Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube ÇED Danışma Kurulu Sek. M. Yapıcı: "Kentte Uçurumlar Derin"




AKP’nin beklenmeyen bir oy oranıyla tekrar iktidar partisi olmasının şaşkınlığı sürerken, aslında AKP’nin kente dair uygulamalarda başarısız olduğunu söyleyen Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı ile AKP hükümetinin 4.5 yıllık iktidarını ve yeni dönemde kent açısından bizleri nelerin beklediğini konuştuk. AKP’nin her iki kişiden birinin oyunu alarak tekrar seçilmesi kimin başarısı? Bu göreceli “başarı”, şu anda liberal ideolojinin ve liberal ekonominin yarattığı “illüzyon”unmuş gibi görünüyor. Çünkü Ak Parti 4.5 yıl boyunca AB, IMF, OECD gibi örgütlerin verdiği programları uyguladı. Kanımca bir başka önemli etken ise; iktidar olmanın tüm imkanları ile yaratılan bu gözbağcı ortamın arka planını yada geleceğini topluma yeterince anlatamayan ve bir başka dünyanın mümkün olduğuna yeterince inanmayan muhalefet dinamikleri oldu. Hani, sihirbazı şapkadan kuş çıkarıyor zannedersiniz ama sahne arkası kuş ölüleri ile doludur. Dünya bankası hibeleri ve devlet imkanları ile yoksulluğun sürdürülebilmesi için yapılan katkılara mecbur bırakılan toplumun yoksul ve yoksun kesimine sahne arkasında olanlar henüz yeterince anlatılamadı.


“Üretime, üleşime dair hiçbir şey olmadı” Peki, AKP’nin 4.5 yıllık iktidarı değerlendirecek olursak karşımıza nasıl bir tablo çıkar? AKP, dışarıdan kendisine verilen ödevleri çok iyi yerine getirdi. Meclisteki çoğunluğunu kullanarak bu programları çok rahat bir şekilde uyguladı. Anayasaya aykırı yasalar meclisten hiç tartışılmaksızın geçti. Meclisteki çoğunluğuna dayanarak çok ta cüretkar davrandılar. AKP’nin “istikrar” dediği de bu zaten bu… İstikrar ise üretim yerine tüketimin örgütlenmesi konusunda gösterilen bir istikrar ve geleceği karanlık. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekip sıcak para gereksimini sağlayacağız diyerek memleketin bütün kıyılarını ormanlarını tersane, liman, gar aklınıza ne geliyorsa hiç koşulluz ve kuralsız bir biçimde uluslararası tekellere sundular. Çünkü, kalkınma söylemlerinin temeline, sıcak parayı, uluslararası gayrimenkul sektörünü ve kentsel rant potansiyellerin harekete geçirilmesini koydu AKP. Üretime ve üleşime dair hiçbir önermeleri olmadı. Kimse artık üretimden para kazanmıyor. Ya parayı yönetiyorlar ya da kentsel rantın içindeler. Böyle bir sistemde, bu sistemin dinamiklerini en iyi yöneten ise AKP oldu. Arkasında da farklı sermaye gruplarını taşıyabildi. Fakat, hakkını teslim etmek gerekir, AKP teknolojiyi ve danışman kadrolarını doğru kullanmasını bilen bir parti. Örgütlenmeye bu açıdan önem veren bir parti. Neyin, nasıl yapılacağını öğrenip, tersini yapan bir parti aslında. Muhafazakar görünen ama ekonomik anlamda alabildiğine liberal bir parti. Zaten yeni dünya düzeninin kentleri bu hale getiren ekonomik ve sosyal düzenini benimsemiş olan AKP’nin mekansal ve kentsel faaliyetleri oldukça yoğun olmasına rağmen; kentlerin sağlıklı ve güvenli gelişimi açısından başarılı olması da beklenemez. Başarı bu kentin suyuna, trafiğine, yaşam şekline, istihdamına katkı sağlanıldığı takdirde sağlanır. “Hızla kentsel kaynaklanımızı yitiriyoruz” AKP’nin uyguladığı politikalar kente nasıl yansıdı? Türkiye’de liberal ekonomi cicim aylarınını yaşadığından, henüz reel sonuçlar alınmadı. Fakat liberal ekonominin izleri kentlerde rahatlıkla görülebiliyor. Kentlerde yaşam her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Sokağa çıkamaz hale geliyoruz. Kapkaç artıyor. Sokak çocuklarının sayısı artıyor. Bütün bunların nedeni de kente yapılan yanlış yatırımlar, uygulanan yanlış politikalar ve kentsel nüfusun mekansal olarak ayrıştırılması. Kentin yoksulları ile varsılları kapalı gettolarını kuruyorlar ve aralarındaki her geçen gün bira daha artıyor.


1999 yılında İstanbul’da sokakta yaşayan insan yoktu. Gecekondularla, informal yöntemlerle çözülüyordu sorunlar ama en azından kimse sokakta donarak ölmüyordu. Fakat artık evsizimiz de sokakta donarak ölen insanımız da var. İstanbul artık küresel yoksulluğu da bünyesinde barındırıyor. Dünya’daki liberal politikanın iflasını da İstanbul’da görmek mümkün.. Bu durum bir krize işaret ediyor. Dünyadaki kriz şimdilik atlatılabilir ama bu krizin Türkiye’ye yansımaları çok kötü olur. Kente gelince, hızla kaynak yitiriyoruz. 2 B yasası mecliste bekliyor. Kentsel dönüşüm yasası mecliste bekliyor. Meraların yapılaşmaya açılması kanunu çıktı. İETT arazisi, Acarlar henüz çok yeni... İstanbul’da otomobile bağlı bir yaşam sürdürüyoruz. Bu noktadaki çok yanlış politikalar yüzünden şu anda İstanbul’un altı tamamen otopark haline getirildi. Kira öder gibi ev sahibi olma imkanı sunduklarını ifade ediyorlar. Yüzde 60’ı işsiz olan bir ülkede bunun hiçbir anlamı yok. Taksitlerini ödeyemedikleri için insanların ellerinden konutları alınıyor. Örnek mi büyük bir şaşaa ile tapu dağıtılan Ayazma – Bezirganbaşı TOKİ konutları. Niçin mülkiyetlendirilmek zorundayız? Ben ev sahibi olmak istemiyorum. Gücüm buna müsait değil. Devletin ucuz kiralık konut sunması gerek. 400 bin doları aşkın borcumuz varken, 100 bin dolar döviz rezervine sahip olmayı marifet sayıyoruz . Borç ekonomisi yüzünden her türlü kentsel değerimizi kaybediyoruz. Sıcak para ihtiyacımız yüzünden her türlü kentsel değerimizi satılığa çıkarıyoruz. Bu ekonomi bize sağlıksız, yaşanması güç, pahalı, her tarafı şantiye haline gelmiş, nerede trafik tıkanıyorsa orada bir kavşak yapılan kentler olarak geri dönüyor. Aslında biz hala, üretimden kopmanın miladı olan 1950’lerdeki yanlış kentsel politikaların cezasını çekiyoruz. AKP’nin seçim bildirgesi, önümüzdeki dönemde bizleri nelerin beklediğini söylüyor mu? AKP seçim bildirgelerinde ne yapacağını söylüyor. Bu anlamda dürüstler. Fakat ayrıntılar satır aralarında gizli. Bu anlamda da seçim bildirgeleri çok önemli. Halk bunları okumalı ve takipçisi olmalı aslında. Seçim beyannamesinin kente dair ilk konularından biri “Bölgesel Gelişme ve Mekansal Planlama” başlığı altında, şimdinin popüler olan eyaletler tartışması. Eyalet sistemi, hukuksal anlamda Türkiye’ye zaten gelmiş durumda. Aslında bu tartışma Türkiye için çok önemli bir tartışma ancak gündemde tartışılan biçimi ile değil. AKP ise seçim bildirgesinde açıkça bunu savunuyor fakat bilerek kurulmuş yanıltıcı cümleler ile… “Bölgeler arası eşitsizliği gidermek üzere...” diye başlayan ve fakat okuduğunuzda hiç de öyle olmayan bir madde bu. Bölgelerin kendi fırsatlarını “kendilerinin yaratmasını” ve birbirleriyle rekabet etmesini öneriyorlar. Bu noktada da idari yapılanma çok değişecek. Özellikle uluslararası sermaye, bir yerde yatırım yapmak istediği zaman bizim ulusal hukukumuzla uğraşmak zorunda kalmayacak. Öneriye göre bölgelerde bir nevi şirket gibi çalışan tek durak ofisleri kurulacak. Uluslararası bir yatırımcı bu tek durak ofislerine gittiğinde 15 gün içinde işini bitirecek. Yani önlerindeki hukuk engeli kalkmış olacak. Aslında bu tahkim yasalarının bir nevi yere uygulanmış hali.


Böyle uygulamalar bölgelerin birbiriyle ucuz emek üzerinden yarışmasını getirecek. Bundan emekçi halka, kentlere, kentsel değerlere bir faydanın çıkmayacağı son derece açık. Çünkü uluslararası sermaye kar güdüsüyle çalışır. Sermayenin gereği budur. Mesele devletin ve kamu idaresinin, kamunun çıkarlarını sermayenin kar güdüsü karşısında kollayıp koruması meselesidir. Fakat artık devlet, sermayenin kar güdüsünü yerine getirirken çıkacak pürüzlerde bir nevi zaptiyelik görevi üstlenmiş durumda. Sosyal devlet anlayışının gereği olarak kurulan TOKİ büyük oranda lüks konut yapıyor. Bir noktada gayrimenkul sektöründeki finans oyunlarına hizmet veriyor. Yabancı mühendislerin ve mimarların Türkiye’de çalışmasının yolu açılmaya çalışıyor. Böylelikle Avrupa ve Amerika, işsiz olan mimarlarına ve mühendislerine iş alanı sağlamış olacak. “Söyledikleriyle eyledikleri arasında tutarsızlık var” AKP’nin uygulamalarında kente dair çelişkiler yok mu sizce? Elbette, halka söyledikleri ile onlar için eyledikleri arasında da tam bir tutarsızlık var. AKP, küresel sermayenin kulağına fısıldadığı misyonları kentlerimize yüklüyor ve bütün stratejik ve eylem planlarını bu misyonlara göre uyguluyor. Seçim bildirgelerinde büyük kentlerde artık sanayiden para kazanılmayacağı açıkça söyleniyor. Bunun yerine büyük kentlerde kültür ve sanat metalaşacak. Bunun adı da “kültür endüstrisi” olacak. Buralarda turizm gelişecek ve turizm üzerinden para kazanılacak. Zaten şeçim bildirgelerinin başlangıç cümlesi de turizm. Bir yandan “Bu ülkeyi ve kenti turizmle besleyeceğim” diyor, diğer yandan ise kentlerin ekonomisine en büyük darbeyi vuracak kapalı turizm alanları yaratılıyor. Kapalı ekonomik alanlar oluşturuyorlar. Kentin turizmden geçinmesi için ver olan doğal tarihi ve kültürel değerlerini korunup geliştiril mesi için bir çalışma yapılmıyor. Aksine tarihsel kültürel mirasımız olan mahalleler kentsel dönüşüm adı altında yıkılıyor ve yerine ya yalancı ve yapma yeni Osmanlı kentleri yada alış veriş merkezleri kuruluyor. Çağdaş turizm anlayışları ve evrensel ve bilimsel doğrular uyarınca tarihi doğal ve kültürel değerlerimizi korumak ve geliştirmek yerine; kısa süreli nakit akışları ve küresel gayrimenkul sektörünün gereksinimleri doğrultusunda bütün tarih kültür ve doğal varlığımız sistemli bir şekilde mahvediliyor. Kenti ve halkı gelecekte neler bekliyor? Kentlerde, varsıllar ve yoksullar olarak bir kentsel ve mekansal ayrışma ve korkunç bir gelir adaletsizliği söz konusu. Kentlerde giderek artan bir yoksulluk ve yoksunluk söz konusu. Fakat bunlar daha uç noktalara gelmedi. Çok net bir biçimde henüz bu yoksulluk ve yoksunlukla karşı karşıya kalmadık. Fakat yakın gelecekte bunlarla karşılaşacağız.


Dünya Bankası, IMF gibi küresel sermaye güçleri de dünyadaki yoksulluğa gidişin bu sistemin sonunun geldiğine işaret ettiğinin farkında olduğu için çalışmasının bir kısmını yoksulluğu önleme programlarına ve hibelere ayırıyor. AKP’nin seçim bildirgesinde de bu “hibe”lerden bahsediliyor. Hibeler ile insanlara iş vererek bağımsızlılarını sağlamak yerine, onları ölmeyecek kadar besleyerek kendilerine bağlı bir düzenin devam etmesini amaçlıyorlar. Halka kömür veriyorlar, kitap dağıtıyorlar, senede üç defa erzak yardımı yapıyorlar. Bunlar elbette yapılsın fakat önemli olan bu sorunlarının köküne inilmesi, bunlara duyulan ihtiyacın ortadan kaldırılması. Zira bu görevi devlet değil de sivil toplum adı altında cemaatler yüklenmeye başlarsa işte bu sosyal hukuk devletinin tam da sonu olur. Burada toplumun muhalif kesimlerine düşen ise bu konuda halkı suçlamak ve küsmek yerine gerçekten yoksulluğu ve yoksunluğu ortadan kaldıracak ekonomik ve politik, program ve taleplerle ortaya çıkmak. “CHP, AKM ve Haydarpaşa için çalışan milletvekillerini seçilemeyecek sıralara koydu” O halde CHP’nin muhalefet partisi olup da muhalefet etmeyişinin de sonuçları bunlar? Evet. CHP, muhalefet edebilirdi ve muhalefeti parlamento dışına taşıyabilirdi. “Sosyal demokrasi” çizgisine yakınlaşabilirdi. Fakat tam tersini yaptı. Kentte de tersini yaptı. Özellikle yerel ve merkezi kent politikalar konusunda ve İstanbul için hazırlanan yüz bin ölçekli planlarda doğru tavır almadı. Daha iyi bir politika izleyebilirdi. Siyaset bilimciler tarafından, daha aydın bir çevreye dayandığı söylenen CHP, Haydarpaşa, Akm, Muhsin Ertuğrul gibi Cumhuriyet Dönemi mirası üzerindeki baskılara karşı çıkan milletvekillerini bu dönem seçilecek sıralara koymadı. Yerel yönetimlerde CHP’li bir yerel yöneticinin farklı davranmasını bekleriz. Ama öyle bir sistem kurulmuş ki yerel yöneticiler de rant dağıttıkları oranda oy toplayabildikleri için CHP’li yerel yöneticiler de böyle davranıyor. CHP’nin sistemi açığa çıkaracak bir tavır takınması gerekliydi.



Kent açısından meclise giren bağımsızlardan medet umabilir miyiz? Bu meclis oluşumunu geçen meclis oluşumuna göre daha avantajlı buluyorum. Çünkü meseleler enine boyuna tartışılabilecek. Ama meclise giren arkadaşlarımız kendi politik dertlerine düşüp kentsel ve toplumsal meseleleri es geçerlerse, bir önceki dönemden çok da farklı bir şey olmayacaktır. “Ben bütün solun sesiyim” diyen Ufuk Uras var. Eğer gerçekten tek başına değil de meclis dışındaki teknik, bilimsel, akademik kadrolarla, halkla birlikte tartışarak meclise yeni çözümler önerirse çok daha başarılı olunabilir. Peki ya MHP? Aslında MHP’den bir şey beklemiyorum. Kente dair bir dertlerinin olduğunu da düşünmüyorum. Ama esas olarak özelleştirmeyi savunan bir MHP’nin ekonomik olarak neye doğru yöneleceğini ve ulusalcılık - milliyetçilik üzerinden geldikleri mecliste tersanelerimizin, garlarımızın yani ulusal her türlü değerimizin tüketimine dayalı bir sistemle nasıl mücadele edeceğini de merak ediyorum doğrusu. Dünyada milliyetçiliğin yükseldiği yolunda söylemler var. Ben bu söylemleri de tamamen emperyalizmin bir oyunu olarak değerlendiriyorum. Emperyalizm dünya insanlarını ırklara, dinlere, milliyetlere, etnik kökenlerine vs bölüp, onları yönetmek için çalışıyor. Böyle bir sistemde MHP umarım bunları fark eder ve meselenin özünün emekle sermaye arasındaki üretim ve tüketim arasındaki, doğayla sermaye arasındaki çelişki olduğunu fark eder. Sadece MHP de değil umarım herkes kısa bir sürede, kaynaklarımız tükenmeden, bunun farkına varır.


http://www.yapi.com.tr/haberler/mimarlar-odasi-istanbul-buyukkent-sube-ced-danisma-kurulu-sek-m-yapici-kentte-ucurumlar-derin_95661.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!