Birleşmiş Milletler tarafından kısa bir
süre önce açıklanan rapora göre yaklaşık bir milyar kişi, temiz içme suyundan
yoksun. Her yıl 1,5 milyon çocuk kirli ve mikroplu suyla bulaşan hastalıklar
sonucu can veriyor. İklim değişikliği, dünya nüfusunun hızla artması ve sanayi
tesisleri gibi faktörler nedeniyle suların giderek daha da kirlenmesi, yakın
gelecekte dünyadaki temiz su ihtiyacının had safhaya ulaşması anlamına geliyor.
Diğer yandan insanların içme suyu ve enerji ihtiyacını karşılamak için kurulan
devasa barajlar ise çevreciler tarafından sert bir biçimde
eleştiriliyor. Deutsche Welle
Türkçe, Dünya Su Günü nedeniyle hazırladığı
haberinde, Türkiye ve Fransa'dan güncel örneklere yer
veriyor.
'Ilısu'yu durdur' kampanyası
Yaklaşık 6 bin yıllık bir kültürel miras niteliğindeki
Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu
Barajı'na karşı yapılan yoğun protestoların ardından, Almanya, İsviçre
gibi ülkelerin yanısıra Avrupa'dan çok sayıda banka ve firma, projeye verdikleri
desteği geri çekti. Ancak Türkiye bir süre sonra baraj inşatına tek başına devam
etmeye başladı.
“Stop Ilısu - Ilısu'yu durdur” kampanyasının
Avusturya sözcüsü Ulrich Eichelmann, bu
barajla Dicle nehrinin yaklaşık 400 kilometresinin ve birçok nehir kolunun
tahrip edileceğini ifade ediyor. Eichelmann, Hasankeyf’in yanı sıra yaklaşık 200
arkeolojik buluntunun da sular altında kalacağını ve 100'e yakın balık türünün
yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını kaydediyor. Eichelmann, Ilısu
projesini “Pervasız bir kibirlilik saplantısı” olarak değerlendiriyor ve "Bu
projeyi durdurmak için yeni standartlara ihtiyaç yok, zira Dünya Baraj Komisyonu
(WCD) 1990’ların sonunda gerekli önerilerini yaptı" diye konuşuyor ve ekliyor:
“Öneriler harikaydı. Toplam 10 öneri geldi. Bir baraj inşa edilmek
isteniyorsa 5 sosyal, 5 de çevre faktörünün dikkate alınması gerekiyor.
Bunlardan ilki, 'Bu bölgede mutlaka bir baraj yapılmalı mı ya da bunun alternafi
yok mu?' diye düşünmek gerek. Eğer yapılacaksa bundan olumsuz etkilenen çevre
sakinleri de projeye dâhil edilmeli. Bu Ilısu'da sanki yapılıyormuş gibi
gösteriliyor ancak gerçekler çok daha farklı. Bu proje, en eski standartlara
göre inşa ediliyor ve idda ediyorum ki bu standartlar 1990’ların
standartlarından bile çok daha kötü. Çünkü o yıllara kıyasla, baraj projeleri
giderek büyüyor.”
“Nehirler yaşam için var, barajlar için değil”
Türkiye'den geçiyoruz Fransa'ya... “Nehirler yaşam için var,
barajlar için değil” diye slogan atıyor göstericiler... Fransa’nın
Marsiya kentindeki ana tren garının önünde toplanan çevreci
protestocular, ardından garın önündeki merdivenlerden yuvarlanıp, kendi
kurdukları baraj setinin önünde ölü gibi uzanıyorlar. Baraj karşıtı
protestocular bu devasa projerin yeşil enerji üretmediğini öne sürüyor. Birçok
çevreci aktiviste göre, baraj projeleri ormanların katledilmesine, nehirlerdeki
suyun azalmasına ve buna bağlı olarak da birçok balık ve canlı türünün yok
olmasına neden oluyor. Ayrıca çevre örgütleri, dünya çapında 80 milyona yakın
kişinin baraj kurulacak bölgelerden göçe zorlandığını öne sürüyor.
Çevre örgütleri, baraj ve bentleri daha çevre dostu inşa etmek için yapılan
son girişimleri de yetersiz buluyor. Örneğin 2011 yılında hükümetler, çeşitli
sivil toplum ve kalkınma örgütleri ile su sektöründeki bazı işletmelerin ortak
kararlaştırdığı Hidro-enerji Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi Protokolü
(HSAP) gibi. Uluslararası Hidro-enerji Birliği’nin
(IHA) girşimi ile düzenlenen ve yasal bağlayıcılığı olmayan bu
protokol, küresel baraj standartlarını belirliyor.
Fransız çevre örgütü Les Ami de la Terre’in sözcüsü
Rancon Monabay, bu protokolü sert bir biçimde
eleştirenlerden biri. Monabay “Öncelikle bunlar çok zayıf standartlar. İkinci
olarak ise baraj projelerine not verenler zaten bu barajları inşa edenlerin
kendisi. Ve üçüncü olarak da zaten var olan bazı standartları daha da düşürmeye
gerek yok. Yani önümüzde muazzam büyük sorunlar bizi beklerken, bu standartlar
kesinlikle yetersiz kalıyor” diye konuşuyor.
Türkiye, 21
Mart Dünya Ormancılık, 22 Mart Dünya Su ve 23 Mart Dünya Meteoroloji Günlerini
birlikte kutladı
Öte yandan Türkiye, 21 Mart Dünya Ormancılık, 22
Mart Dünya Su ve 23 Mart Dünya Meteoroloji Günlerini,
dün (21 Mart Çarşamba) Ankara Ticaret Odası Kongre Merkezi'nde düzenlenen
programla kutladı. Kutlama programına Orman ve Su İşleri Bakanı Prof.
Dr. Veysel Eroğlu, milletvekilleri ve Bakanlık yetkilileri katıldı.
Prof. Dr. Veysel Eroğlu, burada yaptığı konuşmada, üç önemli günün arka arkaya
tesadüf ettiğini kaydederek, Bakanlığına bağlı 3 önemli genel müdürlüğün
bayramlarını ayrı ayrı kutladı. Prof. Dr. Eroğlu, Orman Genel Müdürlüğü'nün en
köklü teşkilatlardan biri olduğunu anımsattı ve "Bu sene 173. kuruluş yıldönümü.
Kanun Hükmünde Kararname'yle Orman Genel Müdürlüğü güçlü bir hale getirildi.
Orman Genel Müdürlüğü, sadece ormanların bakım ve onarımından sorumlu değil,
aynı zamanda ağaçlandırma, erozyon kontrolü, çölleşmenin önlenmesi, yangınla
mücadele ve odun dışı ürünlerin geliştirilmesi konusunda da söz sahibidir” dedi.
Eroğlu, odun servetini 936 milyon metreküpten 1 milyar 400 milyon metreküpe
çıkardıklarını vurgulayarak, 2015 sonunda 1 milyar 600 milyon metreküpe
ulaştırmayı hedeflediklerini söyledi.
Destanlar yazan genel müdürlük: DSİ
Prof. Dr. Eroğlu, Bakanlığına bağlı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün ise,
su konusunda destanlar yazan bir genel müdürlük olduğuna işaret ederek, böyle
bir teşkilatın eski genel müdürü olmaktan da gurur duyduğunu vurguladı. DSİ'nin
2003 yılında bu yana bin 128 tesisi milletin hizmetine sunduğunu belirten
Eroğlu, bunlar arasında 206 dev barajın olduğunu bildirdi. Eroğlu, 9 yılda
11 milyon dekar araziyi modern sulama sistemiyle hizmete açtıklarını dile
getirerek, 43 milyon vatandaşa içmesuyu temin edildiğini ve susuz şehrin
kalmadığını belirtti. DSİ Genel Müdürü olduğu dönemde Türkiye'nin hidroelektrik
potansiyelinin yılda 168 milyar kilowatt/saat olduğunu, bunun da ancak 26 milyar
kilowatt/saatini kullanabildiklerini hatırlatan Prof. Dr. Eroğlu, bu oranı yılda
61 milyar kilowatt/saate çıkardıklarını, 2015 sonuna kadar da 110 milyar
kilowatt/saate yükseltmeyi planladıklarını vurguladı.
"Meteoroloji muazzam bir isabet oranı yakaladı"
Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün de tahminlerde
''muazzam bir isabet oranı yakaladığına'' dikkati çekerek, bunun için de
altyapıya büyük önem verdiklerini belirtti. Sekiz meteoroloji radarı
kurduklarını, ikisinin bu sene hayata geçirmeleriyle 10 meteoroloji radarıyla
bütün Türkiye'yi taradıklarını anlatan Prof. Dr. Eroğlu, şöyle konuştu:
''2008 yılında Uluslararası Kalibrasyon Merkezini kurduk. Saniyede 3,4
trilyon işlem yapabilen yüksek performanslı bilgisayar sistemleri
kullanılmaktadır. Güçlü bir altyapı kullanıyoruz. Türkiye'nin büyük hedefi var.
2023 yılında Orman Su İşleri Bakanlığı, dünyadaki 7 büyük kurum arasında yerini
alacaktır. Bu hedefe hazırız inşallah''.
Odaların Dünya Su Günü açıklamaları
TMMOB Peyzaj Mimarları, İnşaat ve
Ziraat Mühendisleri Odaları da 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla birer basın
açıklaması yaptılar. Odaların açıklamaları şöyle:
Peyzaj Mimarları Odası: Su yaşamdır, yaşam herkesin
22 Mart Dünya Su Günü yine kirlenen su kaynakları ile kutlanamıyor. Bugün
dünyada yedi milyar insanın yiyeceğe gereksinim duyduğu dünya 2050 yılında
nüfusuna ekleyeceği yeni iki milyar ile doğal kaynaklarını daha da etkin korumak
zorunda kalmaktadır. Hızlı nüfus artışı beraberinde doğal kaynakların fütursuzca
kullanımını özendirirken, özünde açlık ve sefaleti de beraberinde getirmektedir.
Dünyanın farklı bölgelerinden yükselen gıda yoksunluğundan kaynaklı ölümlerin
neredeyse tamamının sorumlusu kaynakları etkin kullanmayan insandır.
Bugün insanoğlu;
• Az su ile daha az tüketime • Az enerji ile daha çok üretime • Koruma
ile geleceğinin garantiye alınmasına gereksinim duymaktadır.
Üretimin önemli girdisi, verimliliğin göstergesi ve sağlıklı yaşamın
garantisi 'SU', günümüzde ihtiyaç duyulan en değerli varlıktır. Çoğu zaman
felaketleri de beraberinde getiren SU, yıllar içinde UNESCO, UNEP, FAO vb.
organizasyonların öncülüğünde önemine değinilen yaşamsal unsur olsa da,
kirlenmesinin önü alınamamış, besin zinciri içinde de süreçleri olumsuz
etkileyen bir unsur olmuştur. Doksanlı yıllar ile başlayan suyun
ticarileştirilmesinin de süreci hızlandırdığı düşünülürse, SU artık dünyanın
dörtte üçünü kaplasa da erişilmesi güç, bulunması zor bir değer haline
gelmiştir. Seller ve taşkınlar ile dünyanın birçok bölgesinde felakete yol açan
aynı su, kimi bölgeler için de varlığı görünmeyen bir değer olarak sınırlararası
çatışmalara bile neden olurken 22 Mart Dünya Su Günü‘nde bir başka gözle
değerlendirilmelidir. Özetle suyun;
• Satılması ve para ile ölçülmesi mümkün değildir • Sermayeye peşkeş
çekilmesi kabul edilemez • HES‘ler ile önünün alınması ve yapısının bozulması
mümkün olmamalıdır • Nükleer ve termik santraller ile ısıtılmasına izin
verilmemelidir • Yaşamsal bir unsur gerçeğinin sadece ona sahip çıkanların
meselesi;
olmadığının bilinmesi gerekmektedir. 2012 yılında da buruk kutladığımız Dünya
Su Günü'nde;
• Felaketlerin yaşanmadığı • Savaşların son bulduğu • Maden aramaları
ile içilebilir su kaynaklarının kirletilmediği • HES ve Termik santraller ile
doğanın talan edilmediği • Suyun sahipsiz olmadığının farkında olunduğu
bir ülke istiyoruz. Bu ülke bizim... Bu sular bizim... 22 Mart Dünya Su Günü
Kutlu olsun.
İnşaat Mühendisleri Odası, suyuna ve geleceğine sahip
çıkıyor
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1993 yılında suyun insan yaşamındaki
önemini vurgulamak, içilebilir su kaynaklarının korunmasını ve çoğaltılmasını
teşvik amacıyla her yılın 22 Mart gününü "Dünya Su Günü" olarak ilan etmiştir.
Yine 2010 yılında Birleşmiş Milletler‘in almış olduğu bir kararla temiz suya
erişim temel insan hakları arasında yerini almıştır. Ancak bu gün dünyada
neoliberalizmin şekillendirdiği su politikaları, Birleşmiş Milletlerin temiz
suya erişimi bir temel insan hakkı kabul eden anlayışa uygun olarak
oluşturulmamaktadır. Zira yine Birleşmiş Milletlerin açıklamış olduğu verilere
göre halen Dünya üzerinde yaşayan 783 milyon kişi temiz içme suyuna
erişememektedir. Su kaynaklarının özelleştirilmesi, çevre tahribatları sonucunda
yok olması ve en önemlisi de suyun metalaştırılması süreçleri bugün artık tüm
dünyayı tehdit etmektedir.
Türkiye‘deki durum ise dünyanın genel halinden bağımsız değildir. Bu
anlamda Türkiye‘nin su zengini olarak sunulması gerçeği yansıtmamaktadır. Zira
küresel ölçekte kabul görmüş kriterlere göre kişi başına düşen su miktarının
yılda 8-10 bin metreküp ve üzerinde olduğu yerler su bakımından zengin
sayılmaktadır. Yine aynı kriterlere göre kişi başına düşen su miktarının yılda 2
bin metreküpten az olduğu bölgeler suyun az olduğu yerler olarak
tanımlanmaktadır. Türkiye‘de ise kişi başına düşen su miktarı yılda 1500
metreküp olup her geçen gün su fakirliği sınırı olarak tanımlanan 1000 metreküp
değerine yaklaşmaktadır. Bu anlamda ülkemizin su kaynakları sınırlı ve kısıtlı
olup, bu gerçeğe uygun politikalar üretilmesi bir zorunluluktur. Ancak bugün,
mevcut siyasi iktidarın uygulamaya koyduğu neoliberal su politikaları nedeniyle
tüm su kaynaklarımız kamu yararını gözetmeyen bir anlayışla özel şirketlerin kar
hırsına teslim edilmektedir.
Bir kalkınma modeli ve stratejisinin ürünü olarak sunulan Türkiye‘nin su
kaynaklarına ilişkin politikalar, suyun boşa akıtılmayacağı yönlü bir
aldatmacayla, bölge halklarının rızası alınmadan ve kaynakların kurumasına neden
olacak şekilde hızla yürürlüğe konmuştur. Ülke genelinde çevresel ve sosyolojik
etkileri hesaba katılmaksızın kurulmak istenen yüzlerce depolamasız
Hidroelektrik Santral mevcuttur. Yürütmeyi durdurma kararları veya bölge
halkalarının mücadelesi bir umut ışığı doğursa da memleketin her karışını satışa
çıkarmaya ant içmiş siyasi iktidarın geleceğimizi elimizden almaya çalıştığı bir
gerçektir.
Geçtiğimiz ay Gökdere Barajında yaşanan facia, Türkiye‘de su üzerinden
yürütülen politikaların ne denli kontrolsüz bir şekilde işlediğine acı bir
örnektir. Türkiye tarihi boyunca DSİ tarafından, yüzlerce depolamalı su santrali
(baraj) inşa edilmiş, ancak böylesi bir facia yaşanmamıştır. Cumhuriyet tarihi
boyunca, proje yapan, imal eden ve denetleyen bir kurum olan DSݑnin kurumsal
kapasitesi, yakın tarihimizde bilinçli bir şekilde adım adım uygulamaya konulan
düzenlemelerle düşürülmüştür. DSİ gibi köklü bir kurumun içinin boşaltılması,
yüksek bütçelerle yapılan ve uzun vadeli kullanımı öngörülen kamu
yatırımlarının, özel sektörün insafına terk edilmesi ve denetimsiz bırakılması
anlamına gelmektedir. Bugün gelinen noktada DSİ Genel Müdürü dahi "HES
inşaatlarını tek tek kendi imkânlarımızla denetleme imkânımız yoktur"
diyebilmektedir. Oysa su kaynaklarının doğru ve etkin kullanımı su yapılarının
kamu kurumları tarafından, kamu yararını gözeterek yapılması ve denetlenmesinden
geçmektedir.
Benzer bir şekilde siyasi iktidarın su kaynaklarını özel sektöre devretme
yönündeki hırsı, yaşamlarına ve derelerine sahip çıkanlar üzerindeki baskıdan
kolaylıkla anlaşılabilecektir. Metin Lokumcu‘yu ölüme sürükleyen, Gökdere‘de
insanlarımızın hayatlarını kaybetmelerine neden olan bu anlayış temiz suya
erişimi bir insan hakkı olarak ya da bir kamu hizmeti olarak görmemekte, su
kaynakları üzerindeki tüm tasarrufu özel şirketlere devretmektedir.
DSİ verilerine göre, Türkiye genelinde inşa edilmekte olan HES projeleri
sayısı toplam 1500‘ü bulmuştur. HES‘ler sadece suyun metalaştırılması ve
bu yolla doğanın tahrip edilmesi anlamına gelmemekte aynı zamanda su
kaynaklarının etrafında yaşayan insanlar için bir yaşam tarzına müdahale
anlamını taşımaktadır. Hasankeyf‘in sular altında kalmasına neden olacak ya da
Munzur‘u kurutacak hiçbir proje, kaynakların etkin kullanımı ile açıklanamaz.
Tarihten bugüne insanoğlu tüm yerleşkelerini su yakınlarına kurmuş buralarda
yaşayan insanlar için "su" sadece biyolojik bir ihtiyaç olmanın ötesinde bir
kültür inşa etmiştir.
Ülkenin her yerinde yaygınlaşan ve özellikle de Karadeniz‘de yoğunlaşan HES
projeleri dere ve nehirlerden gelir elde eden ya da oradaki sosyal yaşamın bir
parçası olan suyun halkımızın elinden alınması anlamına gelmektedir. Bu anlamda
HES projelerinin yapımı yönündeki karar alma süreçlerinde etkili olması gereken
Çevresel Etki Değerlendirme Raporları bugün artık gerçek durumu yansıtmaktan
uzak hale gelmiş, yatırımlara meşruiyet kazandırma işlevine indirgenmiştir.
Bilimsel olmayan verilere dayanarak hazırlanan ÇED raporları birer formaliteye
dönüşmüştür.
Türkiye‘nin su kaynaklarını son derece pervasız ve akıl dışı projelerle
satışa çıkaran siyasi iktidar bu tutumunu bir an önce değiştirmelidir.
Kaynakların etkin kullanımı için suyun bir hak olarak görülmesi ve su
politikalarının toplumun tüm bileşenlerinin katılımıyla yeniden düzenlenmesi
şarttır. Aksi taktirde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaşanacak ve ülkemizin
sınırlı su kaynakları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Su kaynaklarımıza ve geleceğimize zarar veren uygulamaların giderek arttığı
bir dönemde "Dünya Su Günü "nü kutlamak, söz konusu uygulamaları teşhir
etmek ve tepki göstermek anlamına gelmektedir. Suyuna ve geleceğine sahip
çıkmayı bir sorumluluk olarak gören İnşaat Mühendisleri Odası dünya su gününü bu
bilinçle sahiplenmektedir.
Ziraat Mühendisleri Odası: Suyuna sahip çıkmayan bir ülkede, 'Dünya
Su Günü' kutlanamaz
Ülkemiz, doğal varlıklar üzerindeki rant baskısının olağanüstü düzeyde
arttığı, sermayenin önünde engel (!) teşkil eden yasaların bir gecede
değiştirildiği, gerekli mühendislik önemleri alınmadığı için doğal afetlerde
birçok kişinin yaşamını yitirdiği ve kentsel alanlarda erişilebilir su
kaynaklarının giderek azaldığı bir yılı daha geride bırakmıştır. 2012 yılının
Dünya Su Günü`nde, temiz ve ucuz su kaynaklarına erişim hakkına hala gereken
önem verilmemekte ve sularımızın önü HES projeleriyle kesilmektedir. Suyun
ticarileştirilmesine yönelik eğilimler hız kazanmış, su kaynaklarımız ve doğanın
geriye dönüşü imkansız bir şekilde bozulmasına yol açacak tehlikeli bir sürece
girilmiştir.
Su yaşamın vazgeçilemez unsurudur. Yeterli ve güvenli suyun olmadığı
koşullarda tarımsal üretimin yeterliliğinden, gıda egemenliğinden ve dolayısıyla
insan yaşamının sürdürülebilirliğinden söz edilemez. Savaş nedeni olacak kadar
önemli bir kaynak olan su, alınıp satılacak bir mal değildir! Su kaynaklarının
gittikçe azaldığı günümüzde, dünyada gücü elinde tutmaya çalışanların petrolden
sonraki hedefi su olmuştur. Artık ülkelerin su politikalarında yapılacak
yanlışların bedeli çok ağır ödenecektir. Suyun bu derece önemli olduğu
günümüzde, su zengini olmadığımızın da farkında olarak, doğru su politikalarının
uygulanması gerekmektedir. Gelecek nesiller için akarsularımızı HES şirketlerine
vermekten vazgeçmeli, madenler ve sanayi tesislerinin akarsu havzalarını
kirletmesinin önüne geçmeliyiz. Çokuluslu şirketlerin sularımız üzerinde
egemenlik kurmalarına asla izin vermemeliyiz.
Su ve toprak varlıkları, devlet egemenliğinin bir parçası, ulusal
bağımsızlığın da sembolüdürler. Kıt olan doğal varlıklarımızın heba edilmesi
ülkemiz geleceğini de tehlikeye atacaktır. Bu nedenle su kaynaklarımızın
korunarak geliştirilmesi ve ulusal çıkarlara uygun olarak kullanılması yaşamsal
önem taşımaktadır. Özellikle tarımda sulama yatırımları tamamlanmalı, modern
sulama sistemleri çiftçiyle buluşturulmalı, yağmurlama ve damla sulama projeleri
yaygınlaştırılmalı, sularımızın kirletilmesinin önüne geçilmelidir.
Ülkemizde "Dünya Su Günü"nden bahsedebilmek için su bir
insanlık hakkı olarak kabul edilmeli, üzerinden kar elde edilecek bir meta
olarak görülmemeli, enerji üretimi adı altında akarsularımızın su kullanım
hakkının sermayeye devredilmesi uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, su olmazsa, yaşam da olmaz!
Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü Dr. Uygar
Özesmi ise, Birleşmiş
Milletler Dünya Su Günü'nde şunları söylüyor:
"Gezegenimizin üçte ikisini kaplayan ve vücudumuzun yüzde 70'ini oluşturan su
bir kaynak değil, bir varlıktır. Biz sudan bir canlıyız, hem de akan bir su
içinde yaşıyoruz. Bizler sonsuz su döngüsünün bir parçasıyız. Su üzerinde bizim
kadar, diğer canlıların da hakkı var. Oysa biz doğadan suyu çalarak ve
kirleterek, çocuklarımızın geleceğini çalıyoruz."
"Bugün petrol ve kömür için kazıyoruz, deliyoruz, çıkarıyoruz ve sonra
yakıyoruz. Yanan kömür ve petrol, iklim değişikliğine ve sonucunda da kuraklığa
ve afetlere neden oluyor. Kuraklık olunca da başka havzaların suyunu kentler
için borularla çekip çalıyoruz, verimli tarım arazilerini çöle çeviriyoruz. Oysa
su, besinlerimiz ve hayat döngüsü için vazgeçilmez. Suyu çılgınca tüketmek
yerine, suyu daha evde arıtarak tekrar ve tasarruf yaparak kullanmalı, endüstri
ve tarımda da az ama verimli kullanmalı, arıtarak tekrar tekrar geri
dönüştürmeli. Teknolojiyi daha fazla su tüketmek üzere değil, suyu az kullanma
teknolojilerini geliştirmek üzere kurgulamalıyız. Etkili bir su yönetimi,
ekonominin ve toplumun, iklim değişikliğinin yarattığı kuraklık ve afet
koşullarına uyum sağlamasında en önemli adım olacaktır."
Gezegenimizin tatlı su kaynakları tükeniyor
Geçtiğimiz günlerde Marsilya'daki Dünya Alternatif Su Forumu'nda su
aktivistleri tüm canlıların suya erişim hakkını korumak amacıyla bir araya
geldiler. Forum'un hemen öncesinde UNESCO tarafından yeni açıklanan 700 sayfalık
raporda dünya genelindeki temiz su sıkıntısına dikkat çekiliyor. Araştırmacılar,
iklim değişikliğinin 2030 yılına kadar, Asya ve Afrika'nın güneyindeki gıda
üretimini vuracağına dair uyarıyor.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF) Dünya Bankası için yayınladığı su
raporunda1 da iklim değişikliğinin en gözle görülür etkisinin gezegenin tatlı su
kaynakları üzerindeki dramatik değişimi olduğunu söylüyor. Burada iklim
değişikliğine ve su rejiminin değişmesine neden olan kömürlü termik
santrallerden çıkan, suyu ve besin ağını kirleten cıvayı unutmamak gerek. Cıva
su kaynaklarını kirletir, balıklarda birikir ve yiyen insanlarda sağlık
sorunlarına neden olur.
Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle, iklim değişikliğinden en olumsuz
etkilenecek ülkelerden biri. Ülkemizin su kaynaklarının azalacağı, afet
olaylarının artacağı, tarımsal üretimde ve gıda güvenliğinde azalma olacağı,
ekosistemlerde bozulma olacağı öngörülüyor.
İklim değişikliğinden olumsuz olarak etkilenecek olan Türkiye'de, iklim
değişikliğinin su kaynakları, tarım ve gıda güvenliği, ekosistemler üzerine
etkilerinin belirlenmesi konusunda bilimsel çalışmaların yapılması ve bu
çalışmaların çıktıları esas alınarak politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Bu
konuda atması gereken en önemli adım enerji geleceğini fosil yakıtlar yerine
yenilenebilir enerji üzerine kurmak, ve enerji ve su verimliliği konusunda
çalışarak arzı değil talebi yöneten politikalar oluşturmak.
|