
Park Orman ve Galataport için...

Galataport'a Yürütmeyi Durdurma Kararı

İstiklal Caddesi Tarihine...

"Bu Proje ile Karaköy Sahili...

Dans Eşliğinde Kentsel İsyan Videosu!

“Kentsel Dönüşüm İyi Gitmiyor”

Mütekabiliyet ve Dönüşüm 2013'e...

Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar...

Taksim'de Tiyatroya Yer Yok!

“Rant için Soylulaştırma Operasyonları...

Kentsel Dönüşümden Etkilenen...

"Kentsel Dönüşüm Belediyelere...

İstanbul Mimari Yorgunu

"7 Milyon Bina Yıkılırken...

KENTDER ilk Genel Kurul Toplantısını...

Alibeyköylüler Yedi Yıldır...

Dönüşümde Son Nokta: Irkçı Savunma

Kırsalda da Dönüşüm Başladı!

Beyoğlu'nda Neler Oluyor?
Nezih Başgelen: Kentsel dönüşüm furyası ‘rantsal dönüşüm’e dönüşüyor
Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın kurucusu, Arkeolog-Yazar Nezih Başgelen; uzun yıllardan bu yana Beyoğlu ile iç içe yaşıyor. Başgelen; bir kültür sanat merkezi olan Beyoğlu’nun bugün ye-iç-yat kültürünün etkisi altına girdiğini söylüyor.

Türkiye’deki koruma mevzuatı en sıkıntılı dönemi yaşıyor. Kurullarda, korunması gereken metrekareye yönelik tarifeler oluşmuş durumda; şu kadar metre karede ben bu sit kararını şöyle değiştirebilirim, böyle yapabilirim deniyor. Sıkıntılı bir durum; neyi koruyacaksınız bu sefer? Koruma mevzuatının uygulanmasında ciddi sıkıntı var. Ve aktörler artık “sen bana buradan biraz imkan sağla, senin bize sağlayacağın bütçe oranında biz de sit kararını gevşetelim hatta tümüyle de ortadan kaldırabiliriz” diyorlar. Çünkü yaptırımı yok. Bakıyorsunuz birilerinin şahsi hesapları şişmiş; birdenbire bu kişiler acayip mülkler edinmiş. Korunması gereken alanın içinde birileri mülk sahibi olabiliyor. Tarihsel envanteri korumak için belirli bir kesim dövünüp dururken bir kesim de bundan yararlanıyor. Yasal olarak koruması gereken kesim bundan yararlanıyor. Bu çok ciddi bir yara. Taksim Meydanı nasıl bir meydan oldu? Meydanın son durumu hakkında neler düşünüyorsunuz? Dünyada bütün kentler meydanlarının karakteristik özellikleriyle ve sanatsal zenginlikleriyle yarışıyorlar. Örneğin İtalya, Ortaçağ’dan itibaren meydanlarıyla ünlü bir coğrafya. Hayat Güzeldir filminin çekildiği Arezzo'nun ünlü meydanı Piazza Grande; İtalya’nın en karakteristik meydanlarından bir tanesi. Ya da Siena’da at yarışlarının yapıldığı meydan, 13. yüzyıldan beri değişmemiş, öylece duruyor. Her İtalyan kentinin meydanı sayısız karakteristik unsurlarla bir şekil almış. İstanbul ise bildi bileli adam gibi meydanlarını biçimleyemedi. Beyazıt Meydanı, Karaköy Meydanı ve Taksim Meydanı hepsi gitti. Ki Karaköy Meydanı, geleneği ta Ortaçağ’a dayanan bir meydandı. Taksim Meydanı, Cumhuriyet’in biçimlendirdiği bir alan. Bu meydanı kenarlarından yedik, köşesinden yedik, orasını değiştirdik, burasını değiştirdik, park yapacağız dedik; ve tarihinde hiç bu kadar kötü olmamıştı. Koskoca bir gri alan; hiçbir karakteri kalmadı. Öbür tarafta çöküntü bir AKM bloğu; öylece bir hayalet gibi duruyor. Bir tarafta inşaat kırıntıları, öbür tarafta bir yol açılmış, geçit yapılmış, caddeler uyduruk bariyerlerle bölünmüş, hala eski yol da duruyor, trafik karışmış vs… İki arada bir derede Taksim Meydanı. Ne yapılacağını maalesef kimse bilmiyor. Projelerin nasıl olacağı konusunda bir inisiyatif kullanacak aklıselim aranıyor anladığım kadarıyla. O da ortada görünmüyor. Ne yapılacağı konusunda kamuya bilgi verilmiyor. Piazze Grande Meydanı (üstte) İstanbul daha ne kadar dayanabilir, nereye varır bu işin sonu? İstanbul bir dönem hakkında en fazla yayın yapılmış, dünyadaki Londra ve Paris’ten de önce gelen bir kentmiş. Bugün de hava yolları trafiğinin getirdiği insan sayısına bakarsanız önemli bir yer. Ama trafiği ayrı bir dert, yaşam kültürü ayrı bir dert, kenti taşıyamayan metrosu ayrı bir dert… Diğer ülkelerde yüzlerce kilometrelik metrolar var; 400 ila 700 kilometre arasında değişen, çok büyük kılcal damarlar gibi örülmüş metrolar. Avrupa’nın her yerinde var neredeyse. Bizde ise daha yeni yeni oluşuyor ama patlayan nüfusu taşıyamıyor. Ne metrobüs taşıyabiliyor, ne metro hatları; hala tıklım tıkış ve nefes alınacak gibi değil. Kent git gide durma nokta noktasına geliyor ve çöküşe doğru gidecek gibi geliyor bana. Çünkü bir şeyi idare edemezseniz çöküş kaçınılmazdır. Tarihte de böyle ölüyor kentler. Dinamizmin getirdiği şey başka, bu sıkışıklığın getirdiği durum başka… İstanbul ne yazık ki aynen bir kanser hücresi gibi hareket ediyor. Büyümek için büyüyor. Belirli bir sayıda çoğalan hücre bizim belli bir dokumuzu oluşturuyor. Ama çılgınca, büyümek için büyüdüğü zaman canlı organizmanın ölümünü getiriyor. Ve İstanbul her türlü yaşamsal, anlamlı, estetiği olan her her şeyi yıkıp geçiyor. Rantsal büyüme, rantsal azmanlaşma bu. Bence bir şehir kanserinin içindeyiz. Ben sabahtan akşama kadar kenti belgeliyorum, fotoğraf çekiyorum. Taksim Meydanı’nın 1970’lerden bu yana her türlü resmini çektim. Çünkü Türkiye yerine koyamayacağımız değerlerin her birini farkında olmadan yok ettiğimiz bir süreci yaşıyor. Her şey değişirken yok olup gidiyor. Ve kimse farkında bile değil. Çünkü Türkiye'de herkes yaşam parasını kazanmak için koşturuyor. Aklım duruyor; tarihi bir yapının yanından geçiyorsunuz; arkanızı dönüyorsunuz, bir hafta sonra o yapı yerinde yok. Orası kazınmış, burası yanmış, şurası yıkılmış, buradan yeni bir şey geçmiş… İstanbul’un bu azmanlaşma hızına yetişmenin imkânı yok. Bu azman hücrenin neyi ne zaman yutacağı hiç belli olmuyor. Çok dikkatli olmamız lazım. |