br />
Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon bile, “Gelecekte bütün
dünyada ölüm oranlarının, savaşlardan çok su yokluğundan oluşan hastalıklar
nedeniyle artması olasılığı var. Ölüm oranları da 10 misli artabilir” diyor.
Belki bunlar az da olsa yarattığımız geleceğin farkına varmaya yardımcı olur.
Yanlış su politikaları Türkiye’yi de her geçen gün kuraklığa mahkûm ediyor. Doğa
Derneği Başkanı Güven Eken’e göre, dünyanın en ilkel su politikasına sahibiz,
çünkü doğanın su dengesi dikkate alınmıyor. Su kaynaklarını küresel ısınma
değil, asıl bu politikalar yok ediyor. Bir de kanıtı var:
“Türkiye’de bugüne kadar Marmara Denizi’nden daha büyük bir sulak alan yok
edildi, 20 yıl önce Tuz, Akşehir ve Eber gölleri vardı, artık yoklar. Su denize
akarak boşa gidiyor sanıyorlar, yanlış; su akarak kendini var eder, yeniden
dolaşımını sağlar.”
Suyu şirketler yönetecek
Boşa akmasın diye, barajlar yapılıyor. Yeraltı kaynaklarını kuruturcasına
kullanıyoruz. Sonuç kuraklık. İlkokul bilginizi hatırlayıp da itiraz etmeden
önce Eken’i dinleyin: “Evet, ilkokuldan beri barajların yararı,
gelişmişlik göstergesi sayıldığı, GAP’ın milli proje olduğu bilinçli olarak
kafamıza kazındığından bu fikirle yeni çarpışıyoruz. Baraj projelerinin
kaynakları yok ettiği gerçeğiyle dünya çok önceden karşılaştı. Türkiye’de de
baraj maskesi düşüyor. Çatışma daha kızışacak, gerçek anlaşıldıkça şirketlerin
acelesi artıyor. Su rantı ileriki yıllarda daha fazla konuşulacak. Su, şu anda
ekonomiyi canlandıracak bir şey olarak görülüyor ama bunun için insanlığın
geleceğini öldüremezsiniz.”
Eken, Dünya Su Forumu’ndan çıkan kararların, yanlış su politikalarını
Türkiye, Güney Amerika ve Afrika başta olmak üzere birçok ülkede
derinleştireceğini söylüyor, suyla ilgili iktidarı elinde tutan gücün su inşaat
sektörü olduğunu da. “Dünya Su Forumu’nda asıl söz fuarda söylendi. Su inşaat
şirketleri devletlere teknolojilerini pazarlayarak daha fazla baraj yapımı için
kendilerine bir mecra oluşturdu” diyor. Forum için İstanbul’un seçilmesi de
tesadüf değil. Eken, Türkiye’nin su kaynaklarını şirketlere çok hızlı tahsis
eden, bununla ilgili yasal düzenlemeleri kısmen başlatmış, yakında da tamamlama
çabasında olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
bahsettiği su yasasını hatırlatıyor. Suyun tümüyle özelleştirilmesinin hukuken
yolunu açan yasayla, uluslalarası şirketler Türkiye’ye davet ediliyor. “Türkiye,
dünyadaki su sektörünün en canlı olduğu ülkelerden” diyor, “Birçok batık
durumdaki şirket, -Ilısu Barajı’nı yapan Avusturyalı Vatek şirketi gibi-
Türkiye’deki su inşaatına bağlı yaşıyor. Çünkü bu barajlar, Batı’da 50-60 yıl
önce yapılıyordu, artık bu teknolojiyi oralara pazarlamaları mümkün değil.”
Çözüm mü? Basit: Doğadaki su dolaşımı gibi kullanımında da dönüşüm sağlamak.
İhtiyaç fazlası tüketimi engellemek. Su tüketiminde birinci sırada olan tarımda,
modern tekniklerle tasarruf yapmak. En önemlisi de, havza bazında su yönetimini
sağlanmak. Bu ne mi? “Yani suyu kendi doğal sınırları, -doğduğu, denize, göle
ulaştığı sınırlar- düzeyinde yönetmek. Bunu yaptığınızda elinizde ne kadar su
olduğunun, her yıl oluşan su kaynağının, yıllık su ihtiyacının hesabını
yapabiliyorsunuz.”
Bunlar yapılmıyor, çünkü bu suyla ilgili çalışan şirketlerin rantını
azaltacak! Küresel İklim Değişikliğine Karşı Kampanya Sekreteri, yazar Jonathan
Neale su lobisiyle mücadele için birden fazla stratejiye ihtiyaç olduğunu
söylüyor; önce yerel, sonra da dünya çapında örgütlenmeler sağlanmalı.
Atlanmaması gereken bir nokta da, şehir ve kırsal alandaki insanlar arasında
sıkı bir dayanışma sağlanması, barajın yapıldığı yerde direniş ve şehirde
kitlesel gösteri... Neale 20 yıl öncesine kadar İngiltere’de kimsenin suya para
ödemek zorunda olmadığını anlatıyor. Neale için su her zaman politik olmuş,
nedenini, “Her şey onunla başlıyor. Yaşamak için ona ve toprağa ihtiyacımız var.
Toprak, kullanılabilir sudan çok daha fazla, yani suyu kim kontrol ederse,
insanları da o kontrol eder” diyerek anlatıyor.
|