu denli tepki duymak ilk başta anlaşılamayabilir. Bu
çelişkinin anahtarı, Fransa’da iktidar partisi milletvekillerinden birinin
halkoylaması sonrası yaptığı değerlendirmede yatıyor: “Bu ülkede iki tür din
vardır: Cumhuriyet’ten önce var olanlar ve ondan sonra gelenler!” Avrupa’da
kültürel homojenliğin mayasını artık çok esnek biçimde bir kültür olarak
tanımlanmış Hıristiyanlık oluşturuyor.
|