Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.


BÖLÜM SPONSORU

“Topyekûn Bir Planlama Kültürünün Oluşması Gerekiyor”

Afet bölgesindeki kentlerin yeniden yapılanma süreciyle birlikte Türkiye genelinde ‘kentsel dönüşüm’ çalışmalarının hız kazanması süreci kapsamında Simla Sunay, MSGSÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Cemal Yalçıntan ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Simla Sunay, Serbest Mimar, Yazar
“Topyekûn Bir Planlama Kültürünün Oluşması Gerekiyor”

SS Oluşturulan bu birtakım illere göre (kalkınma vb. için) listeler aslında bir “bölgesellik” içermiyor ya da hedeflemiyor, pekibölge ölçeğinde planlama nasıl işliyor? Makro ölçekten kent ölçeğine kadar aşamalar neler? Çevre düzeni planları neye göre yapılıyor, uygulamadaki aksaklıklar neler?

MCY Piyasa dinamikleri neoliberal dönemde dayatma istemiyor ve devletler de yatırıma çok ihtiyaç duyduğundan uzun süreli bölge planlarından uzaklaşıyorlar. Bölge ölçeğinde planlama Türkiye’de de uzun bir süredir yapılmıyor. Bu yapılmadığı için kalkınmada öncelikli iller vb. kararlar güçlü analizlere dayanmayan siyasal kararlar haline geliyor. Bölge ölçeğinde sayabileceğimiz havza planlaması örnekleri var ama onların da esasen yerleşmelerin nasıl olacağına dair geliştirdikleri kararlar konusunda bir iddiaları yok; daha çok doğal olanı korumaya odaklanıyorlar. Yerleşmelerin geleceğine dair ilk aşama kararları geliştiren en üst ölçekli plan Çevre Düzeni Planı. Genellikle 1/100.000 ölçekte ve genellikle Bakanlık ihalesi ile yapıldı bugüne kadar; belirli koşullarda valilikler, il özel idaresi ya da Büyükşehir belediyeleri de üstlenebiliyor bu planı hazırlamayı. Bakanlık ihalesinin avantajı NUTs2 bölgelerine göre ihale açılması oldu. Bu şekilde birden çok il aynı ekip tarafından planlandı ve yer yer bir bölge planı ele alışıyla çalışıldı. Örneğin, benim de içinde olduğum Doğu Karadeniz (TR90) ve Orta Karadeniz (TR83) adlı iki ihale toplam 9 ili kapsıyordu. Bu sayede Karadeniz’in önemli bir bölümünü birlikte düşünerek planlama imkânımız oluştu. 

Çevre Düzeni Planı iki önemli hedefe odaklanarak geleceğe dair bir kurgu oluşturur: Sürdürülebilirlik ve yerel ekonomik gelişme. Bu stratejik kararlarla birlikte, sürdürülebilirlikle de ilişkili olarak geliştirdiğimiz yerleşebilirlik analizleri esasen yerleşmenin hangi yöne ve ne büyüklükte gelişebileceğine dair önemli bir girdi oluşturur. Bir risk (deprem, sellenme vb.), doğal kaynak ya da potansiyelle (tarım toprağı, sulak alan, maden vb.) ilişkilenmeyen, yerleşmeye uygun eğimde ve özelliklere sahip alanları belirler, bu alanlar içerisinde nüfus ve ekonomik hedeflerle birlikte düşündüğümüz gelişme alanı kararlarını veririz. Yerleşime uygun alanınız azsa ya nüfus artışını kontrol ederek az büyüyeceksiniz ya da yerleşime açık alanda yoğunlaşacaksınız, başka bir seçenek yok. Tabii, nihai yapılaşma kararlarını daha küçük ölçeklerde yapılan analizlerle veriyoruz ama Çevre Düzeni Planı bu kararlara dair önemli ve belirleyici bir aşama. Örneğin, çevre düzeni planı kompakt bir kent önermişse imar planında düşük yoğunluklu, saçaklanan bir kent planlayamazsınız.

Ama üzülerek anlıyoruz ki deprem bölgesinde gelişme alanları yerleşime uygun olmayan arazilere de çokça kaymış. Bu planların hazırlanma sürecinde pratikte şöyle bir şey olduğunu şahsen biliyorum: Çevre düzeni planı yapan ekipler genellikle o kentlerde ya da civar kentlerde çalışan ekiplerden çıktı. Bu da doğal bir durum ama şöyle bir sonuç verdi: Kendileri, çok yakın ilişkide oldukları başka ekipler veya iş alışverişi yaptıkları belediyeler tarafından hazırlanmış imar planlarında alınmış gelişme yönü ve büyüklüğü kararları yeterince sorgulanmadan kabul edildi ve Çevre Düzeni Planının gelişme alanı olarak belirlendi. Bu süreçte yukarıda anlattığım yerleşebilirlik analizlerinin yeterince belirleyici olamadığını düşünüyorum. Yani, kitapta yazanın tam aksini yapmış olduk; hiyerarşik kademelenme çerçevesinde yukarıdan (ÇDP’den) aşağıya (imar planlarına) uyulması gereken kararlar zinciri oluşturmak yerine aşağıdan alınmış gelişme kararlarını yukarıya taşıdık. Bizzat biliyorum ki bazı planlar bu şekilde hazırlandı. Bu planlarda belirlenmiş gelişme alanlarının incelenmesi ve neden böyle belirlendiklerinin sorgulanması gerekir.

SS Çevre Düzeni Planı gibi büyük ölçekli planların imar planlarıyla çatıştıkları noktalar neler? Sözgelimi kat yüksekliklerine dair imar-tadilat kararlarının sıkça değişikliğe uğraması, kat yüksekliklerinin artırılması ile çevre düzeni planları arasında bir çatışma var mı?

MCY Kitabına uygun yapıldığında riskler açısından yanlış yöne ve büyüklükte gelişme alanı belirlemiş imar planlarını tespit ederek düzeltme imkânı verir Çevre Düzeni Planı. “Bu kent 20 sene sonra şu sektörler üzerinden, şu özellikleri korumak suretiyle gelişecek; nüfus hedefi yaklaşık XXX olacak; yerleşime açabileceğiniz alanlar sınırlı olduğundan kompakt (yoğun) bir yerleşme modeli tercih edilmesi gereken bir yerleşmedir” gibi size imar planlarında rehberlik edecek kararlar üretilir. İmar planlarında sizin yapmanız gereken de sunulan rehbere uygun kararlar geliştirmek ve bunları giderek uygulamaya esas kılacak hale getirmektir. Ama çevre düzeni planları Türkiye’de çok geç hazırlandı; birçok kentin imar planları zaten vardı ve bu planların kararlarını değiştirmek de yerel siyasetin alanına girdiğinden oldukça güçtü. Bizim gibi yerel olmayan ve çok büyük alanlarda çalışma yürüten plancılar Çevre Düzeni Planlarında imar planlarını bozucu kararlara cesaret etti ama çoğunluk imar planlarını esas aldı. Zaten Karadeniz’de bizim aldığımız kararların da uygulanmadığını, yanlış yön ve büyüklükte gelişme alanı belirlemiş imar planlarının uygulanmaya devam ettiğini söyleyebilirim. Orada da biliyorsunuz sellenme çok büyük bir problem… Üst ölçek plan açısından gecikmişlik ve yerel siyasetin işleyişi ÇDP ile imar planları arasındaki bu gerilime neden oldu diyebilirim. Yani düşünün İstanbul’da alınmış nüfus hedefi, gelişme alanları gibi kararların çoğu bizzat merkezi yönetimin tercihleri ile kadük hale getiriliyorsa yerel siyasetin ÇDP’na uygun davranmasını ne kadar bekleyebilirsiniz ki! Belli ki planlamaya dair bir gelenek oluşturamamış durumdayız. Elbette imar planı değişiklikleri de ÇDP ile getirilmiş kararları zaman zaman zorlayabiliyor.

Ne yapabiliriz? Mevzuatta afetlerden sakınım çerçevesinde yerleşebilirlik meselesini daha sıkı koşullara bağlamayı düşünmeliyiz. Tabi sadece yasama ile çözülebilecek bir sorun değil bu. Belediyelerde çalışan plancı arkadaşların çok dikkatli olması, ÇDP’na aykırı gördükleri kararları meclise taşımamaları veya aykırı olduğu bilgisi ile taşımaları gerekiyor. Yoksa sorumluluk onların! Yine sivil toplum ve meslek odalarının da meclisin onaylaması halinde bu tip planları idari yargıya taşımaları gerekiyor ki öngörülmemiş gelişme alanları ve yoğunluklar oluşmasın! İdari yargı da meseleyi bu kapsamda ele alırsa mesleki ve sivil denetimin önemli bir fonksiyonu olabileceğini düşünüyorum. Uzmanın şerhi ve meslek odasının/sivil toplumun bu şerhle birlikte itirazı güçlü bir yol olabilir. Tabii bu noktada da uzmanın iş güvenliği meselesi sorun olmaya başlıyor. Özellikle küçük belediyelerde uzmanın şerhi bugünkü koşullarda çok ender görebildiğimiz bir durum…

Topyekûn bir planlama kültürünün oluşması gerekiyor diyebilirim. Yerel ve merkezi siyasetin aktörleriyle birlikte, kentte yaşayan toplulukların, diğer kamu ve özel kurum ve kuruluşların, mimarlık dahil ilişkili meslek alanlarının ama en önce planlama meslek alanının kabul ettiği, geliştirdiği, sahip çıktığı bir kültür…

SS İmar planlarından devam edebiliriz…Depremle yapı yoğunluğu ilişkisi de önemli bir mesele, ilk sorunun cevabında da biraz bahsetmiştiniz, açabilir miyiz?İmar planlarına getirilebilen "yoğunluk artışı" kararı ne anlama geliyor ve ne gibi sonuçlar/riskler doğurabilir? Örneğin, Adıyaman merkezde, depremde tümüyle yıkılan Grand İsias Oteli’nin 5 kattan 7 kata kadar çıkması böyle bir karar sonrası olmuş diye biliyoruz…

MCY Yoğunluk artışı basitçe imar açısından mevcut yapı yoğunluğunun arttırılması kararıdır. Yani üç katlı yapıların olduğu bir yere altı kat izni verirseniz, imar planıyla öncekine göre iki kat daha fazla inşaat alanından, genellikle de daha yüksek yapılardan oluşmuş bir doku oluşur. Bu yapılar mevcut sokak dokusu üzerinde inşa edileceği için bu yoğunluk sokakta yaşayan, yürüyen için hissedilir bir yoğunluk haline gelecektir. Tabi yapı yoğunluğu aynı zamanda nüfus yoğunluğu ve araç yoğunluğu anlamına da gelir. Mevcut yerleşmenin içinde, aynı yerde yoğunlaştığınız için nüfusun ve araçların ihtiyaç duyduğu altyapı ve donatıların artması pek mümkün olmaz. Tabi deprem gibi büyük felaketlerde bu tip yoğun alanlar çok daha zor koşullar yaratacaktır. Toplanmanız sorun, tahliyeniz sorun, kurtarma çalışmaları sorun; her şeyin çok daha sorunlu hale geldiği koşullar oluşacaktır. İlk soruda aktarmaya çalışmıştım; herkesin kendi arsasına ve yapısına daha fazla rant yani daha yüksek imar talep ettiği bir ortamda kaçınılmaz bir sonuçtur ve bu sorunun giderilmesi ancak mülkiyet haklarının sınırlandırılması, rantın yüksek oranda vergilendirilmesi ile mümkündür.

Ancak İsias Otel örneğinde önce 5 katlı verilmiş inşaat ruhsatının inşaatın önemli bir kısmı tamamlandıktan sonra 7 kata çıkarıldığını öğrendik ki, bu bir cinayet! Burada mevcut düzenlemelere tamamen aykırı bir uygulama var…

SS Hepimiz biliyoruz ki deprem kentsel dönüşüm için “geçerli” bir gerekçe olarak görüldü ve bu uygulamaya da yansıdı. Ancak “kentsel dönüşüm” çok tartışmalı bir kavram. Kentsel dönüşüm ile deprem ilişkisi sizce nasıl kuruluyor? Kentsel dönüşümün halihazır uygulamaları hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

MCY Bu konuda çok konuştuk ve kimsenin dinlemiyor olmasından dolayı da umudu kestik, sessizleştik maalesef. Özetle şöyle cevaplayabilirim: Türkiye’de kentsel dönüşüm 1999 depreminden sonra gündeme geldi. Öncesinde kentsel dönüşüm kavramı, uygulaması, mevzuatı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla kentsel dönüşüm bende direkt depremi çağıran bir kavram. Zaten konuşmaya başladıktan uzun yıllar sonra çıkan 6306 sayılı yasayla da kentsel dönüşüm afet/deprem ilişkisi net bir şekilde kuruldu. Afetler genel anlamda kentsel dönüşümün öncelikli gerekçesi olarak sunuldu ama elbette kentsel dönüşüm literatürüne baktığımızda düzensiz, sağlıksız yapılaşma, eskimiş yapı stoğu, işlevini kaybetmiş sanayi, liman vs konuları da kentsel dönüşüm bağlamında düşünebileceğimizi biliyoruz.

Depremle kurulmuş bu güçlü ilişkiye rağmen, benim örneklerini iyi bildiğim İstanbul’da kentsel dönüşüm alanlarının deprem riski açısından güvenli sayabileceğimiz zeminlere sahip mahallelerde ilan edildiğini, çoğu zaman rantın öncelikli motivasyon olduğunu, geliştirilen projelerin uygulanmasıyla yerinden edilmelerin yaşandığını, mahallelerin sosyo-ekonomik koşullarının dikkate alınmadığını vs. gördük. Birinci tespit kentsel dönüşüme dair kapsamı doğru yerleştiremedik, rant odaklı kurduk. İkincisi dönüştürdüğümüz alanlarda yaşayan insanlara uygun bir dönüşüm modeli geliştiremedik, onları yok saydık, çoğu zaman yenilemenin ötesine geçemedik. Depremle hiçbir ilişki kurulmayınca da doğal olarak bu projelere karşı çıktık. Literatürde kentsel dönüşümün kapsamının fiziki yapının yenilenmesin ötesine geçmesi bekleniyor; ekonomik sosyal anlamda bir canlanmayı da içerecek şekilde kurulması öngörülüyor. Evet, bizde formüle edildiği ve uygulandığı haliyle kentsel dönüşümle aram pek iyi değil ve Cumhurbaşkanının suçlu ilan ettiği kentsel dönüşüm karşıtları arasında yer alıyorum. Ama kabul görecek kentsel dönüşümü de defalarca anlatmaya çalıştık; afetlere direnç geliştirmeyi önceliğine alan, binaları güçlendirme ve yenilemeyle birlikte içinde yaşayan toplulukları da güçlendiren, içinde bulunduğu kentle ilişkisini arttıran bir kentsel dönüşüm mümkün dedik. Bunları talep ettik diye suçluysak, varsın öyle olsun!

SS Uzun süredir kamuoyunun konuştuğu bir diğer kavram da “deprem toplanma alanları”. Deprem toplanma alanlarının işlevi ve donatıları neler? Planlamada bu kapsamla yeri var mı? 6 Şubat depremlerinin etkilediği bölgede deprem toplanma alanları kentsel planlamada belirlenmiş miydi?

MCY Mevzuatta “deprem toplanma alanı” imar planları kapsamında tanımlanmıyor, dolayısıyla imar planlarında deprem toplanma alanlarının gösterilmesi de kanuni açıdan zorunlu değil. Deprem toplanma alanı kadar önemli bir diğer karar da “tahliye koridorları”; bunlar da imar planlarında gösterilmek zorunda değiller. Zaten toplanma alanları ve tahliye koridorlarına ilişkin kararlar imar planlarında alınmıyor; bu kararları AFAD alıyor, bazen de belediyeler inisiyatif alıp belirleyebiliyor. Planda gösterilme zorunluluğu olmaması ciddi bir eksiklik. Toplanma alanı olduğunu planda göremediğiniz açık bir alan hakkında yapılaşma kararı getirebiliyorsunuz; nitekim İstanbul’da bir gazete haberine göre son on yılda toplanma alanlarının yüzde 70’i yapılaşmaya açılmış durumda.

Toplanma alanları ve tahliye koridorlarının imar planlarına muhakkak işlenmesi gerekiyor. Hatta kenti çok iyi çalışarak karar üreten imar planları ile belirlenmesi de söz konusu olabilir. Ayrıca bu iki kararın İBB Genel Sekreteri Buğra Gökçe’nin önerdiği şekliyle “imar planlarında değiştirilemez” hükmü ile ya da çok ama çok sıkı kurallara bağlanarak değiştirme opsiyonu tanınacak şekilde imar mevzuatına eklenmesi gerekiyor.

SS Tüm ülke için tek bir deprem yönetmeliği uygulanıyor; bunda depremin bölgesel değil ülkesel bir sorun olduğu yaklaşımı belirleyici. Bu yaklaşım olumlu olsa da; bu depremle öğrendik ki Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı farklı fay davranışları göstermenin yanında farklı yer kabuğu özelliklerine de sahip. Bu durumda deprem yönetmelikleri bölgesel olarak daha ayrıntılı hazırlanabilir mi?

MCY Bu soru benim uzmanlığım dışında kalıyor; deprem bilimcilerin ve onların aktardığı bilgilere göre inşaat mühendislerinin çalışması ve kararlaştırması gereken bir konu. Mantıken diyebileceğim şundan ibaret; gerçekten de faylar farklı özellikler gösteriyorsa ve bu özellikler karşısında alabileceğimiz teknik önlemler varsa muhakkak bunların yönetmeliklerle tanımlanması beklenir. Bu özellikler yere özgü değişiklikler gösteriyorsa da elbette bu düzenlemelerin bölgesel/yersel detayda hazırlanması gerekecektir.

SS TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’nın iki yıl önce gündeme taşıdığı ve bazı vekiller tarafından TBMM’ye sunulan ve TMMOB içinde tam uzlaşılamayan “fay yasası teklifi”, İçişleri Bakanının üç kez basın önünde “Yasayı çıkarıyoruz” açıklamalarına karşın çıkarılamadı. Yasa, 6 Şubat depremleri ardından yeniden gündeme geldi. Bu teklif ve tartışmaları hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

MCY Bu fay yasası teklifi bir taslak olarak elime geçmiş değil. Gazetelerden gördüğüm kadarıyla faya belirli bir mesafeye kadar yapılaşmaya izin verilmemesini zorunlu tutan bir düzenleme öneriliyor. Ne kadar gerekli emin değilim; yeni bir yasa yerine imar mevzuatına ekleyeceğiniz bir maddeyle bu düzenlemeyi yapabilirsiniz. Madem durum deprem bölgesinde gördüklerimiz kadar kötü ve fayın üzerine yapılmış yapılar var; o zaman bu düzenlemenin yapılması da iyi bir fikirdir diye düşünüyorum. Ama planlamanın kitabi olarak uygulandığı bir durumda zaten fay çizgisi üzerine de yakın çevresine de yapılaşma izni vermezsiniz!

 

SS Bu kısma kadar daha çok deprem öncesine dair planlama meselelerini konuştuk, peki, “deprem sonrası” kent planlama yöntem ve önerileri hangi aşamaları içeriyor?

MCY Depremin şiddeti ve verdiği hasara göre farklı şekillerde yanıtlanabilir bir soru. Bugün misal Antakya’da farklı Antep’te farklı düşünmek durumundayız. Ya da tamamen yok olmuş bir yerleşme olan Nurdağı’nda farklı yaklaşmalıyız planlama ve dolayısıyla yeniden inşa süreçlerine…  

Şöyle yaklaşmak makul görünüyor; öncelikle deprem bölgesinde kalmış insanların barınma ihtiyacını çözmeniz lazım. Bu da ilk etapta çadır, ikinci etapta geçici konutlarla çözülmesi gereken bir mesele. Çadır kentlerde ve geçici konutlarda bir yandan da insanların sosyal ve ekonomik anlamda ayakta kalmalarını sağlayabilecek bir mekanizma da kurmanız gerekiyor. İdealinde bu alanların Deprem/Afet Master Planında belirlenmiş olması beklenir. Geçici barınma sorununu insan onuruna uygun şekilde çözdükten sonra kalıcı konut alanlarını kentin bütün diğer fonksiyonlarıyla birlikte düşünmeniz ve planlamanız gerekiyor. Tabii, önce, yerleşebilirlik analizleri; hem riskler ve tehditler hem mevcut değerler, kaynaklar ve potansiyeller açısından… Buradan çıkan sonuçlara göre rasyonel bir yerleşme alanı seçimi gerçekleşecek, ardından da çalışma alanları, kentsel hizmet ve donatıları, rekreasyon ve ulaşım imkanları ile birlikte düşünülmesi gereken konut alanları belirlenecektir… Tabii bütün bunların varsa kentin ayakta kalan ve yaşamaya devam edecek kısmıyla kurması gereken ilişkiler… Eski yerleşmeden yenisine taşımak isteyeceğiniz kimlik; tarihsel, kültürel, sosyal ve ekonomik özellikler… Yani öyle “konutları yapacak alanları belirledik, haydi vaziyet planı ve konut tip projelerini hazırlayın” popülizminden uzak, planlamanın çok boyutlu, kapsayıcı ve uzun dönemli yaklaşımını esas alan bir planlama süreci. Bu süreç bir yandan da önceki yerleşmede kolay kolay çözemeyeceğiniz bazı sorunlara çözüm imkânları oluşturacaktır. Fay hattının üzerine yerleşme yapıldıysa her halde yeniden inşa sürecini aynı noktada yapmazsınız! Acele ederek, bir felaketten kaçarken başka felaketlere davetiye çıkarmamak, iklim krizi gibi küresel meseleleri de dikkate alan bir yeni yerleşim planlamak gerekir. Tüm bunları da açık, katılımcı ve demokratik bir planlama sürecinde geliştirmek mümkün. Deprem felaketini geçirmiş ve kentini terk etmiş insanların yeniden o kentte yaşamak isteyecekleri bir motivasyonu ve yaşayabilecekleri imkanları onlarla birlikte geliştirmek durumundasınız. Aksi taktirde eski gerçeğine ulaşamayan şehirler oluşacaktır.

SS “Afet planlama” alanına giriyoruz sanki; peki, afet planlama ile şehir bölge planlama arasındaki ilişkiler nasıl işliyor? Bambaşka iki şeyden mi söz ediyoruz? Çatışma noktaları var mıdır, varsa neler?

MCY Afet planlama esasında şehir ve bölge planlamadan ayrı, farklı bir şey olarak düşünülmemeli. Nihayetinde planlama faaliyetlerinden bahsediyoruz ve iş birliği içinde, koordine bir halde çalışmak mümkün. AFAD’ın şehir planlama çalışmalarından çekebileceği, faydalanabileceği birçok veri var; aynı şekilde AFAD’ın belirlediği toplanma alanları, tahliye koridorları vs imar planlarına da işlenmeli, hatta değişmez karar olmalı diyoruz. Bu alanlar imar planı hazırlama sürecinde birlikte de belirlenebilir ve her imar planlama çalışmasında yeniden ele alınarak revize edilebilir. Şu an bu eşgüdüm olmadığından AFAD toplanma alanı olarak belirlediği bir alanın plan değişikliği ile neye dönüştüğünü göremiyor; bu alanın toplanma alanı olduğunu bilmeyen planlama aktörleri de bir değişiklik yapmak istediklerinde AFAD’ın görüşüne başvurmuyorlar.

SS Bu depremle birlikte “ilçe yıkım kararı” diye bir durumla da karşılaştık. Sizin de daha önce bahsettiğiniz Nurdağı örneğinde alınan “ilçe yıkımı kararı” sonrası nasıl bir planlama süreci işletilebilir? Nurdağı’ndaki mülk sahiplerinin bu karar sonrasındaki durumu ne olur?

MCY Nurdağı şimdiye kadar karşılaşmadığımız bir örnek; neredeyse ayakta kalan hiçbir şey yok.. Önce, insanların süreç boyunca olası mağduriyetlerinin önüne geçecek geçici barınma imkânlarından, doğrudan ayni yardıma, eğitim ve sağlık hizmetlerinin sunumuna kadar çeşitli mekanizmalar oluşturulmalıdır. Sonra, yukarıda tanımlamaya çalıştığım süreç çalıştırılmalıdır. Elbette eski kentin ruhu aynen aktarılamaz ama biraz dikkat ve sabırlı çalışmayla öncekinden daha iyi işleyen bir kent kurulabilir. Bu kenti ayağa kaldırmak istiyorsanız orada yaşayanların planlama ve yeniden inşa sürecine bizzat katkı vermesi gerektiğini de unutmayınız. Yaşadıkları yere dair yeni bir umut oluşturamayan insanların hatıralarını da alıp göçtüklerini/göçeceklerini düşünüyorum.

Cumhurbaşkanlığı KHK’sında deprem bölgesi geneli için mülkiyet haklarının sınırlandığını biliyoruz. Acil kamulaştırma ve imar hakkı transferi gibi çeşitli araçlar kullanılarak insanların mülklerine ilişkin tasarrufları bir şekilde yönetilecek. Planlamada genel anlamda mülkiyet haklarının kısıtlanmasına sıcak baktığımdan, umarım bu kamu yararına yorumlanabilecek etkili araçlar hakça ve iyi bir yerleşme kurmak için kullanılır ve daha önce birçok örneğinde gördüğümüz gibi amacından koparılmaz diyebiliyorum. Tabii aynı KHK ile planlamanın zaman kaybı olarak görülüp baypas edildiğini ve hızla ihale pazarlıklarının başladığını görünce bu iktidarla anlattıklarım çerçevesinde çok da yol alamayacağımızı, geliştirilen araçların da amaçları dışında kullanılmaya devam edeceklerini öngörmek çok da zor değil maalesef!

SS Çok teşekkür ederim.

Fotoğraflar: Anadolu Ajansı, İHA

TÜMÜNÜ GÖSTER HABERİN DEVAMI:   1  |   2
http://www.yapi.com.tr/haberler/topyekun-bir-planlama-kulturunun-olusmasi-gerekiyor_197923.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!