Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.

Türkiye Madenciliğinin Özeti: Sömürge Madenciliği

Ekoloji Kampı'nda düzenlenen ve Türkiye madenciliğinin ele alındığı panelde konuşan TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası eski başkanlarından Cemalettin Küçük, hiçbir çevre sorunu yaratmayacak olsa bile Türkiye madencilik pratiğinin geldiği noktanın bir 'sömürge madenciliği'ne dönüştüğünü söylüyor.

Türkiye Madenciliğinin Özeti: Sömürge Madenciliği Cemalettin Küçük, Ekoloji Kampı'nda gerçekleştirilen panelde de bir sunum yaptı

Yüksek lisans tezi de siyanürle altın işletmeciliği üzerine olan Cemalettin Küçük, tenörleri çok düşük seviyelerde olan cevherlerin maden olarak değerlendirilemeyeceğine; elde edilecek gelirin, hiçbir şekilde doğaya verdiği zararı karşılayamayacak bir noktaya geldiğine dikkat çekiyor. Kaz Dağları ve Munzur ile birlikte Artvin’de Türkiye’nin en büyük maden sahalarından birinin tasarlandığını savunan Küçük, yaratılacak çevre tahribatıyla birlikte Karadeniz’in çöl olmaya aday bölgelerden biri olduğunu sözlerine ekliyor.

Türkiye’nin madencilik pratiğini nasıl özetlersiniz?

1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), Etibank kuruluyor. MTA’nın görevi, Türkiye’nin var olan madenleri yerinde tespit etmek, bununla ilgili laboratuar çalışmalarını yapmak, sonrasında da işletme çalışmaları için Etibank’a devretmekti. MTA, bu görevi esasen 1985’lere kadar yürüttü; ancak 1985’te ve sonraki yıllarda Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerle sadece ruhsat veren bir kuruma dönüştürüldü. Etibank ise bakır, alüminyum, volfram, krom, gümüş vb. tesislerle ülkenin temel hammadde ihtiyacının bir kısmını karşılayacak işler yapmak için kurulmuştu. Ancak 1998’te alınan bir kararla holdinge dönüştürüldü, 9 şirkete ayrıldı ve bankacılık kısmı da özelleştirildi. Bu parçalanmadan sonra diğer tesislerin de bir kısmı kapatıldı; geri kalanların da bor madenleri hariç tamamı özelleştirildi.

Bu süreçte birçok yargı kararı da çiğnendi. Bunlardan ilki, 1998’de ‘holding olarak yapılandıramazsınız’ kararıydı; ama dinleyen olmadı. Özelleştirme sürecinde de yargı kararlarına uyulmadı. Örnek olarak, Seydişehir Alüminyum Tesisleri’ni verebiliriz; yasadışı yollarla, Cerattepe’de de maden aramak isteyen Cengiz İnşaat’a verildi. Yani gelinen noktada MTA’ya, enstitü düzeyindeki çalışmalardan ve kamusal alandan el çektirildi ve boşalan bu alan özel sektöre açıldı, işletmeler de özel sektöre devredildi.

Bu transferin madencilik pratiğine yansımaları nasıl oldu?

Artık hiçbir şekilde çevresel önlemler alınmıyor. Bunun dışında yeni bir alan da açılıyor; o da açık alanda kimyasal madencilik. Bu ne anlama geliyor? Cevher artık zengin değil, tenörler çok düşük seviyede. Özellikle değerli metaller denilen altın, gümüş, paladyum, iridyum gibi soy metallerin bulunduğu cevherlerde tenör, bir metalurjist açısından maden olarak değerlendirilemeyecek oranlarda; yani 1 tonda 1 gram. Örneğin Sivas’ın Bakırtepe’sinde bu oran 0,8 gram; 1 ton toprağı alacaksınız, öğüteceksiniz ve 0,8 gram altın elde edeceksiniz. Siyanürleme yöntemiyle bunun ancak 0,4 – 0,5 gramını alabilirsiniz; bu da 2 ton topraktan ancak 1 gram altın elde edebileceğiniz anlamına geliyor. Bunu yaparken de iki katı kadar bir toprağı posa olarak sıyırıp, bir kenara yığacaksınız; ancak bu toprak artık arsenikli, kükürtlü bir toprak olacak. Bu sorunlar ortadayken, sanki yokmuş gibi gösteriliyor. Toprak bilimcilere, ziraatçılara sorun; toprağın oluşabilmesi için 10 bin yıla ihtiyaç vardır. Siz, bunu altüst ediyorsunuz; toprak olmayan bir kayacı yeraltından çıkarıp yeryüzüne seriyorsunuz. Orada hiçbir yaşam türü söz konusu olamayacağı gibi; toprağın altındaki kararlı hali hava ve suyla teması sonrası çeşitli kimyasallar oluşmasını beraberinde getiriyor. Ayrıca Maden Kanunu Yönetmeliği’ne göre, hangi firma olursa olsun, çıkardığının yüzde 2’sini sana veriyor.

Oysa çevre kanunları uygulanmıyor, denetim yapılmıyor, bilimsel veriler de şirketlerin isteklerine göre revize ediliyor. Buna şu örneği verebiliriz. Türkiye’de bundan önce siyanür için toprakta, havada ve suda herhangi bir değer limiti yoktu. Avrupa Birliği’nde de (AB) yoktu; ama San Fransisco’da ise 1 lt atık su için 0,025 miligram. Türkiye’de 2006 yılında bu değer 0,5 olarak konuldu. Madencilik çok külfetli bir iş koludur; bu nedenle madenciler için özel toleranslar tanımlanır, teşvikler verilir. Ama örneğin bir sanayi kuruluşu atığını bahçesine gömebilir mi? Ama bir madenci, milyonlarca ton atığı bir bertaraf çalışması yapmadan öylece ortada bırakıp gidebiliyor. Şu anda geliri, hiçbir şekilde doğaya verdiği zararı karşılayamayacak bir noktaya gelmiş bir sömürge madenciliği devam ediyor. Çıkarılan petrol yasasını hatırlayın; Irak’ın petrol yasasından daha geri. Türkiye’nin madencilik pratiği, hiçbir çevre sorunu yaratmayacak olsa bile bir sömürge madenciliğine dönmüş durumda.

Bu anlamda yapılan mevzuat çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

2004, 2005 yıllarında Madencilik Yasası’nda düzenlemeler yapıldı. Ama Madencilik Yasası düzenlenmedi; madencilik faaliyetlerinin yürütülebilmesi için ilgili kanunlarda değişiklik yapıldı. Madenciliğin önündeki engelleri kaldırmak için, örneğin Doğal Hayatı Koruma Kanunu’nda, Tarihi ve Kültürel Varlıkları Koruma Kanunu’nda, Kıyı Kanunu’nda, Erozyonla Mücadele Kanunu’nda, İSKİ’nin kanununda, meraları düzenleyen kanunda, Zeytincilik yasasında değişiklikler yapıldı.

Türkiye’deki duruma bir felaket diyebiliriz. Avrupa’nın en büyük altın rezervi Almanya’dadır; yüzde 25 gibi bir orana karşılık gelir. Ancak 1 gramını dahi çıkarmaya çalışmıyorlar. Çünkü, bu konuda çevreyle ilgili tedbir almak mümkün değil; aksi yalandır. Kimyasallar kullanarak doğal alanlarda altın işletmesi yaparsanız, herhangi bir tedbir alma şansınız yoktur. Nedenini de söyleyeyim… O kimyasalla yaptığınız çözücü, doğayla ilişki halinde; her sıcaklıkta buharlaşma olduğuna göre o da yapısıyla birlikte buharlaşır. Havadaki nem, karbondioksit, onu yapısında taşır ve bütün doğaya yayar. Anadolu coğrafyasını düşünürseniz, örneğin Sivas bölgesi, arsenikli bir yapı vardır ve siyanürle karşılaştığı zaman çözülür. Yüzlerce, binlerce kilometrelik bir alanı etkileyebilecek bir sorundan bahsediyoruz. Çernobil faciası bunun bir örneğidir. 


Artvin’de yapılacak madencilik faaliyetlerinin yarattığı risk nedir?

Artvin, dünyanın en doğal alanlarından biridir. Ancak unutulmaması gereken bir konu var; o da Karadeniz’in su zengini olmadığı gerçeği. Çünkü burada yağmur çoktur, yüzey suyu vardır; o da akar gider. Bir hafta yağmur yağmasın, ağaçlar kuraklıktan kafayı eğerler; çünkü kendilerini yağmura göre büyütürler. Kaynak suyu verebilecek gözelerimizi de barajların içine aldık ve şu anda Karadeniz’in bütün köylerinde içme suyu sıkıntısı çekiliyor. Bu suyun bir de madencilikte kullanılacağını ve kirletileceğini düşünürsek, Karadeniz’in çöl olmaya aday olduğunu söyleyebiliriz. Hele bir de heyelan bölgesi olduğunu da göz önünde bulundurursak, büyük aday olduğunu söyleyebiliriz.

Kaz Dağları ve Munzur ile birlikte Artvin’de Türkiye’nin en büyük maden sahalarından birini tasarlıyorlar; dağı indirecekler. Bu insanlık dışı bir şey… Şu anda Artvin’in bütün dağlarında yol genişletme çalışmaları yapılıyor; derdiniz ne? Eğer herhangi bir köye ulaşmak gerekiyorsa, buradaki her türlü kamyon o köylere gidebilir. Eğer yollar nedeniyle toz istemiyorsanız da betonlarsınız. 5 metre genişliğinde yol yeterlidir; maden araçlarının ve ekipmanlarının geçmesi için neden 10 metre genişliğinde yollar, tüneller inşa ediyorsunuz ki?

İktisadi olarak ne kadar anlamlı bu madencilik faaliyeti?

Ekonomimizi bir şirket olarak düşünelim; bir şirketin en önemli görevi kar etmektir. Ama Türkiye’nin bu işten bir karı var mı? Asla ve asla hayır. Şirketler içinse, çevre koşullarına uymadıkları sürece çok karlı bir iş. Oradan çıkarılacak altın, asla alınacak çevre tedbirlerini karşılamaz. Büyük bir altın madeni işletmesinde aşağı yukarı 400 kişiye istihdam sağlanır. Ancak en az 5000 – 6000 kişi köyünü, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalır; ki bu insanlar tarım, hayvancılık gibi üretim dallarında faaliyet gösteriyorlar. Kaybedilen bu toprakları artık bir daha geri kazanmanız mümkün değil. Bu işin bir sürdürülebilirliği yok. Bir madenin ömrü 15, hadi bilemediniz 20 yıl; ama sonrası yok. Önceleri bunun örnekleri için yurtdışına bakıyorduk; ama artık bizde de var. Gidin Bergama’yı, Eşme’yi, Erzincan’ı, Gümüşhane’yi, Niğde’nin Boklar dağlarını görsünler. Erzincan tam bir felakettir; Fırat’ın tepesine kurulmuştur ve oradan bütün Mezopotamya kirletiliyor.   Çevre dostu bir madencilik mümkün mü?

Değil; ama insanların temel gereksinimlerinin bir kısmını karşılamak üzere belki çevrenin bir kısmını feda edebilirsiniz. Bunu, iyi hesap kitap yaparak, çevrenin kendini yenileyebileceği şekilde planlayabilirsin. Ama örneğin altın madenciliği konusunda, dünyanın altına ihtiyacı olmadığını söyleyebiliriz. Bertrand Russel, altının Güney Afrika’da bin bir zahmetle çıkarıldığını, soygunlara karşı yoğun güvenlik önlemleriyle Paris’te, New York’ta, Londra’da yeniden çelik kasalarda yerin altına gömüldüğünü söyler ve “Böyle olmasaydı, değişen ne olurdu?” diye de sorar. Bu işin hocası olan William Herbert Dennis de Demirden Gayrı Metaller Metalurjisi kitabının ikinci cildinin 712. sayfasından 729. sayfasına kadar altın işletmeciliğini, hem de 9 puntoyla anlatır. Orada en son tümce şunu söyler: “Altın bunca zahmetle çıkarılıyor ve Ford Knox’ta çelik kasalara gömülüyor; her bilim insanının bunu bir değerlendirmesi gerekir”. Benim yüksek lisans tezim de siyanürle altın işletmeciliği üzerine. Bu konuyu Türkiye’de iyi bilen kişilerden biriyim ve iyi bildiğim için de bu işi yapmam.

Farklı yöntemlerden bahsediliyor; bunların bir alternatif oluşturduğunu söyleyebilir miyiz?

Şu anda altın işletmeciliğinde dünyanın en karlı yöntemi siyanürle yapılandır. Toprağı alırsınız, öğütürsünüz, yıkayıp içindeki altını alırsınız ve gerisini de içindeki zehirle bir yere bırakırsınız. 1886 yılından bu yana uygulanan bir yöntemdir bu; sadece teknolojiyle birlikte bazı değişiklikler yapılmıştır. Karıştırma/tank liçi ya da yığın liçi tercih edilebilir; bunun sebebi de cevherin özelliğine bağlı olarak daha fazla verim alabilmektir. Tank liçi yapanlar her ne kadar bu işi kapalı alanda yaptıklarını savunsalar da fark etmez; çünkü sonuçta atığı alana koyarlar. Bergama’da tank liçi yapılıyor, Eşme’de ise yığın liçi; ama sonuç olarak birbirlerinden farkları yok. Bence dünyaya 500 yıl yetecek kadar altın şu anda çelik kasalarda gömülü; öncelikle onların çıkarılması gerek. Ben altının çıkarılmasından yanayım; ama o çelik kasalarda olanların.

Bu işin dünyadaki iyi kötü örnekleri nedir?

2000 yılında Romanya’da, 2011 yılında Macaristan’da yaşananlar, felaketin yakın örnekleri. Romanya’da yaşanan felaket sonrasında Tuna nehrinde yaşanan balık ölümlerini ‘soğuk’ ile açıkladılar. Macaristan olayı sonrası yine aynı şeyler yaşandı; Bakan Veysel Eroğlu, “Bizim Balkan ülkeleriyle anlaşmamız var, o kirlilik bize gelmez” dedi. Komedi. Yaşanan çevre felaketleri saklanıyor, inkar ediliyor; çünkü bunlara neden olan projelerin yenileri üzerinde çalışılıyor. Oysa örneğin Trakya’da kazandığınız paralar, kaybettiğiniz yer altı su rezervlerini geri getirebilir mi?

Türkiye’de sadece madencilik konusunda değil, endüstriyel tesisler dahil birçok alanda çevre felaketleri yaşanıyor. Halkın doğal alanları, arazileri hızla gasp ediliyor. Türkiye’de son yıllarda çok hızlı bir kadastro çalışması yapıldı; neden biliyor musunuz? Nereleri kullanamayacaklarını tespit etmek istediler.

http://www.yapi.com.tr/haberler/turkiye-madenciliginin-ozeti-somurge-madenciligi_111986.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!