Kadınlar ve Güç: 16-17 yy İstanbul Mimarlığının Bani Kadınları
Firuzan Melike Sümertaş
Tarih yazıcıları, araştırmacılar, 20. yy'ın son çeyreğinden beri, daha öncelerde çok da değinmedikleri bir konu olan, "kadınların tarihi"ni tanınma, tanımlanma ve yazmaya yoğunlaştılar. Bunun getirisi olarak da, hem elde var olan bilindik kaynakları, hem de sonradan ortaya çıkan farklı kaynakları, yeni bir bakış açısıyla incelemeye başladılar. Daha önceleri kaynak olarak değerlendirilmemiş çeşitli belgeler, örneğin mektuplar ve günlükler de bu kapsamda ele alındı ve irdelendi. Bu yaklaşımın uygulandığı alanlardan bir tanesi de Osmanlı Tarihi ve Osmanlı Kadınları oldu.
Osmanlı kadınını duvarların ardında, kilit altında, görünmez addeden ve varlıklarını cinsel kimlikleri ile tanımlamaya çalışan "şarkiyatçı" bakış bir yana bırakıldı ve kadının kamusal alandaki izlerini mahkeme kayıtları, çeşitli görsel ve yazılı dokümanlar ve mimarlık gibi bağlamlarda araştıran yeni çalışmalar ortaya çıktı. Kadının izlerini kamusal alanda izlemeye başlayan bu çalışmalara paralel bir anlayışla, bu yazıda 16 ve 17. yy da Osmanlıda, saray kadınlarının bir varlık ve güç gösterisi olarak mimarlıktan nasıl faydalandıklarının ve ortaya çıkan mimarlık ürünlerinde ne gibi farklılıklar yaratmış olabileceklerinin peşine düşeceğiz.
Kadın ve Güç:
Öncelikli olarak, konumuz olan Osmanlı Sarayı kadınları ve onların "güç"le, "varlık gösterme"yle olan ilişkilerini aydınlatmak gerek. Tarih yazımının son zamanlara kadar kadınlar üzerindeki bakış açısının eleştiriden uzak, görüneni kabul eden bir yaklaşıma sahip olduğundan bahsetmiştik. Benzeri bir yaklaşımla, cinsiyetlerin ayrılmasının üzerine kurulan genellemeler dönem kadınlarını duvarlar, kapılar ardında kilitli kabul eder (Peirce 1992, 41).
Harem kapılarından içeri girmemiş gözler, hayallerinde canlandırdıkları kadını, cinsel kimliği ön plana sürülmüş, bireysel varlıktan yoksun, varlığını ve eril dünya ile ilişkisini cinsel kimliği üzerinden tanımlamaya çalışır (Peirce 1992, 41). Oysaki son 15- 20 yılda yazan pek çok yazardan okuduğumuz üzere, Islam toplumunda olduğu gibi, haremde de asıl olan cinsel kimlikten ziyade üreme politikalarıdır (Peirce 1993, 1). Bir kadının sultanla olan ilişkisinin
sınırlarını, süresini ve şeklini denetleyen bu politikaların karar mekanizması, haremin kendi
hiyerarşisi içinde kurgulanmaktaydı. Bu bilgi, özellikle, haremde kadınların kazandığı gücü, sultan üzerindeki cinsel etkilerine bağlamak isteyen bakışı kırması açısından önemlidir.
Osmanlı hanedanında, aile sultan kadar önemli idi. Halk arasında, saltanat tebaasında, sultan hanesindeki bir karışıklığın devlet düzenine de yansıyacağına inanılırdı (Peirce 1993, 353). Sultan her ne kadar nihai güç ve otorite olarak bilinse de onun da davranışlarını kontrol altında tutan, tebaanın genel kanaati ve yazılmamış kurallar bütünü idi. Bu kurallar sultanın kendisi için olduğu kadar ailesi için de geçerli idi. Benzer kurallar bütünü saraydaki kadınlar için ulema tarafından konmuştu. Kadının sosyal hayattaki varlık gösterisini reddeden geleneksel görüşü kabullenen ulema, bu görüşü fetvalarında dini olmayan yazılarında da
belirtmiştir. Peirce, ulemanın yazılarıyla sınırlı kalan bir incelemenin kadınların varlık izini araştırma konusunda oldukça dar bir çerçeve sunacağını savunmakta ve bu durumun araştırmacıyı kadınların sosyal hayattaki varlık gösterilerinin kural dışı olduğu ya da hiç olmadığı gibi yanlış sonuçlara vardırabileceği konusunda uyarmaktadır (Peirce 1993, 269). Aynı zamanda, bu cinsiyet ayrımının varlığı özellikle saray kadınların "güçsüz" oldukları anlamına gelmemelidir (Peirce 1993, 270). Dikkat çekici bir nokta ise, kadınlar üzerindeki kontrolün, aslında Osmanlı idarecileri için bir tür güç gösterisi olmasıdır. Çünkü bu güç gösterisi aslında güçleri ve belirginlikleriyle dikkati çeken saray kadınları üzerinden yürütülmektedir. Kadınlar, özellikle, bir sonraki neslin olası sultanlarının anneleri oldukları zaman bu durumun odağında olmuşlardır. Imparatorluğun kuruluş yıllarında, daha çok sultanın eşi olmak sıfatıyla etkili oldukları söylenen kadınların, değişen hane içi üreme politikaları nedeniyle, 15. yy dan itibaren güç edinimleri daha çok annelik sıfatıyla ilişkilendirilmiştir. Bu dönemden itibaren kadınların güç edinimlerinin bir başka nedeni olarak da, sarayda kadınların yaşadığı bölüm olan haremin divan toplantılarının yapıldığı kubbealtına yakın olması ve bu sayede de kadınların toplantıyı dinleyebilmeleri ve iktidar söylemlerinden haberdar olmaları gösterilmiştir. Haremin içinde yer alan altın yolda yapılmış ve doğrudan kubbealtına açılan bir pencere sayesinde haremde yaşayan kadınlar
saltanat yönetimine ait bilgiye kolaylıkla ulaşabilmişlerdir (Necipoğlu 1991, 175).
Tabii ki burada asıl altı çizilmesi gereken bir başka önemli bilgi, Kanuni Sultan dönemiyle birlikte sultanın hanesiyle, kadınlarının hanesinin birleşmiş olmasıdır. Daha önceleri "Eski Saray" adı ile bilinen bugünkü Süleymaniye bölgesinde yer alan sarayda yaşayan saltanat kadınları, cariyeler, hasekiler, gözdeler ve diğer çalışan kadınlar, Kanuni döneminde, Topkapı sarayının genişletilen harem dairesine taşınmışlardır. Bu da onların yönetimsel bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırmış olmalıdır. Kadınların saltanat yönetimindeki etkilerini arttıran bir başka etken ise şehzadelerin yönetimsel becerilerini geliştirmek ve tecrübelendirmek adına bir sancağa eğitim amaçlı gönderilmesi uygulamasının 16. yy dan itibaren sonlandırılması olmuştur. Bu geleneğe göre şehzade sancağa annesi ile birlikte gönderilmekteydi. Ancak 16. yy ın sonlarına doğru değişen siyasi ortamda, şehzadeler, sarayda ve haremde gözetim altında yaşamaya başladılar. Anneleri tarafından eğitildiler ve çoklukla onların etkisi altında yetiştirildiler. Necipoğlu (1991,175) özellikle bu durumun 16 yy dan sonra kadınların Osmanlı saltanat yönetimi üzerindeki etkisini açıklama da çok önemli olduğunu vurguluyor. Bu durum ayrıca, 3. Murat döneminden itibaren (1574-1595), sultanın annesinin "Valide Sultan" sıfatıyla anılmasıyla daha da belirginleşti. Bu sıfatla valide, Saltanatın yüksek rütbeli yöneticilerinden biri haline geldi. Ancak, her ne kadar sıfatı, oğlundan dolayı tanımlanmış olsa da Valide Sultanın otoritesi sadece oğluna dayanmadı, yönetici sınıfın desteğini de gerektirdi (Peirce 1993, 187).

Bir Güç Simgesi ve Temsiliyeti Olarak Mimarlık
Bir imparatorluğun gücünü, törenlerden, ritüellerden, ve çeşitli görsel imgelerden ayrı düşünmek olası değildir. Pek çok emperyal güç tarih boyunca bu imgelerinden bir çoğundan çok farklı şekillerde faydalanmıştır. Osmanlı Imparatorluğu, görsel imgeleri kullanmamış olmasıyla geçmişteki pek çok benzer yönetim güçlerinden ayrılır. Osmanlıda, sultanın portresi paranın üzerine basılmaz, sultanın heykeli ya da resmi yapılmazdı (Peirce 1993, 187).
Saltanat gücünü çoğunlukla törenler ve ritüeller üzerinden sergilerken, kalıcı güç gösterisinin en etkili temsilcisi olarak mimarlığı kullanırdı. Özellikle sultanların artık divan toplantılarını yönetmediği ya da ordunun başında savaşa gitmediği dönemlerde (Necipoğlu 1991, 174) mimarlık sultan ve saltanatın en önemli ve kalıcı güç göstergesi haline gelmişti. Bina yaptırmak üzere vakıf kurulması dini bir gerekliliğin yanı sıra maddi zenginliğin, sosyal
konumun ve en önemlisi yaptıran kişinin hayırseverliğinin kamusal alanda bir ilanı ve onayı
olarak o kişinin halkın gözünde yüceltilmesi anlamına da gelirdi (Peirce 1993, 198).
Bu, Osmanlı saray kadınları tarafından da sıklıkla kullanıldığı düşünülen bir yöntemdir. Özellikle Valide sultanlar kurdukları vakıflar aracılığıyla fakirlere yardımda bulunarak tebaa gözündeki konumlarını yükseltmişlerdi.1
Kadınların yaptırdığı binalar, çoklukla külliyeler olmuştur. Cami, medrese, hamam, sıbyan mektebi, imaret gibi pek çok birimi barındıran külliyeler bir yandan Osmanlı kent planlamasının ana etmenini oluştururken (Erzen 1996,19), diğer bir yandan da sosyal altyapısı eksik bir bölgenin gelişmesi için yapılabilecek en etkili yatırım şekli olmuştur.
Osmanlı kayıtlarından, kadınların yaptırdıkları bu türden binalarını özellikle toplumun zorda kalan, yoksul, yetim kadınlarına açtıklarını okuyabiliyoruz (Peirce 1993, 201).
Kamusal yardım yapıları ve anıtları yaptırmak kadınlar için varlık göstermenin ve buradayım demenin en etkili yollarından biriydi. Türk - Moğol geleneğinden etkilenmiş Islami bir etkinlik olan bu eyleme, aslında Osmanlı öncesi dönemlerde de sıklıkla rastlanmıştır (Bates 1978, 245). Osmanlı'dan önceki dönemlerde kadınların sıklıkla türbe yaptırdığı görülürken Osmanlı'da bunun sıklıkla cami olduğu
görülür, ancak camiler çeşitli yan binalarla geniş komplekslere yani Külliyelere dönüşürler. Bunların yanı sıra, Osmanlı'da kadınların han, çarşı gibi ticari yapılar da yaptırdıkları bilinmektedir. Çok temel olarak bu yapıların, dini yapılara gelir sağlaması amacıyla kullanıldığı söylenebilir.

Kadınların Yaptırdığı Binalar
16 ve 17. yy da Istanbul'da, saray kadınlarının, özellikle Valide sultanların isteği ile yapılmış azımsanmayacak sayıda bina bulunmaktadır. Bu dönemde yapılanları daha öncekilerden ayıran, bu dönemkilerin ölçek ve ihtişam olarak öncekilerinden çok daha büyük ve anıtsal oluşudur.
Bates (1978, 245), bu binaların çeşitli açılardan incelenmesinin bize kadınların o dönemdeki sosyal konumu ile ilgili bilgi sunacağını söylemektedir. Böylesi bir inceleme için kullanılabilecek somut veriler arasında, bu binaların yapıldıkları arazinin şehir içindeki konumu, yapısal mimari ve dekoratif özellikleri sayılabilir.
Bu binalar arasında ilk akla gelenlerden bazıları Avratpazarı semtindeki Haseki Külliyesi, Sultanahmet'teki Haseki Hamamı, Edirnekapı ve Üsküdar'daki Mihrimah sultan külliyeleri, yine Üsküdar'da Nurbanu Sultan tarafından yaptırılan Atik Valide külliyesi, ve Safiye ve Turhan Sultanlar tarafından Eminönü'nde yaptırılan Yeni Valide Camiidir.
Bunların arasında Sinan'ın Istanbul'daki ilk binası olarak bilinen Haseki Külliyesi, Hürrem Sultan Kadınların yaptırdığı binalar: tarafından kadınların yoğunlukla çalıştığı Avratpazarı
semtinde, ve daha çok kadınların kullanımına yönelik olarak yapılmış olmasıyla öne çıkıyor. Bir cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi ve hastane den oluşan külliye bölgenin o dönemki önemli yeni sosyal yapılaşmalarından birini oluşturuyor. Yapıldığı arazi nedeniyle ön plana çıkan bir başka yapı da yine Hürrem sultan tarafından yine Sinan'a yaptırılmış, bugünkü Sultanahmet semtinde, divan yolu üzerinde yer alan Haseki Hamamıdır. Saltanatın tören yolu olarak kullanılan divan yolu üzerinde bir bina yaptırmanın, banisini, divan yolunun temsil ettiği güç ve o gücün simgeleriyle özdeşleştirdiği oldukça açıktır. Yenal(2000, 64), bu bölgede bir bina yaptırmanın imgesel gücünün, o binanın sosyal işlevinin de önüne geçtiğinin altını çizmektedir. Hamamın formu ve planı itibariyle de etkileyici olduğu görülmektedir. Sinan'ın yapının soğukluk, sıcaklık gibi çeşitli alt öğelerin plandaki yerlerinde yaptığı değişiklik sonucunda ortaya ilginç bir kütlesel uyum çıkmıştır.
Haseki Hürrem Sultan'ın, saltanat soyundan gelmeyen bir kadın olarak yaptırdığı bu yapıların hem ölçek ve yerleşim hem de işlev bakımından Hürrem'in tebaası önünde yüceltilmesine katkıda bulunduğu söylenebilir.
Hürrem ve Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı olan Mihrimah Sultan adına Edirnekapı ve Üsküdar da yapılan külliyeler konunun başka çarpıcı örneklerindendir. Yine Sinan tarafından yapılankülliyelerden ilki, Üsküdar da Boğaz kıyısındadır. Arazinin boğazla ve gerisindeki tepe arasında sıkışmış olması Sinan'ı külliye planlaması için farklı çözümlemeler bulmaya yöneltmiştir. Alışıla gelindiği gibi bir avlu yerine, Sinan ikincil bir revak tasarlamış, bu da yapının en ilgi çekici mekanlarından biri olmuştur. Goodwin (1993, 49), kütlesel yapısı nedeniyle Üsküdar Mihrimah Sultan camiini şiirsel, zarif ve mantıklı olarak tanımlamakla birlikte, iç mekanının 3 kubbeli plan şeması nedeniyle doğrudan orta mekana geçişini hayal kırıklığı olarak betimlemektedir. Külliyenin önemli bir özelliği, Erzen'in de (1996, 19) belirttiği üzere, Osmanlı kent planlamasının bir parçası olarak, konumu nedeniyle deniz ticaretine olan katkısıdır.
Mihrimah sultanın adını taşıyan bir diğer külliye de Edirnekapı'da, yine Sinan tarafından yapılmıştır. Yapı hem araziye yerleşimi hem de kütlesi ile Kuban (1998, 129) tarafından hem Sinan'ın zekasının en belirgin simgelerinden biri hem de barok anlayışının yaratıcı kütlesel bir olgunluğuna 300 yıl önce erişmiş bir yapı olarak tanımlanmıştır. Bates de (1978, 254), binanın, Istanbul'daki camiler arasında en aydınlık iç mekana sahip olduğunu belirtmektedir. Duvarların taşıyıcılıklarının azaltılması ile elde edilen fazla pencere yüzeyi yine mimarlığın ancak 18 - 19.yy larda geliştirdiği özeliklerden biridir. (Goodwin 1993, 49).
Mihrimah sultan adına yaptırılmış olan bu iki külliyenin camileri karşılaştırıldığında ortaya çıkan belirgin bir nokta ise, Üsküdar'daki caminin iki minareli olmasıdır. Iki minare bilindiği üzere sadece sultan camilerine özgü bir ayrıcalıktı. Üsküdar'daki caminin çift minareli olması, bu camiyi kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah adına yaptırmış olması olasılığını akla getirse de, hatırlanması gereken önemli bir bilgi bu dönemden sonraki Valide Sultan camilerinin de çift minareli olarak yapılmış olmasıdır. Yine Üsküdar'da, bu kez Sultan 3. Murat'ın annesi Nurbanu Sultan tarafından yaptırılan Atik Valide Külliyesi içinde yer alan cami yine iki minareli yapılmış, ancak daha geç dönemlerde camiye yapılan eklemeler sonucu, Osmanlı mimarlığında görmeye alışkın olmadığımız şekilde minareler caminin iç mekanına dahil olmuşlardır. Sinan'ın mimarisinde alışkın olduğumuz gibi, üzerlerinde az süsleme bulunan cepheler, güzelliklerini oranların ahenginden almaktadır. Cephelerin aksine, caminin içi yoğun süslemelerle, özellikle dönemin meşhur Iznik çinileri ile kaplanmıştır.
Istanbul'da, saray kadınları tarafından yaptırılan binaların daha geç bir örneğini de, yapımına Safiye Sultan döneminde başlanan ancak, tamamlanması Turhan Sultan tarafından gerçekleştirilen Eminönü Yeni Valide camiidir (1663). Cami yapısal özellikleri bakımından yenilikçi bir bina olmasa da hemen ardındaki tepe ve Haliç arasına sıkışmış, dar ve
doldurma olan arazinin zorluğu göz önüne alındığında, Valide sultanın bu caminin yapılmasını ne kadar çok istemiş olduğu aşikardır. Ayrıca bitirildiği dönemde, Osmanlı ekonomisinin zayıflamakta ve ödeneklerin kısıtlanmakta olduğu göz önüne alınırsa bu yapının tamamlanmış olması oldukça başarılı bir sonuçtur.
 
Sonuç yerine:
Kısaca göz attığımız örneklerden ve bu konu üzerine yazan araştırmacılardan okuduğumuz üzere,
Osmanlı Saltanatının kadınları da saltanat erkekleri gibi, varlıklarını, etkilerini halka ve diğerlerine duyurmak için mimarlıktan etkili bir biçimde yararlanmışlardır.
Her ne kadar, binaların yapıldıkları yerlerin arazi olarak zor parseller olması, arazi seçimi konusunda serbest olmadıkları izlenimini uyandırsa da, kendilerine ait maddi olanakları harcama konusundaki özgürlükleri bu durumu telafi etmiş ve hatta arazi koşullarından dolayı, yapısal olarak özgün ve etkileyici çözümlere sahip binalar ortaya çıkmıştır.
Kadınlar eliyle ortaya konan mimarlığın farklılık gösterdiği pek çok başka özellik olması olasıdır. Bunların açığa çıkmasını bu konuda geliştirilecek çalışmalar yönlendirecektir. Bu konu için sadece bir giriş ve kısa bir tanıtım olan bu yazının da, benzer şekilde, bu konuda yapılabilecek tezlerden bir tanesine zemin oluşturması planlanmaktadır. 2
Firuzan Melike Sümertaş,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Tarihi Programı, Yüksek Lisans Öğrencisi
1. Burada özellikle altı çizilmesi gereken şudur ki, Valide Sultanlar başta olmak üzere, saray kadınları kendilerine ait servete sahip olabilmişler ve bunu harcama konusunda da özgür olmuşlardı (Bates 1978, 257). Kendi mal varlığını yönetebilme konusu aynı zamanda halktan kadınlar için de geçerli idi. Doğan (2001, 70) ve Faroqhi, (1997, 126), kadınların evlilik ya da miras yoluyla kendi mülkiyetlerine geçen mal varlığı ile ticaret yapabildiklerinden
bahsetmektedir.
2. Bu yazı, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi Programı
Çerçevesinde, Sn. Lale Özgenel danışmanlığında yürütülen tez çalışmasına temel olan bir araştırmanın ürünüdür.
KAYNAKÇA
Bates, U., 1978, "Women as Patrons of Architecture in Turkey" Women in the Muslim World; Ed: L. Beck and N. Keddie, Cambridge: Harvard University Press, pp: 245-260
Doğan, I., 2001, Osmanlı Ailesi: Sosyolojik Bir Yaklaşım, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
Erzen J. N, 1996, Mimar Sinan Estetik Bir Analiz, Ankara: Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı
Faroqhi, S., 1997, Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla: Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam" Istanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı
Goodwin, G., 1971, A History of Ottoman Architecture, London: Thames and Hudson
Goodwin, G., 1993, Sinan: Ottoman Architecture and its Values
Today, London: Saqi Books
Goodwin, G., 1999, Topkapı Palace: An Illustrated Guide to its
Life and Personalities , London: Saqi Books
Günay, R., 2002, Mimar Sinan ve Eserleri, Istanbul: Yapı Endüstrisi Merkezi
Istanbul Ansiklopedisi, 1993, Vol: 1-8, Istanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı
Kuban D., 1998, Istanbul Yazıları , Istanbul: Yapı Endüstrisi Merkezi Yayınları
Necipoğlu, G., 1991, Architecture, Ceremonial, and Power: The Topkapi Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries , New York, N.Y.: Architectural History Foundation; Cambridge, Mass.: MIT Press,
Peirce, L.P. 1992, "Beyond Harem Walls: Ottoman Royal Women and the Exercise of Power" in Gendered Domains: Rethinking Public and Private in Women's History , Ed: D.O.Helly and S.M.Reverby, New York, Ithaca, pp:40-55
Peirce, L.P. 1993,The Imperial Harem, New York and Oxford: Oxford Univesity Press
Yenal, E.,2000, Bir Kent: Istanbul 101 Yapı, Istanbul: Yapı Kredi Yayınları
FOTOĞRAFLAR
1. Atik Valide Külliyesi, Üsküdar, içmekan Goodwin, G., 1993, p: 30
2. Atik Valide Külliyesi, Üsküdar, plan Istanbul Ansiklopedisi,1993, Vol: 1, p: 408
3. Haseki Hürrem Sultan Külliyesi, görünüş, Günay, R., 2002, p: 24
4. Haseki Hürrem Sultan Külliyesi, plan Günay, R., 2002, p: 24
5. Haseki Hürrem Sultan Hamamı, görünüş, Günay, R., 2002, p: 131
6. Haseki Hürrem Sultan Hamamı, plan Goodwin, G., 1971, p:
7. Mihrimah Sultan Külliyesi, Üsküdar, görünüş, Günay, R., 2002, p: 45
8. Mihrimah Sultan Külliyesi, Üsküdar, plan Günay, R., 2002, p: 46
9. Mihrimah Sultan Külliyesi, Edirnekapı, plan Kuban, D., 1998, p: 127
10. Yeni Valide Külliyesi, Eminönü, plan Kuban, D., 1998, p: 140
Yazının yayınlandığı yer: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Bülten, 30, 2005, s. 24-26.
|