Kadın ve Mimarlık, Gül Berrak Sert
Kadın ve Mimarlık 1 Gül Berrak Sert "Ünlü bir kitaplığın bir kadın tarafından lanetlenmesi, o kitaplık için hiçbir şey ifade etmez. O tüm hazineleri yüreğinin içinde güvenli bir biçimde gizlemiş, saygın ve sakin, gönül rahatlığı içinde uyuklamaktadır ve benim açımdan da, sonsuza dek uyuklayacaktır. Bir daha hiçbir zaman o yankımaları uyandırmayacak, o konukseverliği beklemeyecektim, öfkeyle merdivenlerden inerken buna yemin ettim."2 Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, 1928 1928'in bir Ekim günü Virginia Woolf, halasının bıraktığı mirasın sağladığı olanaklarla, bir otel odasında yazı yazan bir kadın olarak, Thackeray'a ait "Esmond" elyazmasını bulmak amacıyla Oxbridge'deki ünlü kütüphaneye girme teşebbüsünde bulunmuştu. Fakat bir fakülteli eşliğinde ya da bir tavsiye mektubuyla gelmediği takdirde girmesine izni yoktu. Toplumdaki cinsiyet ayrımını içeren yapılanma bu olayın yaşanmasının nedeni olmuştur. Kadınların dünya nüfusunun yarısını oluşturmasına rağmen kadın ve erkek hiçbir zaman eşit olarak değerlendirilmemiştir. Bu durum feministler tarafından ortaya atılan bazı tartışma ve girişimlere yol açmıştır. "… kadın ondokuzuncu yüzyılın en özgün tarihi formlarından biridir… Kadın, görmenin ve görmemenin, temsil edilebilmenin ve edilememenin aynı anda var olduğu yeni bir tarihi rejimin kaçınılmaz işareti olmuştur. "3 Mimarlık ise sosyal bir oluşum olarak cinsiyet ayrımını birçok açıdan içermektedir. Öyle ki bu durum bir çok mimarlık teorisyeni tarafından araştırılmıştır. Bu ayrım, mimarlık teorisinin mimarlık tarihi ve pratiği bağlamları içinde, bazı feminist gruplar tarafından sorgulanmıştır. Jane Rendell, Nothingham Üniversitesi'nin mimarlık bölümünde önemli bir öğretim görevlisi aynı zamanda "Gender, Space, Architecture, An Interdisciplinary Introduction" kitabının editörlerinden biri olarak cinsiyet ve feminizmi mimarlık sınırları içinde şöyle açıklar: "Geçtiğimiz yirmi yıl içinde, mimari tarih ve tasarım disiplinleri çarpıcı bir şekilde değişmiştir. Bir taraftan feminist mimari tarih, kadın mimarların eleştirel bir cinsiyet ayrımcılığı üzerinden mimari temsiliyetlerin tarihini yorumlamasıyla yol katetmiştir. Diğer taraftan ise, mimarlık pratiğini yerine getiren kadın mimarlar cinsiyet ayrımcılığı sorununa tarafsız kalma ve bu soruna karşı kendi feminist tutumlarını açıkça ortaya koyma arasında kalmışlardır. Diğer disiplinlerin de müdahalesiyle, cinsiyet ayrımcılığına dair teoriler mimari pratiğin tanımlarına ek olarak süreç, ürün, çizim ve yapıyı da içine almıştır. Böylelikle, tasarım, tarih ve teori arasındaki ayrım artık olduğundan fazla, ancak daha belirsiz bir hale gelmiştir." 4 Bu çalışma süresince cinsiyet ve mimarlık arasındaki ilişkiyi açıklamak için üç ana başlık ele alınacaktır. Mimar Olarak Kadın Bina üreten mimarlar arasında süregelen cinsiyet ayrımı sorunu Jane Rendell'ın Gender, Space and Architecture adlı kitaptaki giriş yazısında şöyle sorgulanmıştır: "Kadınlar mimariyi farklı mı uyguluyorlar? Bu farklılıklar nasıl kendini gösterir? Kadınların estetik değerleri, mekana ve zamana dair algı biçimleri farklı mıdır? Kadınlar malzemeleri farklı mı görüyor, pratik uygulamalarını farklı mı düzenliyor, farklı tasarım metodolojilerini mi tercih ediyor? Dahası bu farklılıkları nasıl açıklarız? Kaynağı biyoloji ya da toplum mu? Eğer kadınların tasarıma yaklaşımlarının özel olduğuna inanıyorsak, bunun sebebi kadınların erkeklerden farklı bir fiziksel yapıya sahip olması yaratımsal süreçlere, objelerin üretimine, mekana, kelimelere ve nesnelere karşı farklı duyarlılıklara sahip olması olabilir mi?" 5 Erkekler tarafından yönetilen bir alan olan mimari pratik, bir şirketin sahibi olmaktan inşai süreçlere kadar akademik hayatın da payını aldığı erkek egemen bir çoğulculuk anlayışıyla sürdürülmektedir. "Women and Architecture" adlı makalesinde Lynee Waller kadınların onyedinci asırdan ondokuzuncu asra kadar amatör gelenekler içinde çalıştığını belirtmektedir. Zaha Hadid, Eileen Gray, Truus Schröder, Charlotte Perriand gibi mimarlar kendi şirketlerinin sahibi olan kadın mimarlar olarak karşımıza çıkmaktadır ki bu da mimarlık alanında çok karşılaşılan bir durum değildir. Öte yandan bazı mimarlar çoğunlukla eşleriyle ortaklık kurmakta, ya da bir şirkette tasarım ekibinin parçası olmaktadır. Bu kadınlar çoğu zaman silik ve kendi mesleki tutum ve niteliklerini dile getirme şansından yoksun bireyler olarak kalmaktadırlar. Dennis Scott Brown "Gender, Space and Architecture" isimli makalesinde kendi çalışmalarının Robert Venturi'ye mal edilmesinden yakınıyor. Erkek egemen başka bir alan da akademik dünyadır. Journal of Architecture'ın Ekim 1991 sayısında Adele Santos değinmektedir ki: "Mimarlık dünyasındaki birçok kadın akademisyen tasarım yerine tarih, planlama hatta psikoloji öğretmektedir. Tasarım öğrettikleri zaman kadınlar en hassas ve talepkar olan birinci sınıf stüdyolarını tercih ediyorlar."6 Tasarımcılar olarak kadın mimarlar koşullar karşısında gösterdikleri farklı tutumları itibariyle erkek meslektaşlarından ayrılırlar. Yapının tasarım ve üretim aşamasında sergiledikleri duyarlılıklar onları mesleki alanda bazı koşullarda erkek meslektaşlarından geri düşürebilecek kadar hassas kılar. Erkek egemen bir mesleki ortamdaki varlıkları farklı estetik tutumlarıyla birleştiklerinde onların ilham kaynaklarını da özel kılar. Ilhamın erkek öznenin yaratıcılığını tetikleyen dişil bir kavram olduğuna dair genel bir kanı olmasına rağmen bu durum kadın ve erkeğin hem etki hem de etkilenen olabileceği karşılıklı bir süreçtir. Kadın ve Şehir Mimarlık alanında kadını ele aldığımızda konunun şehir, yapılı çevre, sosyal ve kültürel hayatla derinden ilintili olduğu açıktır. Kadının kentteki hassas konumu önemli bir olgudur. Bu oluşum içinde kadın kendini nasıl konumlandırır ve koşullar tarafından nasıl konumlandırılır? Kadın varlığının ve mimarlıktaki olumlu ilerlemesinin yadsıması kadının toplumdaki yeriyle paraleldir. "Kadının varlığını gizleyerek şehrin dahilinde onu göstermeyerek veya görünmez kılarak teorisyenler post modern kenti cinsiyetsiz kılmaktadırlar."8 Kentin ve kent sosyal hayatının düzenlenme süreci sırasında sosyal mekan, ev ve paylaşıma kapalı mahremiyet alanlarının aksine iki cinsin bir araya gelmesi ve sosyal yaşamı paylaşması açısından önemli bir tamamlayıcıdır. "…sosyal alan toplum tarafından üretilir temsiliyetleri ise mimari tanımlamalar değil, toplumsal eylem ve fiziksel mekan arasındaki kestirilemez ilişkinin ürünüdür."9 Kadın ve Ev Savaş süresince evinde bekleyen kadın sosyal hayatın gerçek bir elemanı değildi. Savaş ardından yaşanan ekonomik gelişmeler ve buna bağlı ortaya çıkan tüketimci özne rolü çoğunlukla kadına uygun görülmüştür. Böylelikle kadın birçok zorunluluğundan özgür kılınırken kentsel hayatın ve önüne konulan olanakların tanımlanmış bir öznesi olup, erkek egemen politikalar dahilinde kurmaca bir çeşitliliğin ve belirgin olmayan sınırlamaların hedefinde kendini bulur. Bu bağlamda mimarlığın sözü edilen uygun ortamın sağlanmasında baskın bir rolü vardır. "En yüksek üretimi ve tüketimi eşzamanlı olarak hedefleyen bir toplumda sosyal ve bireysel kesimler ayrı ama tamamlayıcı roller üstlenirler. Mimarlık da bu cinsiyet ayrımcı yapıyı güçlendirmek ve yeniden üretmek adına hem kadın hem de erkek adına etkili imgeler üretimine hizmet eder."10 Bu imge üretiminde ev, kadının tüketime ve özelleşmeye teşvikinde ana araçtır. Ev kendi imgesiyle ve kadının ona özel araçlarla çevrelenmişliğinin yansıtmasıyla kadını ona verilen konumu kabule ikna eder. Mark Wigley kadının evdeki imgesini açıklarken Leon Battista Alberti'nin "On the Art of Building in Ten Books" isimli kitabına değinir: "Kadınlar mümkün olduğunca dış dünyadan ayrı bir biçimde sıralanmış mekanların derinliklerine kapatılmışken, erkekler bu dünyaya açıktır. Ev alenen kadınların evcilleştirilme mekanizması olarak anlaşılmaktadır."11 1. ODTÜ Mimarlık Fakültesi, ARCH 709 House and Discourse, Yard.Doç.Dr. Ali Cengizkan. 2. Penguin Group, s. 10 3. M. Christine Boyer, Crimes In and Of The City: The Femme Fatale As Urban Allegory, The Sex Of Architecture, Ed. Diana Agrest, Patricia Conway, Leslie Kanes Weisman, New York: Harry N. Abrams, Inc., 1996, s.104. Jane Rendell, Gender, Space, Architecture, Part 3-26, s.226 4. A.g.e., s:225 5. Architecture, Ekim, 1991, s. 23. 6. Anne Griswold Tying, From Muse to Heroine, Architecture: A Place For Women, Washington: Smithsonian Institution Press, 1989, s.171. 7. M. Christine Boyer, Crimes In and Of The City: The Femme Fatale As Urban Allegory, The Sex Of Architecture, Ed. Diana Agrest, Patricia Conway, Leslie Kanes Weisman, New York: Harry N. Abrams, Inc., 1996, s.97. 8. A.g.e., s:.249. 9. A.g.e., s:.204. 10. Mark Wigley, Untitled: The Housing Of Gender, Sexuality andSpace, Princeton University School of Architecture Press, 1992, s. 332. Yazının yayınlandığı yer: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Bülten, 30, 2005, s. 24-26.
|
